16 Şubat 2011 Çarşamba

Nuri Bilge Ceylan- İklimler

BEN


Böyle bir durum var tabii. İnsanın kendine vakit ayırması, hep kendiyle olması. İnsana verilen en büyük haktır bu.

İnsan kendine, yani kendi üzerindeki araştırmalarına zaman ayırmalı ve tüm hayat karmaşasından kendini sıyırmalıdır.

Uzlet, inziva, meditasyon...

Karınızdan, çocuğunuzdan, büyük ailenizden, işinizden, en büyük hobinizden biraz sıyrılmalısınız. Öğrenmeyi de bırakmalısınız. Tek-e tek takılmalısınız.

Bu fiili abartırsanız, kendinizi tamamen izole etmeye çalışırsanız hayatın maddi düzleminden; o zaman da yaratılışınıza ters bir takım getirilerle karşılarşınız. Eğer ki çok küçük yaşta yapmaya başlamızsanız bu "gözden kaybolmayı" artık ilerde vücudunuz- bünyeniz hata vermeyi bırakır. Sizi kendinize bırakır.

Kendinizle kaldığınızda ne yaparsınız?

İnsanı, evrimleri, tarihi, coğrafyayı, yani ilim- bilimi araştırırsınız.

Ya tersi olursa?

Yani araştırmak yerine; sadece yalnız kalıp bir takım tekrar cümleleri söyler, kendinizi sadece salt düşünmeye adarsanız ne olur.

Düşüncek birşey kalır mı geriye!

Taassub, muhafaza, gerileme olur. Aynı Osman'ın Devleti'nin son zamanlarındaki gibi.

İnziva olayı tek başına kalıp insanlığa hızlı yoldan hizmet etmek içindir. Paylaşmak için. Kendine ettiğin hizmet, insanlığa yapmış olduğundur ve bu en büyük ibadettir. Değil mi?

8-13. Yüzyıldan "evet" cevabını duyuyoruz. En büyük uzlet gelişimi zamanından...

Bu noktadayken şöyle bir keskin ayrıntı kalır ortaya.

Anne, baba, kadın, evlatlar, arkadaşlar nedir?

Neden zaman ayrılmalıdır! Sadece öğrendiklerimizi "paylaşmak" için mi ihtiyacımız vardır onlara? Bizleri dinlemeleri için mi?

Dünyayı Kurtaran Adam'ın, insanlara olan hizmetini tamamlaması için yalnız takılması mı gerekmektedir! Başka türlü olamaz mı?

Fiziksel ihtiyaçlarımız karşılandığında (seks- yemek- içmek- uyumak) "ben" başka birine daha ihtiyaç duymaz mıyım?

Ben; yani kendini geliştirmeye, araştırmaya, sanat yapmaya adamış olan BEN.

Bir kadına "Fall İn Love" yapamaz mıyım? Kendimden daha çok, hizmet görevimden daha üste tutamaz mıyım o kadını?

Tek başına yaşamaya alışmış olan BEN, kadının boş, kafamı patlatan konuşmaları karşısında ne yapmalıyım. Devam mı etmeliyim. Yoksa bırakmalı mıyım kadını?

Nuri Bilge; İklimler filminde "bir aldatma" yüzünden mi problem yaşıyor sizce kadınıyla?

Yoksa ne? Kaybettiğini düşündüğü kadın kendisine geri dönünce neden geri dönmekten vazgeçiyor adam.

Gurur mu, yoksa "mission complete" mi? Seks mi?

Ne mi?

Bir koca benliğin; her şeye sahip olup, hiçbir şeyden sorumlu olmak istememesi bu. Her şeyi bilip, hiçbir şey paylaşmak istememek bu. Öğrenip anlatmamak. Öğrendikçe öğrenmek, uzletten çıkmak istememk bu!

Küçücük gururunun, koca bir "Ağrı Dağı" taklidi yapması bu.

Yediğin yemeğin bulaşıklarını yıkamamak bu. 

Ama sonra ne oluyor; yıkamadığın bulaşıklar yüzünden yemek yiyemez hale geliyorsun!

Üşüyor musun yönetmen?

Görsel Mizah


Görsel düşünce denince; uzun süre foto-grafi  ile uğraşan "Nuri Bilge" den söz etmeden olmaz gibi geliyor bana.

"Edebi fikir- görsel çevirim" gibi değil de "görsel fikir- görsel uygulama" şeklinde düşünen nadir yönetmenlerden.

Az planı ve bol görselliği var. Yeteneği muazzam. Adama zorla leblebi yedirttiriyor.

Uzak mı? İklimler mi?

Görsel dinamik olarak "İklimler" filmi uzaktan çok daha ötede.

