20 Haziran 2009 Cumartesi

"M.E.Y"In Seyir Defteri- The Last House On The Left (Soldaki Son Ev)

---The Last House On The Left (Soldaki Son Ev) ---

Yönetmen: Dennis Illiadis

Senaryo: Wes Craven

Oyuncular: Garret Dillahunt, Michael Bowen, Joshua Cox, …

Konu: Collingwood ailesi tatil için bir dağ evine giderler. Ailenin kızı Mari, eski arkadaşı Paige’in yanına gider.

Fakat bir çete tarafından iki arkadaş kaçırılır ve Mari ellerinden kurtulmaya çalışırken vurulur. Çete üyeleri kendilerine sığınacak bir ev ararken tesadüfen Mari'nin ailesinin evini bulur. Herşey ortaya çıktığında failler kurban durumuna düşecektir.

The Last House On The Left, 1972 tarihli, Wes Craven imzalı kült korku filminin yeniden yapımı.

Sonuç: 7,2 Puan. (Puanlamaya yeniden geri döndüm.) Yaz ayında sinemalar ucuzluyor, izleyici sayısı azalıyor. Önemli filmlerin Türkiye giriş tarihleri ya da Hollywood aksiyonlarının yaz aylarına denk geliyor olması rahat rahat klima altında çok fazla ses, gürültü ve koku olmadan istediğimiz filmi izlememize hayli yardımcı oluyor. Filmi izlediğim yer Antalya Cinebonus 6. Salon; başıma ikinci kez gelen 16/9 ya da sinemaskop film gösterimlerinin 4/3 gösteriliyor olması nedeniyle 6.Salon projeksiyonunda büyük bir sorun olduğunu söyleyerek konuya giriyorum. Cinebonus yetkililerine de en kısa zamanda şikâyette bulunacağım. Uninvited filmini de bu enteresan film formatında izlemek zorunda kalmıştım.

Yeniden bir uyarlama film. İki üç yazı önce bahsi geçen gerilim filmleri klişelerinin bünyemize verdiği bağışıklık nedeniyle; etkileyicilik sorunu yaşamaları beni bu tür filmlere gitmekte ikinci bir seçim planına doğru itiyor hep. İşim gereği elimden geldiğince tüm vizyon filmlerini izlemeye çalışıyor olsam da ismi geçen bir çok gerilim adında çocuk filmi bu alanda film seçerken bana bir miktar zorluk çıkarıyor. Bu sefer ise reklam ve fragman dünyasından Soldaki Son Ev filmini direk bir seçimle düşünmeden ve ikinci bir alternatif sunmadan izlemiş bulundum.

Çok söz ve kısası; klişesiz, etkileyici bir konuya sahip, giriş ve gelişme kısmı çok detaylı sonuçta ise biraz sakinleşen çok fazla germese de konusu itibariyle ilgi çekerek sıkmadan ilerleyen bir film ile karşı karşıyayız. Bu filmi izleyin diyorum; beğenmesiniz de izlemedim demeyin. Cepte bulunsun, sinemalar kapanmasın...

Mehmet Emin Yıldırım

meyproduction@gmail.com

"M.E.Y"In Seyir Defteri- Yedi Yaşam

--- Seven Pounds ( Yedi Yaşam)---


Yönetmen: Gabriele Muccino

Oyuncular: Will Smith, Woody Harrelson, Micheal Ealy, ...

Konu: Her şey yedi isimden oluşan bir listeyle başlıyor: Ben Thomas, Holly Apelgren, Connie Tepos, George Ristuccia, Nicholas Adams, Ezra Turner ve Emily Posa. Tek ortak noktaları, her birinin bir dönüm noktasına ulaşmış ve umutsuz derecede –maddi, manevi ya da tıbbi—yardıma muhtaç olmalarıdır.

Hiçbiri, Ben’in kefaret planını uygulamak için her birini teker teker seçtiğinden haberdar değildir. Ama hayat dolu bir kalp hastası olan Emily Rosa (Rosario Dawson), Ben’in olanaksız sandığı bir şey yaparak planın gidişatını değiştirir: Yakınlaştığı Ben’in dünyaya bakışını altüst eder.

Sonuç: 7.6 Puan... İzlenebilir Film... Güzel bir öykü olduğu yadsınamaz bir gerçek. Yedi kaybedilen dünya hayatı ve tersine kurtarılmaya çalışılan yedi hayat. Filmin özel ama sıradan konusundan öte Will Smith'in oyunculuğuna değinmek gerekiyor. Umudunu Kaybetme (The Pursuit of Happyness) filmiyle yakınlaştığı drama oyunculuğu yapısına bir artı puan daha ekleyerek dram- aksiyon film dengesini korumakta ısrarcı olan Smith; Hancock ve I'am Legend filmlerinden sonra bir drama ile yeniden karşımızda. Bu adam gerçekten de aranan bir adam oldu; rengine bakmadan Will Smith'i izleyin, çok kurcalamazsanız filmi seveceğinizden eminim...

"M.E.Y"In Seyir Defteri- Gran Torino

--- Gran Torino---

Yönetmen: Clint Eastwood

Oyuncular: Clint Eastwood, Christopher Carley, ...

Konu: Walt Kowalski (Eastwood), eşi yeni vefat etmiş bir Kore savaşı gazisidir. 50 yıldır yaşadığı Detroit'teki sokağının uzakdoğulular tarafından “işgal edilmesi”nden rahatsız olan, huysuz, ırkçı ve yanlızlığı seven bir kişiliktir Walt. Thao isimli bir Hmong (Güneydoğu Asya’dan gelen bir ırk) genci, vahşi çete başı kuzenini etkilemek için yan komşusu Walt’ın 72 model Ford Gran Torino’sunu çalmaya kalkışınca Walt tarafından yakalanır.

Thao’nun Gran Torino’yu çalmaktaki başarısızlığını cezalandırmak için Thao’ya sert bir ziyarette bulunmaya karar veren çete, Walt ve Walt’un çiftesi tarafından geri tepilir. Aslında Walt’ın amacı Thao’yu kurtarmak değildir, çete üyelerinin çimlerine basmasına sinirlenmiştir.

Günler geçtikçe diğer Hmong aileleri şükranlarını gösterebilmek için Walt’ın verandasına türlü hediyeler bırakır ve Walt’ı evlerine davet ederler. Zaman ilerledikçe bir zamanlar varlığına dayanamadığı “çekik gözlü”lerle kendi ailesinden daha çok ortak yanı olduğunu fark eden Walt, ayrıca Thao ile kendi evlatlarıyla yaratamadığı bir baba-oğul ilişkisi oluşturur. Fakat Thao’yu terörize eden çete bir türlü Thao’nun ve ailesinin peşini bırakmaz. Bu arada Walt’un çeteyi alaşağı edebilmek için kendi planları vardır.

Sonuç: 8.1 Puan... İzlenmeli Film... Ne kadar hayransı bir bakış açısı ile baksam da filmin ortalarına doğru bir estetik ritim kopukluğu olduğunu düşünmekten kendimi alamıyorum. Belirli bir sınırlama içerisinde düşünürsek; Clint Eastwood oyunculuğunu değerlendirmek için biraz Grotesk, Stanis ve aktör stüdyo modellerine teorik olarak göz atmamız gerekecek. Çünkü Clint Eastwood bu filmde avam bir izleyicinin “Evet- güzel oyuncu” diyebileceği kadar basit bir oyunculuk sergilememiştir. İtici karaktere daha da itici sinematografik kural bozan kamera hareketleri ve biçimsel estetik bilinç yıkımları ile eski yeşilçam film karakterlerinin yapısında olduğu gibi şirinsi bir abartı modeline başvurarak yaklaşmıştır. O yüzden iyi bir oyunculuk sergilemiştir ama bildiğimiz iyi bir oyunculuk değil.

