14 Aralık 2011 Çarşamba

Ingmar Bergman- Tystnaden ( The Silence)


Sessizliğim

Winter Light filminin üzerimde çok büyük bir etkisi vardır. Yoğun teorik çalışmalarım ve iş arama (reklam yazarlığı) çabalarımın denk düştüğü zamanlarda yorumlamak ve üzerine düşünmek için sıra WinterLight filmine gelmişti. Bergman'ın Triloji (üçleme) yapısını bilmeme rağmen, biraz araştırma yaparak, üzerine çalıştığım konulara daha yakın olduğunu düşündüğüm ikinci filmden izlemeye başladım seriyi. Filmin üzerine de bir yazı yazmıştım.

En önemlisi; Adam filmimi Winter Light'ı izledikten sonra çekmeye karar vermiş olmam.  Filmin minimal olay örgüsü ve film fikri kabul ettiği "Tanrı Arayışı" teması gözüme çok hoş gelmişti. Önceleri fikrini oluşturduğum Adam filmimi bu filmden yakaladığım güzel duygularla ve depoladığım fazlaca gazla senaryo haline getirip, uygulamaya koymuştum.


Winter Light'ın önemi o yüzden ben de büyüktür.

Üçleme içerisindeki sıraya göre son film olan The Silence ikinci olarak yazmak istediğim film.

Sessizliği biraz bozmaya başlayalım diyorum!

İki Kardeş

Filmin iki kadın karakteri arasında en başlarda pek fazla dışarı (seyirci) vurulmayan bir husumet söz konusu. İki kız kardeş arasında geçmiş zamanlarda yaşanılan kişisel problemler büyük kardeşin hastalığının ciddiyeti içerisinde bile devam ediyor.

Büyük abla, çalışkan, kuralcı, titiz ve mükemmeliyetçi. Çok okuyor, çok yazıyor, eksik, hasta ve güçsüz görünmekten çok korkuyor.

Küçük kardeş; güzel bir yüze ve fiziğe sahip. Arzulanabilecek bir kadın. Dış görünüşüne çok önem veriyor, çünkü zihinsel durumlarda, ablası ile kapışabilecek bir dil- kültür disiplinine sahip değil.

Yani küçük kardeş; ablasının egomanyası altında kaybettiği bireyselliğini bedenine önem vererek, onu çekinmeden halka sergileyerek önemli bir insan pozisyonu kazanmaya çalışıyor.

Çatışmanın temeli; küçük kardeşini her zaman hatalı, eksik ve zavallı laflarıyla büyüten büyük abla yüzünden kopan aile bağlarında.

Yan çelişki/ çatışmalarda ise; kendi insani güzelliğini dış baskı (abla) ortamı yüzünden ortaya koyamamış, erken denecek yaşta evlenmiş küçük kardeşin; ahlaki sınırları zorlamak pahasına kendini gerçekleştirme çabası bulunuyor.

Büyük abla, mükemmel derecede geliştirdiği zihni sebebiyle insanları küçümseyen bir konumda. Ama küçük kardeş, ablasına oranla daha güzel bir dış görünüşe sahip.

Küçük kardeş; ablasının kendisine yetişemeceyeciğini düşündüğü erkekler konusunda daha öne çıkmış. Büyük abla evlenmesi gerekirken, küçük kız evlenmiş.

Büyük ablanın yaşı kemale ermiş, cinsel anlamda tatminsizliği var.

Bunları bir eziklik durumu gibi kavrayan küçük kardeş de ablasına ego noktasında yetişebilmek için bu verileri kullanıyor.

Abla ise kardeşinin kendini kanıtlama çabasını kızın bilinçaltında gördüğü için, halen onu zavallı bir konuma etiketlemekte ısrarcı.

Ve yolculukları sırasında bu iki kardeş ve küçük çocuk kötü ilişkilerini bizlere sunabilecek bir otelde konaklıyorlar...

ABLA FİRARDA

Büyük çevirmen ablamız; babasının (erkekleşme) hastalığını kabullenmiyor. Eksik ve güçsüz olmayı kendine yediremiyor. Kardeşinden gelen, kendi astsubayından gelen yardımları dahi geri çeviriyor.

Kendini hep bir erkişi olarak yetiştirmeye çalışmış. Her işini kendi halletmiş. Güçlü bir zihne ve bedene sahip. Ee doğal olarak da kadın doğasının normali olan cinselliği tatmaktan biraz uzak kalmış.

Tarkovski'nin her filminde ve röportajlarında bahsettiği, modern kadının tuzaklarına yakalanmış. Kadının fedakarlığı, kadının hakikati normlarını kardeşine bakmak uğruna (bahane) geri planlara atmış.

Kadın ve hakikati...

Bu tema önemli yönetmenlerin filmlerinde başat bir noktada bulunur.

...

