7 Aralık 2011 Çarşamba

Krzysztof Kieslowski- Dekalog- 4- Anne ve Babana Saygısızlık Etme!


DAD

Sofistike bir bölüm bu. Anana ve babana saygı, hürmet göster ki; yaşadığın mekanda selamet bulasın" karmaşıklığında bir orta metraj.

10 Emir'den yola çıkarsak kolay okuyabileceğimiz bir film gibi gözüküyor lakin filmi izleyince durumun vahameti bizi her yerimizden sarıyor.

Çok konuşmayan bu film yönetmenlerinin filmlerini ingilizce altyazıdan ya da ingilizce altyazıdan çevrilmiş türkçe altyazılardan izlemek filmin o küçük detaylarını kaçırmamıza neden oluyor demeliyiz öncelikle...

Ayrıca; yönetmenin kültürüne doğru bir okuma yapmamız için kulağımıza çok uzaklardan gelen aktarma bilgileri ayıklamak; yönetmeni evrensel salt bir deneme tahtasında değerlendirmek zorundayız.

Zor...

Ama deneyelim bakalım:

Şimdi; anne ve babaya olan saygı, temelinde doğa oluşumlarının en gelişmişi (bütün anlamda) ve en hassası olan insan için bir vefa örneğidir. Sizi ölmeden 20 yaşınıza kadar getiren bu aracı bireylere maddi ve manevi katkılarından dolayı (karşılık), ayrıca beraber geçen yaşantınızın kattığı karşılıksız sevgiyle cevap vermelisiniz.

Hassas nokta şu; anne ve babanız istemediğiniz türde bireyler olabilirler. Ya da gerçekten olmasını istediğiniz (seçebilme şansı olsa) bireyler de olabilirler.

10 Emir'in ve bunun gibi toplumsal düzeni korumak için koyulmuş kuralların nihai hedefi; istesek de istemesek de bize hizmet eden anne ve babamızı hürmetle andırtmaktır.

Yani; 10 Emir'in koyduğu 4. kural anne ve babayı iman düzeyinde sevmeyi, saymayı sağlamaktadır.

Her kural; karşıtını da içermek zorunda olduğu için; anne ve babasını sevmeyen insanlar için bir soru işareti oluşturacaktır.

Sevmediğim bu insanlara nasıl davranmalıyım?

Benim bir birey olarak var olmamı engelleyen, beni kendilerine benzetmeye çalışan, benim bilinç seviyemde olmayan bu insanları da sevmek, saymak zorunda mıyım?

İşte gedik burada:

10 Emir disiplininde yaşayan bir karakter için idealize edilmiş bu kurallar bütünü (10 Kural) bir zorunluluktur. (Farz) İstenmese de yapılmak zorundadır.

Bu durumda, bir noel akşamı bilinçsiz bir şekilde temelleri atılan ben; annem denilen kadını döven, beni istediğim gibi yaşatmayan, babamın kafasını boş laflarıyla dolduran bu dişi veya erkeği sevmek en azından onlara saygı duymak durumundayım!

Ya da bu 10 Emir muhkem (hüküm veren) yasalarını çiğneyip, rest çekip o aileden uzaklaşacağım.

Seçim sizin?

Ama ilk önce...

Böyle bir olasılık üçgeni içinde yaşayan bir genç birey için ve onun bedensel, zihinsel sağlığı için araf- dilemma- ikilem oluşturuldu.

Mantık düzleminde çok gereksiz bir uygulama olabilir ama size benden bir şifre; bu tür kurallar insanda bu tür bir ikilem yaratmak için koyulmuşturlar. Bu ikilem, bu ikilemden kurtulamayanlar için çok problemli bir süreç olabilir lakin bu ikilemden kurtulup iki noktaya da saf gözlerle bakmak, kendini bulmak noktasındaki bireye inanılmaz bir deneyim süreci katmaktadır.

Kural var ise; karşıtı da vardır. Ama kural yok ( ki toplum yapısında şimdilik imkansız) ise; karşıtı da bulunumaz.

Kural; özdeştir. Karşıtı da kuralın yadsınması. Selamet kural tanımamakta değil; kuralları bilinç düzeyinde aşkınlamaktadır. Benden söylemesi...

Bir de anne ve baba bireylerini bilinçli bir şekilde seçen kişilikler vardır. Anne ve babalarını isterler, onlar gibi olmak isterler, anne ve babalarına zorunluluktan değil de; sevdikleri için severler.

Bu durumda neler olur!

Genelleştirme olmasa da erkek çocuk annesine, kız çocuk da babasına ilgi duymaya başlar. (Yaş 14- Ergenlik)

Karşılaştığı erkek ve bayanda onların özelliklerini arar. Herkesi ilk temel aldığı bu bireyler üzerinden değerlendirir ve kıyaslar. Bu bireylerden ölümleri durumunda bile kopmak imkansız noktalara gelebilir.