Film; kendi minimal yapısı, göndermeleri ve estetik seçimin sınırladığı öyküleme tekniği ile her dile her göze hitap ediyor. İzleyin; öykü anlatımındaki karakterleştirmenin; nasıl karakter olmağa dönüştüğüne tanık olun...

"M.E.Y"In Seyir Defteri- Şampiyon

--- The Wrestler (Şampiyon)---

Yönetmen: Darren Aronofsky ( Pi, Requiem for a Dream, Diptekiler (Below), The Fountain)

Oyuncular: Mickey Rourke (Angel Heart, Once Upon a Time in Mexico, Man On Fire), Marisa Tomei, Evan Rachel Wood

Konu: Randy, artık okul ve müsamere salonlarında dövüşerek geçinmeye çalışmaktadır. Özel hayatında başarısız, kızıyla arası kopuk bir adamdır. Hayranlarının sevgisiyle hayata tutunur.

Bir karşılaşma esnasında kalp krizi geçirince, doktoru bir daha güreşmemesi gerektiğini söyler. Tezgâhtar olarak işe girer, kızıyla ilişkisini düzeltmeye başlar. Ancak bir süre sonra ringe geri dönmeye karar verir.

Sonuç: 8 Puan... İzlenmeli Film.
Öykü anlatımı göz önünde bulundurulunca sinema hep tek ayağı üzerinde durmak zorunda kalıyor. Öykü anlatımı işin yalnızca bir kısmı. Sinemanın senaryoyu görselleştirmesinden öte; senaryosunu en başından görsel kurması ve çekim planlarını bu mantık çerçevesinde takipçisine; bir sanat dalının titizliğinde sunması gerekiyor.

Sinema; film perdede izleniyor diye değil; çekim aşamasında yönetmen meyilli düzenleniyor olmasından dolayı; sanattır.Aksiyon kamera ve one- take( plan-sekans) seçimlerine; prodüksiyon aşamasının etkisi göz önünde bulundurulmadan yorum yaparsak; "artık Cannes dahil tüm festivallerde sinema-sanat- hakikat bağının izlerine sinematografik olarak rastlamamız zor gözüküyor" diyebiliriz. (Entre Les Murs- Sınıf filmine bakınız.)

Oyunculuk ve Mickey Rourke reklamıyla isminin altını sıkıca dolduran Wrestler filmi öykü anlatımı, içeriksel seçim, sinematografik seçim ve estetik kurgulanım açısından göz dolduran bir film... Nicholas Cage'nin elinden aldığı rol ile; fizik ve ruhsal yapısını birleştiren Mickey tek başına bir tragedya gösterisi ile filmi alıp götürüyor. Nokta şurada aslında; Ben Stiller'in Tropic Thunder (Tropik Fırtına) filminden ilham alarak söyleyecek olursak; bir güreşçiyi oynayacak olursan asla bir güreşçi olmayacaksın. Bir gay oynarsan da asla tam bir gay olamazsın, olursan alamazsın (Ödülü). (Milk- Sean Penn)

Bu entrasan sözlerin ışığında; özel izleyicilerin zaten kaçırmayacağı; genel izleyicinin de fikir babında karşı duramayacağı güçlü bir sinema eserini tanıtmış olduk...

"M.E.Y"In Seyir Defteri- Fast&Amp; Furious (HıZlı Ve ÖFkeli 4)

---Fast and Furious- Hızlı ve Öfkeli 4---

Yönetmen: Justin Lin (Fast and Furious- Tokyo Drift)

Oyuncular: Vin Diesel, Paul Walker, Michelle Rodriquez

Gösterim Tarihi: 4 Nisan 2009

Konu: Yeni yaşanan gelişmeler onları Los Angeles'a geri getirmiştir. Sokaklarda yeni suçlular türemiştir ve kaçak yaşayan eski dolandırıcı Dom Toretto (Vin Diesel) ile ajan Brian O'Conner (Paul Walker) ortak düşmana karşı birlikte hareket etmeleri gerekmektedir.

Düşmanı yok etmek için ikilinin artık birbirlerine güvenmeleri lazımdır ve bu güven oluşmaya başlar. İntikamlarını almak içinse en büyük güçlerini bir araya getirirler; yeni araba modelleri ve orjinal parçalarıyla limitleri zorlayan hızlara ulaşmak...

Sonuç: Açılış sekansı ve ilk yirmi dakika içerisinde estetik ve konu itibariyle aksiyonel bir yapının dengesini tutturabilecek bir film diye geçirdim içimden. Sonuna kadar efekt ve gözümüzün yakalayamayacağı kadar hızlı ardı ardına resimler her zaman seyirciyi başka şeyler düşünmeye iter. Çünkü göz araba kazası sahnesinden tutun da, bir adamın kafasının kopmasına kadar tüm acımasız gerçekleri görmek ister. Biz gözümü kapatabiliriz, ama film yapımcıları olayı net olarak göstermelidir. Ardı ardına birer saniyelik beş resimden çok, tek bir beş saniyelik görüntü seyirciyi her zaman daha çok filmde tutacaktır. İşte Fast and Furious 4 bunu yapabileceğini en başından belli etmişti.

Filmin gelişme kısmına gelinince sonuç kısmının bir araba yarışına bağlanabilmesi için ne yazık ki iki- üç sahte sonla karşılaşıyoruz. Film birçok kez black screen efekti ile kapanıyor; bitecek derken yeniden yarışın yapılabilmesi için kafadan kurmacalarla aksiyon üretiveriyor. Ne de olsa bu bir aksiyon filmi ve daha önce üç tane daha kendisi gibi filmlere sırt dayamış; o yüzden finali bir araba yarışıyla bitirmemiz gerekiyor. Filmin kısaca sorunu şu: Estetik ve senaryo temelli güçlü kurgu; aksiyonel kapitalist tavır yüzünden sekteye uğruyor. Biraz daha denge işimizi görebilir; her açıdan tatmin olacağımız güçlü bir aksiyon izleyebilirdik.

Bir Tokyo Drift kadar olmasa da; yine takipçilerinin kaçırmaması gereken bir film. Bize işin edebiyatı düşüyor; siz bana bakmadan en iyisi işin görsel sanat tarafından bir yaklaşıverin...

Mehmet Emin Yıldırım

meyproduction@gmail.com

"M.E.Y"In Seyir Defteri- Man Of The Year (YıLıN BaşKanı),

--- Man Of The Year (Yılın Başkanı)---
Yönetmen: Barry Levinson (Rain Man, Good Morning Vietnam)

Oyuncular: Robin Williams, Christopher Walken, Laura Linney, ...

Konu:Politikacıların tüm ciddiyetleri ile son derece ciddiyetsiz politikalar güttükleri günümüz dünyasında, ciddiyetten uzak bir komedyen Amerikan başkanı olursa ne olur?