Şöyle bir problem olmuyor değil tabi; "kar yağıyor ve bir pencere görüyorsunuz" bu resme hemen bir aksiyon kuralım. Ana fikrimize uygun olsun diyor ve yapıyorsunuz.

Bu da görsel düşünenin baş belası. İyi resimden, tüm film için vazgeçememe. Tüm estetik için bir resimden vazgeçememe...

Uzak filminde film fikrini tekrar eden en az 20 plan ve çerçeveleri yüzünden onlardan vazgeçememe.

İklimler de o kadar fazla değil, ama yatak odası sahnesi (Ağrı- Otel), biraz deneme tahtası şeklinde fazla planla örülü. Tüm filmin dışında kalıyor bu sahne...

Yüksek bir şölen, çok marifetli çerçeveler, ezber bozan görsel fikirler.

Tebrikler...

Metaforik Düzlem

Yönetmen yaparken düşünür. Olması gerekmese de bir kaç görsel metaforun yorumuna göz atalım:

Yazın başlayan pişkinlik ve "güneşin" insanın kendisine olan yakınlığı. İnsanın kendini dünyanın merkezinde hissetmesi.

Kışa doğru içine sinen, ortaya çıkan kaybetme korkusu. Güneşin başka coğrafyalara ego dağıtması.

Batı ve Kaş (Antalya) daki harabeler. Antik yunan, batılılaşma. Batı gibi kurulmuş ilişkiler, bozuk, aldatmacalı, çok eşli. Muhafaza edilen benlik.

Doğu (İshak Paşa) tek eşlilik, sevginin, ruhun ve sezgilerin geri gelmesi. Muhafaza edilen kültür.

Ama batı gözüyle bakılan bir Doğu, nedir ki!

Fotoğraf; mimari kontrol, hocalık, evleneme, evli yaşayamama.

Kadın problemlerinin kendi hayatının ve gezintilerinin önüne geçmesini engelleme...

Sarı renkte Batı, mavi renkte Doğu.

Hangisi daha sıcak?

Güneşin altında kavuran, ama bencillikle yüklü batı mı, yoksa soğuktan elinizi dışarıya çıkartmadığınız, harbi adamlarla dolu yüksek rakımlı Doğu mu.

4 Mevsim

Biçim iyi kurulmuş. Resimler muazzam. Eleştirmek için gedik arıyorum ama zorlanıyorum...

Oyunculuklar; biyografi unsurunun farkında hareket ediyor. Dublaj sırıtması yüzünden bazı sahnelerde oyunculukların kötü olduğu izlenimi oluşuyor.

Ayrıca elimdeki koz şu; Zaman.

Fotoğraf 4 Boyutu (Uzunluk, genişlik, derinlik, zaman) maksimum 3 boyuta sığdırabilir ama sinema 4 boyutu da 4 boyuta sığdırabilir.

Zaman algısıyla bilinçli bir şekilde oynamak, sinemacının en büyük kozudur.

Tüm ezberleri bozmalı sinemayı "zaman" kavramı üzerinden ve tabi ki günümüzün bilinç (5. Boyut) kavramı üzerinden yeniden değerlendirmeliyiz.

Eleştirmek güzeldir, eleştirilmek iyidir.

Kendimizi daha ileriye, daha fazla uzlete sokmamızı sağlar.

Değil mi sufi!

16/02/2011

Kader- Zeki Demirkubuz

Görüntünün Menteşesi

  • Adam kızın odasına zorla girer, kızı saçından tutup yere fırlatır. 
Yine soralım:

Bir görsel oluşum hangi temele sahiptir? Nasıl olacak da biz görsel yetimizle düşüneceğiz. Ne yapmalıyız!

Yukarıdaki cümleyi "etrafından bağımsız" gibiymiş gibi inceleyelim:

Oda- Kızın odası.
Giriş- Zorla, kaba kuvvetle yapılıyor.
Adam içeriye girdiğinde kız odada.
Adam kızı saçından tutup yere fırlatıyor.


Bu bir -en basit- edebi tasvirdir. Ben; adam, kız, oda gibi belirli kelimeler kullanarak "neden- sonuç"
ilişkisini kurmak istedim ve bunları kendimce "kurmaca" bir zemine yerleştirdim.

Bir daha soruyorum:

Adam kimdir, nasıldır? Adam kelimesi- kavramı ne demektir ve ne için kullanılır!

Türk ezberi için cevap vericeksem -istisnalar dışında- siyah saçlı, uzun boylu, yakışıklı erkek tipi için kullanılır. Yüzde 90 kabulümüz diyorum...

Demek ki? Edebi bir tasvirdeki kelimeyi- kelimeleri düzenleyen belirli bir altyapı kesinlikle vardır:

  • Genetik- Irk- Kültür- Aile- Çevre. (Bilimsel Sonuçlar)

Değil mi!