Kendisine dayatılan kuralları saygı duyduğu için uygular, selameti onların yanında iken arar.

Şifre 2:

İki zıtlık da aşılması gereken bir gelişim aşamasıdır. Severek ya da sevmeyerek o kişilerin iktidarından azat olunması gerekmektedir. Bu bir olgunlaşma aşamasıdır.

...

Kieslovski; her zaman ki gibi; çatışmayı biraz flu bir düzlemde kurmuş. Kız mektubu okumamış ve doğal olarak da babasıyla (Michal) büyümüş olduğu için (onu benimsediği) babasına yoğun bir ilgi duyuyor.

Baba; içindeki süpheden dolayı ne yapacağını bilemiyor.

Gerçekten bu kız (Anna) onun kızı mı, yoksa değil mi!

Ve kız çocuğun başlattığı kurmaca ile iki tarafta birbirine açılıyor. Herhangi bir cinsel doyum amacı yok. Kız karşısındaki adamı bu konuda zorluyor ama bir cevap gelmiyor.

Mektup açılmalı ve gerçek öğrenilmeli.

Ama içleri dökülmüş iki birey; yaşadıkları ve konuştukları şeylerin sarhoşluğuyla mektubu yakıyorlar...

Ee tabii Kieslovki amcamız da ensest bir ilişkiyi engellemek için film içindeki sahte baba- kız aşkını sonuçlandırmadan ama adamın kızın babası olmadığına doğru tavır alarak (?) filmi sonlandırıyor.

Ve bize de kurallar, emirler ve neden olduklarını sorgulamaktan başka bir düşünme yöntemi kalmıyor.

TABU

Üzerinden 2500 sene geçti. Kurallar basitlikleriyle ortada duruyorlar.

Siz 10 Emir üzerinden Kieslovski gibi mini filmcikler yapacak olursanız ne yaparsınız.

O dönemi yeniden mi kurmaya çalışırsınız...

Basit (muhkem) anlamını kavradığınız başat cümleyi aynen mi anlatırsınız?

Yoksa...

Gelişen toplum dinamiklerini belirlediğiniz başlık altında kendi yorumunuzla birlikte mi sunarsınız.

Soru bu?

10 Emir'in tarihini anlatan filmlerden artık pek zevk almıyoruz değil mi!

Ama.




Kendi yorumu katılan bir emir cümlesi bize ne kadar da enteresan geliyor.

Tabu belirleniyor, kuralın aslında ne anlatmak istediği deneyimleniyor ve film karmaşık bir şekilde ortaya koyuluyor.

Sanmayın ki Kieslovski bu emirlere harfiyen karşıt, sadece anlamı üzerine düşünmeyen yobazları- hoşlarına gitmese de- denetliyor.

Anlamları genişletiyor. (Müceddid)

Bir nevi tefsir- tebyin (beyan) çalışması bu.

Neden!

Sizce görsel bir tefsir yapılamaz mı?

Sizce rabbi, ferisi yahudaların yaptıkları yorumlama çalışmalarından ne tür bir farkı bu eserlerin?

Peki ya sizce Kieslovski de bir müfessir değil midir?

Görsel bir meali nasıl karşılarsınız!

Birkaç soruda benden...

GÖRSEL ve İŞİTSEL

Dış ses sanki yok. Her birey edim içerisinde yalnızca o edimin atmosferini yansıtıyor.

Yani gece köpek sesini, araba sesini, komşu sesini duymanız çok zor.

Semih Kaplanoğlu'nun Bal filminde en küçük ayrıntıya ayırdığı ses frekansının tam tersi oluşuyor. (Film Yapma Yöntemi)

Sessizlik.

Salt sessizlik.

Mektup açıldığında yalnızca kağıt sesi duyuyorsun. Başka hiçbir şey yok.

Bu sessizlikte "ah içim memleket havasıyla doldu" seyircisini kaçırmamak gerek. O yüzden planlar çok iyi çalışılmış ve doğrudan (straight) görsel fikre odaklı.

Küçük bir boş görseli bekleme süresi bile yok. (Nuri Bilge) 

Diyaloglar sınırda tutuluyor. Özdeş bozma (bilinçli sinema yapma) akıllıca ve yeterli. (Kızın Kameraya Bakması)

Çok beğeniyorum gerçekten.

Seçilen konuyu, kamera ve sesin kullanım dilini, oyunculukları, kurguyu...

O kayık taşıyan adam varya; kız mektubu açmasın diye bakıyordu boş bakışlarla.

Babanın süt almaya gidiyor diye mutlu olduğu kızın kurtarıcısı hani...

Bana böyle şeyler gerek.

Sana da gerekmez mi!

08.12.2011