Temel olarak bu sorunun cevabı olarak ilerleyen filmde, Tom Dobbs, kızgın halkın sesi olarak politikacıları iğneleyen bir talk şov programı yapmaktadır. Bir gün yaklaşan seçimlerin de etkisi ile aklına çılgınca bir fikir gelir. Başkanlık seçimlerinde kendisi de aday olacaktır.

Çevresindeki insanların da desteklemesi ile birden hiç beklemediği bir halk kitlesini arkasında bulur ve... Artık Amerikan Başkanı'dır!

Sonuç: Teorik ve pratik anlamda geliştikçe; tecrübe ve iş ortamının da desteği ile; bir zaman sonra eğer zamanınız kısıtlı ise ve film izlemekten para kazanmıyorsanız (nasıl olacaksa) her filmi izlerim mantığından biraz uzaklaşıyorsunuz. Bu durumlarda birkaç alternatif film tutuyorsanız elinizde; hangisi sorusuna cevap ararken; ilk önce yönetmenin işlerine bakın. Eğer daha önce sizi çekebilen bir filmi bir kez dahi olsa yapabilmişse bu yönetmen; bu filmi izleyebilirsiniz. Yönetmen işi yeterli değilse; ikinci olarak sevdiğiniz bir yazara, üçüncü olarak İMDB puanına, dördüncü olarakta oyuncu performanslarına göz atın. Lütfen direk olarak; sinema siteleri puanlamarına, hele ki tek bir kültürün puan verdiği genellemelere bakmayın; yanılırsınız...

Man Of The Year filmi Robin Williams'ın son derece yüksek bir pratik zekaya sahip komedyeni oynamasından tutun, inanılmaz güçlü repliklere, zekice kelime oyunlarına, sıradan da olsa takip edilebilir konusunun sıkıcı olmayan vakit alabilirliğine yüksek puan vermek gerekiyor. Bir önceki paragrafı; düşünen beyinlere bırakıyor, şüpheye düşmeden izlenebilecek iki filmi elimizde tutmak dileğiyle görüşmek üzere diyorum.

Mehmet Emin Yıldırım

meyproduction@gmail.com

"M.E.Y"In Seyir Defteri- Painted Veil (Duvak)

--- Painted Veil (Duvak) ---

Yönetmen: John Curran (We Dont Live Here Anymore)

Oyuncular: Edward Norton, Naomi Watts, ...

Konu: Walter (Edward Norton) ve Kitty (Naomi Watts)'nin bir süredir devam eden evlilikleri, Kitty'nin kendisini hiç mutlu hissetmemesi nedeni ile çatırdamaktadır. Mutsuzluğu, ilgisinin başka bir erkeğe kaymasına neden olur. Karısının sadakatsizliğini farkeden Walter, ondan intikam almaya kararlıdır. Ama bunu bildik yollardan yapmayacaktır. Çin'in ufak ve ölümcül kolera salgınından kırılan bir köyünde doktorluk yapmayı kabul eder. Kitty'nin ise onunla gitmekten başka şansı yoktur. Ölüm ve yaşam arasındaki sınırın incecik olduğu bu köye yaptıkları yolculuk, kendi ilişkileri için de bir dönüm noktası olacaktır.

Sonuç: Aklı başında olmayan bir kıza hızlı bir evlenme teklifi ve sonuç: Sadakatsizlik. Ayrılma temasıyla açılış yapan film; daha sonraları aslında biraz flört etseler çok sağlam temelli bir ilişkiye sahip olacaklarını gördüğümüz iki çiftin birbirlerine (kızın erkeğe) yeniden aşık olmalarını hikaye ediniyor. Eğer bu kız gerçekten hafif bir meşrebe sahip olsaydı; filmin sonundaki teklife evet diyebilirdi; ama kızımız o zamanlar ne yazık ki; aşkı, heyacanı ve yaşının getirdiği o saflığı başka bir erkekte bulabiliyor.

Kadın ve erkek arasındaki düşünsel farklara ince nüanslarla dokundurma yapılıyor filmde. Erkek genelde ilişkiyi hayatına bir düzen getirmek için isterken; kadın tatmin olabileceği duyguların hissi artışını sağlamak için evet diyebiliyor. Filmin bir açılımı da çiftler arasındaki yaş farkı. Tecrübe kavramının iki eşit kapasite zeka birimi için bile aynı açılımlara sahip olmadığını düşünürsek; kadın ile erkek arasındaki yaş farkının çok fazla olmaması bir ilişkinin hayıra alemeti için önemli...

Estetik yaklaşım ve işlediği konunun etkileyeci unsurlarının fazlalığı nedeniyle kesinlikle izlenmesi gereken bir film. Sadakatsiz, genç ve güzel bir kadın için Naomi Watts, yakışıklı ama işkolik bir adam için Edward Norton kast eşlemesi sonuçlarını da sizin takdirinize bırakıyorum...

"M.E.Y"In Seyir Defteri- Underworld: Rise Of The Lycans

---Underworld: Rise Of The Lycans (Karanlıklar Ülkesi: Lycan'ların Yükselişi) ---

Yönetmen: Patrick Tatopoulos

Oyuncular:
Micheal Sheen (Frost/Nixon) , Rhona Mitra, Bill Nighy, ...

Konu: Karanlıklar Ülkesi destanının üçüncü bölümü geçmişe gidip Ölüm Tacirleri olarak bilinen aristokrat Vampirler ile yırtıcı bir kurt adam türü olan barbar Lycan’lar arasındaki çatışmanın kökenine iniyor.

Sonuç: Bir üçleme daha hikayesini tam anlamıyla kavratmak için zamanda geriye döndü. Lycan'lar akıllarını az kullanan, güçlü, hızlı ve yırtıcılar, teknikten öte kaba kuvvete meyilliler. Vampirler ise akıllı, daha narin ama dövüş teknik kapasiteleri yüksek varlıklar. At üstünde olmalarını büyük bir avantaj olarak kullanıyorlar. Matrix'teki makineler gibi; insan ırkının aristokrat ve zalimce davranışlarından kurtulup çok güçlenen bir ırk olabilme benzetmesini Lycan'lar için de yapabiliriz. Aslına bakarsanız Lycan ve Vampir ayrımını bütün sınıfsal çatışmalarda yerli yerine oturtabiliriz.

Birinci ve ikinci filmlere oranla daha fazla yakın çekim, daha detaylı savaş sahneleri görüyoruz. Aksiyon filmlerini estetik olarak değerlendirme tuzağına düşmeden, konusal olarakta daha fazla lagaluga yapmadan aksiyon severlere filmi izlemelerini tavsiye ederek ortadan kayboluyorum.

--- Hunger (Açlık) ---



Yönetmen: Steve McQueen

Oyuncular: Michael Fassbender (300- Stelios), Stuart Graham

Konu: IRA ile ilgili olarak çekilmiş filmde, Bobby Sands (Micheal Fassbender)’in insanlık dışı muamelelere maruz kalışındaki sertliği adeta yaşıyorsunuz. Diyalogsuz sahnelerin vuruculuğu ile başlayan film, tüm filme yayılan dehşetli gerçeklik duygusu ile izleyeni kavrıyor. (Beyazperde Konusu- Yorum mu? Konu mu?)

Sonuç: Hunger filmi; sinematografik olarak; içeriğin dile gelmesini destekleyebilecek harika bir estetik dizayn oluşturmuştur. İçerik olarak seçilen konu ve anlatımı biçimsel olarakta desteklenerek; içerik ve özün dengesi sağlanmaya çalışılmıştır.