Peki edebi tasviri düzenleyen bu altyapı dışına çıkılabilir mi! Bunlardan kurtulamaz mıyız?

Olabilir. Bakalım...

"Çevre" kavramından gidelim: İngilizler, ya da Kuzey Avrupalılar için biraz daha farklı bir coğrafya gelişimi dolasıyla ADAM kabulü değişir. En basitinden Rooney tipli bir "Adam" tasviri yaparız, "sarı kafa- kırmızı ten".

Biraz daha geriden bu sefer genetik kavramından düşünelim:

Çevreden bağımsız olarak ilk iki insanız. İlk sanat hamlemizi ortaya koyduğumuz; Ephos (Epik- Destansı) olayda örnek aldığımız şey "su" da yansıyan kendimiz ya da karşımızda gördüğümüz ikinci eş- insandır.

Bu genetik altyapı ile en geriye giden "İLK İKİ İNSAN" yani "ADAM" figürü bizim şimdi yapacağımız bir filmde oynayacak ADAM figürü ile benzer midir!

Evet değil mi! Bazı nüanslar dışında, Evrim Teorisine veya Evrimli Kutsal Kabullere göre de benzerler. İlk insanın Adam'ı ile, benim Adam'ım bir takım farklılıklar dışında aynı menşeidir...

"Man", "Adam", aynı kabullere sahiptir.

Hiç görmediğiniz, birden ortaya çıkacak bir insan tipi olmayacağına göre (bilimsel kanıt) her insan erkek tipi ADAM'dır önergesini yapabiliriz...

Yani  "Adam" hem telafuzu, hem frekansı, hem okunuşu, hem anlamı, hem imgesi itibariyle bana atalarımdan mirastır. (1)


EE.

O zaman SANAT kavramı da bana hem açılımı, hem dalları- budakları, hem biçimi hem de içeriği olarak atalarımdan gelmiştir. (1)

En yukarıdaki cümledeki Kız, Saç, Oda gibi her kelime de bana atalarımdan mirastır. (1)

Peki ben bu mirasla ne yapabilirim?

  • Alır aynen önceki gibi harcarım. (Klasik Sanat)
  • Almam. (Ölüm)
  • Alırım, değiştirir harcarım. (Yaratı)

Sanat kavramında "antropolijik olarak" geri gidebileceğiniz maksimum ayraç- genetik- ilk insandır.

Deneyin:

Sanat yorumlanmasında hangi türden "akl'ı baliğ" insan ile karşılarsınız karşılaşın "amatör" anlamda aynı şeyden bahsederler. (2)

Edebiyat, Resim, Heykel, Müzik, Mimari kafada aynı şimşekleri çakar. (2)

Aynı şimşekler; insanların ilk gününden bu güne kadar toplana toplana, yığıla yığıla, karışa karışa, bilinçsizce bizlere ulaşır. (1-2)

Mit, Graf, Çizim, Papirüs, Biblos, Edebiyat, Müzik...

Kültürünüze aktardığınız  "dokunulmamış" mirasınız sizi "Klasik" yani "yaratamayan" sinemacı yapar. Çünkü yaratmak ancak "ibda" etmek ile olacaktır. Yani sıfırdan türetmek ile.

Sıfırdan türetmek, yani mirası almadan yaşamak da imkansız olduğuna göre. (Sperm- Yumurta)

Bize düşen; klasik olanı alıp (iyice belleyip) kendini tekrarlayan yeteneklerimizle " kökleri aynı" ama bir daha hiçbir zaman olamayacak bir eseri "yaratmak" olmalıdır. Yaratmak kelimesine "etimolojik" olarak da bir göz atın...

Önce; sinemayı; kendi içindeki ezberli mirastan kurtarmalıyız. (Akımlarından.) (Devrim- Avangart- Ekspresyonist- Yeni Dalga- Sürreal- Real- Yeni Real)

Gördüğümüz akımların Resim ve Edebiyat'a ait olduğunu görüp onlardan da kurtarmalıyız.

Resim ve Edebiyat'ı insandan, insanı da zamandan kurtarmalı ve salt "aynı tekrar köklü" periyotlar ile tarihi sıfırdan yazmalıyız.

Hayır! Tarkovski de benim gibi düşünmüş! ondan söylüyorum! Bana inanmazsanız ona da bakabilirsiniz!

Zor mu?

Deneyelim:

Şimdi en baştaki cümleyi: "Adam kızın odasına zorla girer, kızın saçından tutup kızı yere fırlatır."  pasajını kader filminde görsel olarak bulun...

Sonra filmin bütün sahnelerini aynen benim örneğim gibi geçmişinden kurtarıp, bir bakın Demirkubuz mirasını nasıl kullanmış?