Modernleşmenin yerleştirdiği yeni kadın tiplemesi, kendine binlerce yıldır yapılan haksızlığa dur diyebilmek için erkek birey gibi davranmaya başlamıştı. Belki doğru bir amaca hizmet ediyordu bu hareket ama kadın kendisine dayatılanın tam tersini yapmak için çıktığı yolda aşırı uçlara ulaşmak yüzünden kan kaybediyordu.

Hem kariyer hem çocuk yapmak fikri nerden çıktı sanıyorsunuz.

Hem kariyer, hem çocuk yapılmasında bir problem yok ama madem bir problem yaşanmıyor, neden o zaman her yerde bas bas bu beylik cümle kullanılıyor...

Hiçbir erkeğin, hem çocuk yaparım hem de kariyer dediğini duydunuz mu!

Zaten yaptığın bir şeyi, zaten olduğun bir şeyi neden dillendiresin.

İşte kadının kaybı ve önemli yönetmenlerin bahsettiği nokta burada...


Kadın yükselmek uğruna, kendi hakikatinin üstüne basmak zorunda kaldı. Halbuki kadın; hem kariyer, hem de çocuk yapabilirdi.

Bu uzun bir süreç tabii, tahmin ediyorum herhangi büyük bir doğa felaketi, savaş olmazsa kadın; toplumdaki eşitliğini sağlayacak ve artık kariyer, çocuk triplerinden uzakta, insanca yaşamayı öğrenecek...

Bu noktaya gelmenin suçu erkeklerindir kabulüm. Ama kadının ego üzerine kurulacak bir yükselmeyi kabul edecek kadar hırslanması sadece kadının eseridir.

İLİŞKİLER

Filmi diğer ikiliden ilişkisiz olarak düşündüğümüzde kadının toplumdaki yerinin sorgulanması ile ilgili olduğunu söyleyebiliriz.

Erkekleşen, lüzumsuzca erkeğin en büyük belası egoya tutunan kadın figürünü ve bunu kabul etmeyen eski kafalı, doğanın kendisine atadığı bedeninin cazibesini kullanan geleneksel kadın figürünü görüyorum...

İkisi de kadının hakikati değil. Bu işleniyor.

Birisi yalnız başına ölecek kadar gururlu, diğeri de kendi bedenine yapışacak kadar bencil, iki kadın inceleniyor.

Bir de çocuk var arada.

Hiç anlamadığı dilden konuşan insanlarla ilişki kurabiliyor.

Hem teyzesini, hem annesini hiçbir problem olmadan kucaklıyabiliyor.

Çocuk gibi saf, temiz bakıyor insanlığa.

Oyun oynuyor, çünkü enerjisi var.

Etrafta koşturuyor, çünkü meraklı.

Ee be kadınlar, erkekler diyor Bergman:

Sizin bu çocuktan ne farkınız var!

Nedir bu kompleksler.

Nedir bu sevgisizlik.

Aynı dili konuşup anlaşamamak neden!

SİNEMA

Bergman'ın fotografiyi çok düşündüğü söylenemez. Anlatımını daha çok düşünsel temelde konumlandırıyor. 

Çok ciddi bakarsanız, kendi bireysel özgürlüğünü deneyimleyemeyen bir yönetmenin filmlerinde ışık göremezsiniz.

Kieslovski, Tarkovski, Parajanov gibi sinemacıların görsel aydınlanma fikirlerini, o küçük insani boşlukları yakalayamazsınız.

Analiz, derinlemesine kavrayış, güçlü bir sezgilem görebilirsiniz ama hep bir tıkanıklık bulunur filmlerinde...

Modern insanın aynası durumundadır bu yönetmenler...

Lakin insanlık tarihine DOĞU kavrayışının getirdiği gözden bakacak olursanız; klasik, modern, postmodern insanın handikaplarından ötede, bu akımların oluşturduğu insan tipine bir nefes alma alanı imkanı sunulmuştur.

Yani insanın analizi; ortaya koyduğu küçük düşürücü davranışlardan çıkılarak değil, insanın kendisinin daha üstün olduğu anlayışından çıkılarak değerlendirilir.

Kendi hakikatini unutmuş bir insan; zaten ne yaparsa yapsın, hep bir eksiklik duyacaktır bakışından değerlendirilir.

Bu bakış açısı; sanatın bir kişisel terapi olmaktan çok bir yaratım (aşmak- aşkınlamak) eylemi olduğunu sunmaktadır.

Bergman'ın tüm filmlerinde bu terapistlik fiili görünebilir. Sanki filme dokunacak bir aşkın güç; filmin tüm havasını değiştirecekmiş gibi görünür.

Ben bir seyirci olarak; kendi farkında olduğum problemlerimi yeniden karşımda görmekten çok, problem dediğim şeylerin asıl nedenlerini görmeyi tercih ederim.

Siz ne dersiniz!

14.12. 2011