Sıkı bir izleyim deneyimi olabilecek; sıkı bir proje. Entelektüel dışavurum deneyimler için birebir. Ama ben hala senaryo kurgusal evreninin başlangıcının yanlış yerlerden kıvılcım aldığını düşünüyorum. Sıkı sinemacılar izleyecek ve anlayacaklar...

Mehmet Emin Yıldırım

meyproduction@gmail.com

"M.E.Y"In Seyir Defteri- Marley ve Ben

--- Marley and Me (Marley ve Ben)---


Yönetmen: David Frankel (The Devil Wears Prada (Şeytan Marka Giyer) )

Oyuncular: Owen Wilson, Jennifer Aniston

Konu: Hayvan sever yeni evli çift John (Owen Wilson) ve Jenny (Jennifer Aniston), çocuk yapmadan önce köpek almaya karar verirler. Efsanevi müzisyen Bob Marley'nin ismini alan küçük yavru köpekleri hemen büyümüştür. Ancak Marley eğitimine cevap vermemektedir ve sahiplerinin emirlerini hiçbir zaman uygulamaz. Gün geçtikçe Marley evi mahvetmeye başlar. Bir ailenin iyi bir ders aldığı sevimli ama bir o kadar da hınzır köpeğin komik ve keyifli hikayesi.

Sonuç: Her ne kadar göze sevimli gelselerde; hikaye anlatımlarını tam anlamıyla destekliyemiyorum. Neden sinema? Gerçekten bir edebi eser de insanı kimi zaman sinemada olduğu gibi etkiliyebiliyor. Değil arkadaşlar; sinemacılar, sinema yapan ve sinema yapacaklar; eleştirmen ve yazarlar; öykü anlatmak sinema değil. Sinema ustanın çırak ile, aşığın maşuk ile, için dış ile konuşması için ayrılan iki saatlik süredir. Lütfen yalnızca öykü anlatmayın; sinematografi ve içerik için bırakın tüm deneyimleriniz senaryonuza yön versin. Senaryonuz son aşamada güçlü tümdengeliminizle zaten başı sonu olan bir öykü anlatacaktır. Etkilemek istediğiniz halk; yönlendirilmeyi sevmez, siz sizi ve hakikatinizi ortaya çıkartın; o zaman halk için olacaktır yaptığınız sanat.

İki saatinizi değerlendirmek için; türe tür denk gelen müzik ve edebi eseri kullanın; merak etmeyin birçok öykü anlatımı sinema eserinden daha çok zevk alacaksınız. (Ör: Loreena McKennitt- Dan Brown, Jean Christophe Grange)

Bu yazıdan sonra; iki saatinizi hoş tutabileceğiniz bir filmle karşı karşıya olduğumuz apaçık. Hem hakkını vererek selamlaştığımız; hem birçok kişiye öykü anlattığımız hem de sinematografik unsurları tavana vuracağamız zaman yakındır. Şimdilik öykü izlemek zorundayız.

"M.E.Y"In Seyir Defteri- He Was A Quiet Man (SıRadan Bir GüNdü)

--- He Was a Quiet Man (Sıradan Bir Gündü) ---


Yönetmen: Frank A. Cappello ( Timeline (Zaman Ötesi) )

Oyuncular: Christian Slater (Alone İn The Dark, Windtalkers) , John Gulager, Elisha Cuthbert, ...

Konu: Bob Maconel (Christian Slater) kötü bir gün geçirmektedir. Her zamanki 8 saatlik mesaisini kasvetli, gri kabininde, iş arkadaşları tarafından dışlanarak ve yaşadığı dünyadan tamamen kopuk hissederek geçirmektedir.

Bu berbat günde, kazara, potansiyel katillikten kahramanlığa geçer ve onu bugüne kadar hiç farketmemiş olan arzu nesnesi Venessa (Elisha Cuthbert)’nın hayatını kurtarır. Bu kahramanca davranışı onu monoton gerçekliğinden sürreal bir kasırgaya doğru çeker.

Sonuç: Enteresan. Fikrin ilginçliği ve gerçek ötesi öğelerin masalımsı bir tad ile sunulması seyir zevki yüksek bir esere parmak basmamıza neden oluyor. Paranoya temelimsi; git- gellerin açığa çıkmasını sağlamak amacıyla seçilen sinematografik unsurlar; her zaman bahsettiğimiz üzere öyküsel bütünlüğün biçim ile örtüşmesine olanak sağlıyor.

Başrol oyuncumuz ( C.S) fiziki özellikleri sayesinde hikayenin inanılabilirliğini arttırarak; başta bahsi geçen entrasan sözcüğüne adım atmamızı ve konformist hayatın iş dünyası abartı gerçeklerinin ne kadar yandaşı olduğuna inanmamızı olanaklı hale getiriyor.

Ben bu filmi beğendim; eğer öyküsel anlamda sinemada bir yenilik olanağı sunulabilseydi ve ismi aklınıza gelebilecek birçok paranoya temeline dayalı film; aktif mod dahilinde bulunmasaydı; bu kadar çok izleyici sinematografik hafızalarından çıkagelen kalıp düşünceleri sayesinde kendilerini üstün zeka kabul etmiyebilirlerdi। Hollywood şöyle der; “En iyi senarist; seyircisinin kendisini çok zeki sanmasını sağlayan senaristir.” Zekanızdan para kazanıyorlar beyler!!!


"M.E.Y"In Seyir Defteri- Yengeç Oyunu


--- Yengeç Oyunu---

Yönetmen: Ali Özgentürk (Balalayka, Kalbin Zamanı)

Görüntü Yönetmeni: Marton Miklauzic

Oyuncular: Ayça İnci, Ayşe Kökçü, Melda Yılmaz, Özcan Varaylı, ...

Konu: İstanbul üniversitelerinde tarih asistanlığı yapan Asya (Ayça İnci), yanına beş yaşındaki kızı İpek’i de alarak, kendine yeni bir hayat kurma umuduyla doğduğu şehre gelir. Kısa sürede üniversitede iş bulan Asya, öğrencileriyle birlikte, hepsinin hayatlarını değiştirecek sıra dışı bir projenin içinde bulur kendisini.

Eski Osmanlı mahkemelerinin belgelerini inceledikleri sırada, herkesin ilgisini çeken bir cinayet vakasıyla karşılaşırlar. Osmanlı döneminde namus cinayeti kisvesi altında işlenen ve beraat kararı çıkmış bir cinayet davasıdır bu.

Asya ve öğrencileri günümüzde de benzerlerine sıkça rastlanan cinayetin asıl sebebini araştırırlarken, davanın hâlâ hayatta olan taraflarından gelen zorluklarla birlikte, kendi hayatlarında yaşadıkları kişisel sorunları da çözmek için mücadele ederler.