YARATMAK

Aynı cümleden örnekle:
  • Adam kızın odasına zorla girer, kızın saçından tutup kızı yere fırlatır. 

Adamın tipini kendi kısır mirasından kurtardınız ve bilinçli bir şekilde başrolünüzü seçtiniz. Oda'yı yine tüm filmin havasına göre belirlediniz. Kız'ı ve saçlarını da hazırladınız, geriye aksiyon kaldı.

Adam geldi, her filmdeki gibi kızı tuttu ve yere attı.

Kafanızda canlandı mı? Herkes için söylüyorum. 

Yani işte ilk canlanan şey, "ilk olan", miras olan, avam- entel farketmez doğrudur! Acaba?

Peki buradaki ve temeldeki yanlış ne!

Birincisi bir filmin yapımına bir cümleyle başlanmaz. (Film Fikri- Cümlesi gibi)
İkincisi halen miras yemek ile meşgulsünüz.
Üçüncüsü görsel- düşünmek için kelimelere ihtiyacınız yok!

Film fikri; zaten filmin kendisidir. Yani edebi bir tasvir ile film yapılmaz. Sinopsis, Thretman- Senaryo dediğimiz şeyler geçmişin mirasıdır ki bu miras Bakanlığa Başvurmak, Yapımcıya Okutmak ve etrafa yapmak içindir. Ya da yolunuzu kaybetmemeniz içindir!

Yani ilk önce edebi düşünüp; sonra onu görselleştirmeniz ilk baştan hatadır. 

İlk başta hata yapıp mirasyedi olursunuz doğrudur, ama peki ya sonra?

Tüm diğer sanatlardan kurtuldunuz mu! O zaman şimdi Griffith, Godard, Tarkovski'den de kurtulun.

Üç boyutu ve atmosferik düzenlenmesi ile 4.boyut uzayı kafanızda bilinçlemelisiniz. Bilinciniz size ata mirasınızı sunacaktır, ama lütfen "sezginize" yani size ait olan yaratıya da güvenin.

Bilinç ortak bir hafızadan dem alır, sezgiler ise sizin kismetinizdir. Sadece size aittir.

Yaratmalısınız. Atın geçmişinizi, tarihi tekrardan yazacağız...

Evet.

Cümleyle düşünmek, senaryo yazıp- ardından yönetmene çektirmek para kazanma, piyasayı canlandırma işidir.

Piyasa Klasik olanı çok kurcalamadan halletmenizi ister.

Peki; yaratmak isteyen arkadaşım sen neyi istiyorsun.

En baştan buna karar ver!

Demirkubuz Sineması


Tarkovski'nin Stalker'ının "Dream- Rüya Sekansı" var. Burada biçimiyle yer etmiş bir "zaman dışı" müzik eseri ile karşılaşıyoruz. (Tarkovsky- Dream Squence)

Kader filminde bir "arabesk" altyapı babında devamlı maddeleştiriliyor bu eser...

Tarkovski'ye saygıyı film biçiminde göstersek daha iyi değil mi! Film biçiminde, yaratmak babında söylüyorum yani...

Masumiyetimiz bu filmde de devam ediyor. Bir döngüye çoktan girmişiz de haberimiz yok.

Her filmde sanki filmin temelini anlamamışız gibi bir son "pasaj" ile karşılaşıyoruz. (Kıskanmak- İtiraf gibi)
Salak yerine mi koyuluyoruz yoksa, edebiyattan kalan bir "giriş- gelişme- sonuç- mirası mı bu.

Ortaokul'da öğretmenimiz bize; 1-2 paragraf ile giriş, 4-5 paragraf ile gelişme, yine bir 1-2 paragrafla "sonuç" ayraçlarını öğretmişti. Kompozisyon yazardık bu biçimde...

Kader filminde de 2 (Vildan ile konuşma- Kapı Açılma) paragraf, Kıskanmak'da 1 (itiraf) paragraf olarak gördüğümüz "sonuç" nedir, nerden gelmedir! Hangi temelden dem almaktadır!

Oyuncuları bekliyorum, oyunu ne kadar sonuçlasam da hep bir şekilde sonunu bekliyorum filmin! Bu özelliğini beğeniyorum filmlerin tabii. Edebiyatta bunu iyi yapıyor...

Görsellik basit, kompozisyonlar çok aşırılanmış- hızlanmış plan-lamadan dolayı "hikayeyi anlatayım da ben gideyim" demek istiyor.

Son sahneler "vurucu".

Filmin sonundaki netsiz bir "Vildan Atasever" görseli; yönetmenin tüm filmlerini belirliyor.

İşte...

Zeki Demirkubuzun Kader'i...

Mi? 

16/02/2011