Sonuç: Bir film fikri kafada belirdiği vakit; edebi kısmın ve diksiyon yeteneğinin kolektif kurması sayesinde iyi sonuçlar elde edebiliyoruz. Senaryo geliştirim aşamasında hızlı çalışmaya başlayan parmaklar; pratik zekalı senaristi gülücükler içerisinde belirli bir heyacan birikintisinin içine sürekledikçe; işlerin aslında daha da zora gittiğini gözden kaçırmamıza neden oluyorlar. Otuz dakikada buldum fikri; iki haftada döktüm kağıda. Ne güzel değil mi? Aslına bakarsanız iş; televizyon filmi, reklam filmi, tanıtım ve stüdyo çekimleri olduğunda hızlı ve pratik olmanız çok büyük yarar sağlayacaktır. Sinema? Peki sinema senaryosu; ilginç fikriniz ve gelişen kurgusal olaylar üzerinde size ne tür olanaklar sağlar:

Belirli bir süre zarfında; belirli bir öyküyü anlatıyorsanız (klasik yapı) bu öykü sinematografik bir bütünlüğe sahip olmalıdır. Bu klasik anlatının göze hoş gelen kuralıdır. Ayrıca; öykünüz kayda değer ve içeriğin sinematografiyle birleşebilmesi için esnek olmalıdır. Bu esneklik; fikir aşamasından sonra gelen; üzerinde uzun zaman düşünülme fiilini desteklemek için yapıda bulunur. İşte; Türk sinema yapısı çoğu zaman buradan puan kaybeder. Çünkü fikir; içeriksel bütünlüğün kuralabilmesi için bir değnektir ama ana kolon değildir. Konuşulan sinema olduğuna göre; edebi kalabilecek bir fikir; ya da devinim geçirilmeden sinemaya kopyalanan bir edebi eser; birçok yerli film gibi yetersiz kalacaktır.

Yengeç Oyunu filmi; giriş kısmının iyi çalışılması ve sonuç kısmının yeterli öyküyü anlatması dışında koca bir boşluk bırakıyor ellerimizde. Büyük bir heyecanla başlayan fikir; sonunu toparlıyor olsa da filmin; gelişme kısmında gerçekleşen kurgusal evren dışı olaylar işimizi zorlaştırıyor. Gelişme kısmına az daha zaman ayırsaydık mesala?

Biraz daha çalışılsa üzerinde; sinematografik fikirler için pratik olmayan derin fikirler konuşulsa; sevimli bir film izleyebilirdik. Yalnız şu an için; öykü anlatımı da olsa işimiz, bekleyecek ve çalışacak bol zamanımızın olduğu kesin...

"M.E.Y"In Seyir Defteri- Outlander (Yabancı)

--- Outlander (Yabancı) ---

Yönetmen: Howard McCain

Oyuncular: James Caviezel (Tutku, Monte Cristo), Sophia Myles, Jack Huston, ...

Konu: Viking dönemidir. Bir kahraman olan Kainan'ın gemisi, İskandinav kıyılarına vurur. Büyük bir çarpışma yaşanmıştır ve sadece Kainan ve Moorwen olarak bilinen vahşi bir uzaylı yaratık dışında hayatta kimse kalmamıştır.

Moorwen kendine yapılanların öcünü almak için önüne gelen herşeyi yok ediyordur. Onu herşeyi yok etmeden önce ortadan kaldırmak için Kainan'ın Vikingler ile birlikte hareket etmesi gerekir.

Sonuç: Lotr'un yapımcısı Barrie Osborne'nun yapımcılığını yapdığı Outlander filmi bizi Viking dönemine götürüyor. Bilgisayar oyunlarında eski dönemlerde takılmak isteyen ( Age Of Empires, Diablo, Myth) uzay çağı, milenyum gibi tabirlerin ve içerisindeki aşmış teknolojik unsurların etkisinde kalmadan mızrak ve koruyucusu kalkanın altına sığınmayı sevenler için ideal bir film. Aksiyon filminin içinde silah bulununca baştan sona efekten oluşan film sahnelerini yakalamakta zorluk çekiyoruz. Film en önemli artısını barut bulunmadan önceki döneme konu babında sırtını dayayarak kazanıyor.

Silah ve kalkanın olduğu döneme; film başında kaybettiğimiz lazer ışınlı silahların eksikliğini hissederek giriyoruz. İşte kolaj burada başlıyor; eski dönemimize fazla abartılmadan farklı gezegenden süper güçlü bir yaratık giriyor ve biz savaşa başlıyoruz.

Outlander filmi; final aşamasındaki duygusal kopukluklara rağmen baştan sona ince düşünülmüş sahne tasarımları, ideal animasyonları ve atmosferin sunulması için seçilen renk birliği ile yüksek puanı hakediyor. Gidin sinemaya ve fantastik bir uzay macerası izleyin, yanınıza silah almayın lütfen...

"M.E.Y"In Seyir Defteri- Bangkok Dangerous (Zor Karar)

--- Bangkok Dangerous ( Zor Karar ) ---

Yönetmen: Oxide Pang Chun, Danny Pang (Çift Yumurta İkizi)

Oyuncular: Nicholas Cage, Shahkrit Yamnarm, ...

Konu: Soğuk kanlı, acımasız katil Joe (Nicholas Cage), Surat isimli bir suç patronunun 4 düşmanını öldürmek için Tayland'ın başkenti Bangkok’a gider. Bilmediği bu yerde kendine rehberlik etmesi için Kong (Shahkrit Yamnarm) adlı bir dolandırıcıyı bulur.

Görevini tamamladıktan sonra genç dolandırıcıyı öldürüp ardındaki tüm izleri yok etmeyi planlarken zaman ilerledikçe Kong’a akıl hocalığı yapmaya başlar. Bu süre içerisinde yerel bir dükkanda çalışan sağır ve dilsiz bir kıza da aşık olmuştur. Bankok’un ışıltılı güzelliği içinde planını hazırlarken, hayatında yaşadığı bu iki gelişmeyle varoluşunu sorgulamaya başlar. Öldürme zamanı geldiğindeyse, Joe katil kimliğinin dışında bir başka kimliğini de keşfedecektir.


Sonuç: En başta; Nicholas Cage'den daha farklı bir yüzünde bu filmde oynayabileceğini söyleyerek başlayalım söze. Karakterin sonradan dönüşümünü gerçekleştirdiği narin yapıyadaki adama Nicholas Cage'in seçilmesi normal görünebilir yalnız; bir suikastçi için çok temiz yüzlü bir başrol seçimi bu. Daha sert hatlı ve dik bir sırta sahip olan bir orta yaş daha etkili olabilecekti kanaatindeyim.

İşlenen konunun ve sert karakterin dönüş noktasının neresi olduğunu keşfetmeye çalışmak zaman kaybı yaratabilir. Çünkü akıl hocalığı yaptığı Kong'un ilham olması ile kendini net kararlarının dışında bulan Joe; bir de bunun üzerine çok güzel bir kıza bağlanması ile birlikte tüm geçmişini ve idealsiz hayatını sorgulamaya başlıyor ve dönüşümün tüm filmin geneline yayılması nedeniyle bu adam bunu yapar mı acaba sorusu otomatikman devre dışı kalıyor. Azılı bir katil de; insandır ve iki hatta üç genç için kendinden ve tüm geçmişinden vazgeçebilir. Zamanımız var yani...

Orta şiddette sarsılan bedeninize, biraz vakit geçireyim, sinema kültürüme yeni bir Nicholas Cage daha ekleyeyim diyorsanız buyrun. Tayland'da ne kadar çok hırsızlık oluyormuş diye düşünmeyin, izleyin.

Mehmet Emin Yıldırım

meyproduction@gmail.com

"M.E.Y"In Seyir Defteri- BaşKa Semtin Çocukları

--- Başka Semtin Çocukları ---

Yönetmen: Aydın Bulut

Senaryo: Aydın Bulut- Serkan Turhan

Görüntü Yönetmeni: Tolga Çetin

Oyuncular: Mehmet Ali Nuroğlu, İsmail Hacıoğlu, Volga Sorgu Tekinoğlu, Ertan Saban, Eşyan Özhim, …
Konu: Gazi Mahallesi’nde yaşayan iki yakın arkadaşın “başka bir hayat” özlemi içinde, bulundukları ‘çöplükten’ kurtulma hayallerini ve bu hayalleri gerçekleştirebilmek için ödemek zorunda oldukları “bedelleri” konu alıyor.

Paralel polisiye kurguyla beslenen öykü, Güneydoğuda’ki operasyonlarda gösterdiği “kahramanlıkla” askerden bir ay erken terhis edilmiş olan Semih’in (Mehmet Ali Nuroğlu) askerden döndüğü gün kardeşinin cenazesiyle karşılaşması ve kardeşinin katilini aramasıyla devam ediyor.

Kardeşinin katilini bulmak için harekete geçtiğinde cevaplanması zor sorularla dolu bir başka savaşın içine sürüklenen Semih, gerçeğin arayışı içinde iz sürerken, "kaybedilen" şeyin sadece kendi kardeşinin hayatı olmadığını görecek, “Öteki İstanbul’’ da kaybetmeye mahkum edilmiş hayatların öfke ve çaresizlik duygularıyla beslenen sert yüzüyle de hesaplaşmak zorunda kalacaktır.

Sonuç: Yığınlarca zihin meselesi ve bunların hızlı bir şekilde patlak vermesi. Sinir krizleri, eğitimsizlik, fiziksel güç ve bunların esas temeli ego. Ego; kendi fikrinden, halinden, hareketinden, sevgisinden, ideolojisinden farklı olana takar “öteki” ismini. “Öteki” olan için de artık öteki başkasıdır. Bu basit olay böylece insansı toplulukların tümünde toplumsal egolaşır ve cimbomludan fenerliye, sağcıdan solcuya, aleviden sunniye, zeki olandan başka bir zeki “aptala” zıplayıp durur.

Çok basit bir örnekle küçük bir kişisel analiz yapalım. Aile içinde büyüklerinin yanında konuşamayan ve rahat hareket edemeyen bir çocuk; büyüdükçe içine kapanmaya başlar ve bu kapanıklığın çözümünü belirli bir itikada( amaç) bağlanarak bulmaya çalışır. Tepkisel olarak gelişen bu reflesk; çocuğun dışarıya bağımlı olmasını neden olur. Bu kapanıklık artık bir kurtuluştur; kimse bu kurtuluşu çocuğun elinden alamaz. Karşıt diyaloglara, başka fikirlere, başkalarına artık bu kurtuluşun içinde yer yoktur. Dışarıda patronlarından, büyüklerden, siyasilerden lafını esirgeyen baba; evinde aslan kesilip çocuğuna, karısına ters gider ve bütün olaylar babadan oğula, içten dışa, büyükten küçüğe, tarihsel süreçte topluma empoze olarak devam eder. Böylelikle en büyük ötekileşme aile ortamında başlar, sokak, semt, şehir, ülke demeden büyüyerek devam eder.


Tüm kanunlar, sınırlayıcı öğeler kişilerin refah içerisinde yaşamaları için adalet kavramı üzerinden yol alırlar. Adalet kavramı ilk insandan beri önemini kaybetmeden insan varlığının en önemli dayanağı olmuştur. İşte "Başka Semtin Çocukları" filmi; adalet kavramını güçlüce sezilebilen alter ego sahibi bir yönetmen tarafından "eşitlik" yapıtaşının altına yerleştirilmiş.

Seçilen estetik altyapı film evreninin alaturka bir kalıp halinde; gündelik hayata arabesk bir geçiş yapmasına neden oluyor. Bu seçim; ayrıntılı olarak düşünülürse oyunculuk, diyaloglar ve atmosferin doğru uygulanması ile seçilen dış mizansene tam olarak ayak uydurulmasını, teknik altyapının hikayenin içeriğiyle örtüştürülmesini sağlıyor.

Gözümüze batan en önemli izleyebilite sorunu; politik, ideolojik, psikolojik ve sosyolojik bir çok konu başlığının aynı anda farklı karakter hikayeleri üzerinden anlatılmaya çalışılması. Polisiye yapıyla desteklenen ve yan öykülere daha az önem veren bir minimal öykü yapısının; daha az ama daha sıkı karakterlerle anlatılmasının seyir zevkine önemli artılar katabileceği düşüncesindeyim. Benden bu kadar; iyi seyirler…

Mehmet Emin Yıldırım

meyproduction@gmail.com

"M.E.Y"In Seyir Defteri- 13. GüN- Friday The 13th

---13. Gün- Friday The 13th ---

Yönetmen: Marcus Nispel

Senaryo: Damian Shannon (Kitap), Mark Swift (Kitap)

Konu: Clay Miller kayıp kız kardeşini ararken, eski bir kulübenin kalıntılarına takılıp tökezler ve efsanevi Crystal Gölü'nden ormanın çıkardığı ürkütücü sesleri duyar. Çalıların altında başka birşey daha vardır.

Polisin ve orada yaşayanların uyarılarına rağmen Clay, yeni tanıştığı Jenna ile birlikte kardeşini ararken ulaştığı birkaç ipucunun peşine düşer. Ama öğrenecekleri düşündüklerinden fazlasını getirecektir. Çünkü Crystal Gölü'nün büyük ve karanlık bir sırrı vardır.

Sonuç: Klişe korku ve gerilim öğelerinin aynen tekrarı ile başlayarak; bir grup genç, ilk sevişen ilk ölür, son sevişen iyi güler kalıplarıyla on beş dakikamızı alan film pratik bir çözümle klişeden kurtulmaya çalışıyor. Bu sefer Jason’ı dolasıyla kaybolan kız kardeşini arayan kaslı bir arkadaşımız var. Jason filmleri adamı bekletir, sağa sola baktırır, karanlıkta nefes aldırır ve kafasına tokmağı yedirir. Dam üstünde saksağan vur beynine kazmayı modeli…

Jason gibi öldürülemez bir karakterin; milleti öldürmesini görmek isteyenler; ama bu sefer ki ölümler de çok kan dondurucu değil, azcık koltuğa yapışıyım da kim ölürse ölsün diyenler için ideal. Açıkca bu kadar saf ve donanımsız gençliği öldürmek için Jason’a gerek yok; onlar zaten kendilerini öldürüyorlar. Artık Jason, Freddy, gibi katliamcıların neden bu arzu timsali genç varlıkları öldürüyor olduklarını anlamışsınızdır umarım. Böyle gençler olmayın; ölürsünüz!!!

Mehmet Emin Yıldırım

meyproduction@gmail.com

"M.E.Y"In Seyir Defteri- --- Dost Kazığı- How To Lose Friends And Alienate People ---

--- Dost Kazığı- How to Lose Friends & Alienate People ---


Yönetmen:
Robert B. Weide

Senaryo: Toby Young (Kitap)

Oyuncular: Simon Pegg, Kirsten Dunst, Danny Huston, Megan Fox, Jeff Bridges, …

Konu: Sidney (Simon Pegg), çalıştığı derginin tam zıttı olan muhafazakâr New York dergisi Sharps'dan iş teklifi alınca çok mutlu olur. Artık istediği başarıya ulaşabilecektir.

Fakat bu yeni işle aralarına karıştığı Manhattan insanlarının aksine; gösterdiği kaba davranışları, garip şakaları ve başına gelen talihsizliklerle komik duruma düşmesi Young’ın hayatının kadınına rastlamasıyla daha da içinden çıkılmaz bir hal alacaktır.

Sonuç: İlk kısa filmimim adını görünce zihnimde oluşan geri dönümler; bu filmin Türkçe isminin neden “Dost Kazığı” olduğuna şüphe duymama vesile oldu ilk önce. Sol lobu ağır basan pratik zekâlı arkadaşlarım bu filmin içinde Dost Kazığı kâğıt oyunuyla, ya da kazık yemek fiilinin tepe noktasına sopayla vurduğu bir dostla karşılaşmak ne yazık ki çok zor. Mesela filmin içeriğine doğru akıl üretmeden filmin ismini yalnızca “Romantik Komedi” koysaydık daha iyi olacaktı sanki. (Kısa filmimin ismini koruyorum)

Shaun of The Dead ile tanıdığımız ve bence absürd komedinin en estetikli örneği olan “Hot Fuzz” ile sevdiğimiz Simon Pegg, durum komedisine hikaye içerisinden yaklaşan oyunculuk tarzıyla artık kült haline gelmiş diyebiliriz heralde. Bazı sinema yazarı arkadaşlarımın neden bu filmi beğenmediklerini de anlamış değilim. Komedi türüne “Party” estetiğiyle yaklaşırsanız; hiçbir filme gülmemeniz gerekir ki gülüyorsunuz; o zaman her filmi kendi küçük mantalitesiyle değerlendirmemiz gerekecek. Bu durumda bu film de izlenebilir bir hali en başından beri hak ediyor.

Simon Pegg’in uyumlu oyunculuğu, güzel bayanlar, şeker espriler ve eğlenmek temelli amaçlar için izlenmesi gereken bir film. Ben beğendim; siz bilirsiniz.

Mehmet Emin Yıldırım

meyproduction@gmail.com

"M.E.Y"In Seyir Defteri- The Pink Panther 2- Pembe Panter 2---

--- The Pink Panther 2- Pembe Panter 2 ---


Yönetmen: Harald Zwart

Senaryo: Scott Neustadter (Kitap), Steve Martin

Oyuncular: Steve Martin, Jean Reno, Emily Mortimer, Andy Garcia, …

Konu: Pembe Panter Elması'nın da aralarında bulunduğu efsanevi hazine çalınmıştır. Bunun üzerine cesur(!) dedektif Jacques Clouseau (Steve Martin), bu duruma el koyar.

Şef Müfettiş Dreyfus Fransız Polis Dedektifi Müfettiş Clouseau'yu, uluslararası detektif ve uzmanlardan oluşan rüya takıma atamaya mecbur bırakılmıştır. O da, bu grupla birlikte hırsızları yakalamak ve çalınan el yapımı hazineyi ele geçirmek için maceraya atılır.

Sonuç: Blake Edwars’ın yönettiği ve efsanevi oyuncu Peter Sellers’in oynadığı Pembe Panter serilerinden sonra 2006 yılının başında gösterime giren Steve Martin’li Pembe Panter belirli bir başarıyı ismin altına sığınarak yakalamıştı. Peter Sellers gibi durum komedilerinin sakar kıdemlisi olmayınca artık işler biraz daha repliklere taşındı, espriler fazlalaştı, oyuncu isimleri daha da önem taşımaya başladı. Bir de şöyle bir gerçek var ki: Dönem furyası sakar tipler ve yaptıkları; dünya çapında açılımlardır yüzyıl sonra dahi aynı durumlara gülecek hatta kahkahadan yarılacak insanlar bulmakta zorluk çekmeyeceğiz.

Steve Martin kendi tasarısını dedektif karakterin üstüne yüklerken, bir takım esprileri ve entelektüel söylemleri kendi izlenebilir çevresine seslendirdiği için film; bir miktar kapalı geliyor dile hâkim olmayanlara. Seri polisiye etkisi altında belirlenen içerik nedeniyle konusal olarak da fazla esnek olamıyoruz. Bu durumda bize eğlenceyi yakalamak için dikkati resimler üzerine vermekten başka bir şey kalmıyor.

Bu türün filmlerine eleştirisel yaklaşmak içimden gelmiyor. Rus estetiği arasında ezilmiş entelektüel arkadaşlarıma bir miktar dinlenmeleri için bir fırsat; hayat yorgunlarına da biraz tebessüm için boş iki saat veriyorum. Bu kıyağımı unutmayın!

Mehmet Emin Yıldırım

meyproduction@gmail.com

"M.E.Y"In Seyir Defteri- Erkekler Ne SöYler KadıNlar Ne Anlar (He's Just Not That Into You)

---Erkekler Ne Söyler Kadınlar Ne Anlar - He's Just Not That Into You ---

Yönetmen: Ken Kwapis

Senaryo: Greg Behrendt (Kitap), Liz Tuccillo (Kitap)

Oyuncular: Ben Affleck, Jennifer Aniston, Drew Barrymore, Jennifer Connelly, Scarlet Johansson, Justin Long, …

Konu: Bir telefonun başına oturmuş, daha önce sizi arayacağını söylemiş erkeğin geri aramasını mı bekliyorsunuz? Ya da kız arkadaşınızın artık sizinle niye uyumadığını anlayamıyor musunuz? Ya da belki ilişkinizde ileri adım atamıyorsunuz. Belki de sadece o kişi size göre değildir...

Erkekler Ne Söyler Kadınlar Ne Anlar” birbiriyle bağlantısız, 20’li 30’lu yaşlarında Baltimore’lu bir grup insanı konu alıyor. Söz konusu insanlar ilişki havuzunun sığ kısmından evlilik hayatının derin ve bulanık sularına doğru ilerlerken bir yandan karşı cinsin işaretlerini okumaya, bir yandan da “istisna yoktur” kuralına istisna oluşturmaya çalışıyorlar.

Sonuç: Güçlü bir ekibe sahibiz. Son dönem oyunculukları el altında bulundurup; romantik- komedi türüne ait filmimize hangi oyuncuları seçsek daha iyi olur sorusuna verilebilecek cevaplar için bir rüya takım oluştursanız; bu ekipten birçoğunu büyük ihtimal seçmek zorunda kalırdınız.

Ekip bu kadar büyük olunca; her oyuncunun suratını seyirciye gösterme isteğiniz size hikâye aşamasında zorluk çıkaracaktır. O yüzden yönetmen de bir miktar; didaktik belgesel türünden yardım almak zorunda kalmış. Filmin jenerik akışıyla birlikte; film kurmaca evreninin belgeselimsi bir havayla sonuç bulması seyircideki neden sorusuna cevap verebilmek için itici güç olabilecek bir ortam hazırlıyor.

Justin Long ve Jennifer Connelly; drama yapısına yüklenilmiş ağır sahnelerinin altından kalkabiliyorlar ki; diğer ünlüler de bu oyunculara eşlik ediyorlar. Oyunculuk dışında başka bir şeye değinmek de film açısından gayet zor. Canınız biraz flört teknikleri öğrenmek istiyorsa; bir takım öğretici semboller ile günlük ilişki hayatınıza yön vermek istiyorsanız izleyebilirsiniz. Muhteşem bir dramaturgi ile gözyaşları; ya da bol sırıtma ile dolu bir romantik komedi beklerseniz yanılırsınız. İşimiz vakit geçirmek ve flört sözlüğümüze yeni kelimeler yüklemekten başkası değil… Bu arada "İstisnalar kaideyi bozmaz!!!"

Mehmet Emin Yıldırım

meyproduction@gmail.com

"M.E.Y"In Seyir Defteri- Star Trek

--- Star Trek ---

Yönetmen: J.J. Abrams

Senaryo: Roberto Orci (Tranformers, Ada), Gene Roddenbery, Alex Kurtzman

Oyuncular: Chris Pine, Zachary Quinto, Eric Bana, Simon Pegg, …

Konu: Galaksinin kaderi iki sıkı rakibin elindedir. Bir tarafta Iowa’daki çiftlikte doğup büyümüş, serseri ruhlu, heyecan ve macera arayan genç James T. Kirk (Chris Pine); diğer tarafta ise her türlü duygusallığı reddeden mantık bazlı bir toplumda yetişmiş olan Spock (Zachary Quinto) vardır. Daha önce hiç gidilmemiş, hayal bile edilemeyen tehlikelerle dolu yolculukta mürettebatı yönetebilmek, ikisi arasında oluşacak sıradışı ama güçlü dostluğa bağlıdır.


Sonuç: J.J Abrams, Alex Kurtzman ve Roberto Orci senaristlik tabanında yeni bir dizayn ile Star Trek’e en baştan el atmışlar. Alex Kurtzman ve Roberto Orci daha önce birçok güçlü aksiyon yapılı filmin senaryo düzenini tasarlamış olmalarından dolayı birbirlerini ve seyircilerini çok iyi tanıyan bir ekip olmuşlardı; birde yanlarına eski takım arkadaşları Abrams eklenince özlediğimiz, eğlenmek istediğimiz klasik aksiyon yapılı filmimize sonunda kavuşmuş olduk.

Krizin ağır darbelerinin sinema üzerine etkileri yavaş yavaş kalkıyor diyebiliriz herhalde. Özlenen Hollywood; muhteşem efektleri ve inanılmaz dikkat destekli sanat tasarımlarıyla geri dönmeye hazırlanıyor bu aralar. Klasik yapı demişken; filmin sinema salonunca ilk bölümünün etkileyici ve ilgi çekici bir seyir gücüne sahip olduğunu söyleyebilirim. Genç ve özentisel yapı; film karakterinin gelişmiş ve sonuna ulaşmış yeteneklerinin peşinden değil; sıradan ama gelişmeye açık yeteneklerin peşinden koşar. Karakter bir kere gelişmeye görsün; özdeşleşme azalır çünkü artık karşımıza çıkan herkesi zorlanmadan dövebiliriz. Çözüm; her yenilenen güce karşı yeni bir eksik ve bu eksiği değerlendiren bir düşman olacaksa da biz her zaman ilk başta kahraman süper özelliklere sahip olmadan önceki hali özler dururuz. Ben Level 1 Rexxar’ımı özlüyorum mesala.

Açıklamalar ışığında dikkate değer nokta; filmin giriş kısmının insanı heyacanlandırdığını gençlik günlerine geri döndürdüğünü açıklamak olacaktır. Gelişme kısmının ortalarına ve sonuç kısmına doğru ise minimal bir yapı ve sabitleşmiş karakterler görmekteyiz. Bu durumda eksik nokta; Spock ve Kirk arasında bahsi geçen muhteşem dostluk kırıntısının tüm hikâyeyi ele geçirmeye başlaması ve giriş kısmından kaynak alan aksiyon yapının sekteye uğramasıdır.

Çok lafın kısası; ilk 45 dakika çok beğeneceğiniz sonraları giriş kısmını arayıp “idare eder” diyebileceğiniz bir klasik Hollywood filmi; belki de bol heyecanı ilk başta vererek yanlış yaptılar ha! ne dersiniz?

Mehmet Emin Yıldırım

meyproduction@gmail.com

"M.E.Y"In Seyir Defteri- Devrim Arabaları

--- Devrim Arabaları ---

Yönetmen: Tolga Örnek

Senaryo: Murat Dişli, Tolga Örnek

Müzik: Demir Demirkan

Oyuncular: Taner Birsel, Halit Ergenç, Vahide Gördüm, Selçuk Yöntem, Uğur Polat, …

Konu: 1961 yılında Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, yerli üretim bir otomobil yapılmasını emreder ve görevin TCDD işletmesine verildiğini açıklar. Hemen işe girişen 23 mühendisin önünde bu otomobili yapmak için Cumhuriyet Bayramı' na kadar yalnızca 130 gün vardır.

“Devrim” adı verilecek olan bu arabayı üretmek için 23 mühendis, kariyerlerini ve aile hayatlarını riske atarak zamanla, yoklukla, politikayla, karşılarına çıkan sayısız engelle baş etmek zorunda kalırlar.

Sonuç: Devrim. Askerin isteği bir araba ve bu büyük oluşumun altına saklanan büyük kin. Sinemanın büyük harflerle dışarı saçtığı felsefesi, siyaseti, futbol takımı tercihi olur mu? acaba. Eisenstein yapmış bir yıkıma ön ayak olmuştur evet ama ne zaman sineması sinemanın özüne ulaşmış, katı matematik havuz problemlerinin çözümünün üstünde zevk verebilmiştir mesela...

“Devrim Arabaları”
filmi ismen yönlendirdiği politik düşünce tuzaklarını ilk baştan ortadan kaldırmış. Film içinde geçen radyo anonsundaki gibi yalnızca isminde “Devrim” kelimesini bırakarak; tüm diğer politik fikirleri bir minimal öykü içerisinde eriterek yok etmiş. Böylelikle bir gelişimin nasıl da itikad haline gelmiş düşünceler tarafından yanlış anlaşıldığını, bir askerin keyfinin bozulmasının Türk sanayi sektörüne damgasını, asker ile siyasinin, mühendis ile ustanın, halk ile Devrim’in güçlü birlik yapısına rağmen bir arabanın nasıl da ortalarda benzinsiz kaldığı gözler önüne seriliyor. Aydın kesim gelişimin yanında olması gerekirken; hak- hukuk yapısının tepeden inme monarşi ile yıkılmasını bahane ederek; arabaya saldırıyorlar. Devrim yıllarının tek işe yarar tarafı; yanlış yapılanlar tarafından ne yazık ki yanlış anlaşılıyor…

Film; ismi “Devrim” olacak bir yapıya uygun, ama yönetmen "Arabaları" da yanına ekleyerek siyasi bilgisi olmayan genel izleyici de yol açmış oluyor. Çalışılmış senaryo ile sivri taraflar metinden uzaklaştırılıyor. Sakince yalnızca arabamızın yapılışına yükleniyoruz. Güzelim hikaye; dikkat verilmiş renk, iyi çalışmış sanat ve iyi oyunculuklar ile izlenmeye hazır bir film haline geliyor.

Neden! Sinematografi ile hikâye örtüşmüyor? Kamera hareketleri yalnızca durumları resmediyor? Devrim sinemaları neden sanatın temeline inmiyor? Öykü; neden yalnızca öykü anlatılıyor? Bunlar da işin benlik tarafları. İyi seyirler!

Mehmet Emin Yıldırım

meyproduction@gmail.com