--- Ejder Kapanı ---
Yönetmen: Uğur Yücel
Senaryo: Kubilay Tat
Oyuncular: Uğur Yücel, Kenan İmirzalioğlu, Nejat İşler, Ceyda Düvenci, Berrak Tüzünataç, …
Konu: İki deneyimli dedektif Abbas (Uğur Yücel) ve Akrep Celal (Kenan İmirzalıoğlu) bir seri katilin peşine düşerler. Katilin kurbanları aftan yararlanıp çıkan çocuk tecavüzcüleri, sübyancılardır. Eldeki ipuçları askerden dönen Ensar'ı (Nejat İşler) işaret etmektedir.
Sonuç: 7 Puan… Seri katil vakaları; caniliğinin şekilsel olarak serileşmesi, katillerin süper zeki olmaları ve çok fazla emsali bulunmamasından dolayı Türk halkının çok fazla ilgisini çekmemiştir. İnsan yaşadığı mahalde kendine özdeş kurabileceği, kendinde bulabileceği şeyi özümseyebilir. Bu nedendendir ki; Türk seyircisi Hollywood imzalı seri katil filmlerinde filmin içerdiği kötü zeka temelli bulmacalarla ilgilenir. Senaristin seyirciyle oyun oynadığı sahneleri düşünür ve "bunun sonunu başından biliyordum" cümlesini cuk diye oturtmak için sabırla bekler. Ejder kapanı filmi; filmin içindeki Uğur Yücel imzalı replikten de belli olacağı gibi tutması zor bir işe imza atmıştır.
Film; aksiyon kamera kullanımı ile tekniklenen, hızlı ritmik kurgusu ve cinayetlerin çok fazla sergilenmediği; daha çok film karakterlerinin psikolojisi ile ilgilenen med cezirli konusu ile içeriklenmiş bir estetik seçmiş kendine. Anlatılan hikaye; yöresel şiveler ile daha da Türkleştirilmiş, Türkleştirme yapılan şiveler hikayenin sonuç bölümüne etki edecek şekilde konuya sıkıştırılmış. Net bir şekilde görüyorum ki; film de aslında biri seri katil olayının değil; içinde seri katilin bulunduğu bir biz hikayesini anlatmaya çalışmış. Toplumsal vijdan ve kişisel vijdan tabuları mesele olarak ele alınmış, her birimize tek tek ileti gönderen bir cihaz gibi hikaye kamulaştırılmış. Bu stratejik yöntem; çok hızlı gibi gözüken ama kendi eksiklerini saklayan kurgu, şivelerin ilk baştaki iticiliği ve sonuç kısmında dönüşüm gösteren dram- melodram aksiyonu dışında; çok kötü bir iş çıkartmamış.
Bulmacanın başlangıcı yani suçlunun taranması sırasında önemli bir özellik çıkıyor karşımıza. Film çok fazla farklı tanığı suçlamamış. Bu seçim; filmin türsel olarak polisiyeden, lirik bir drama kaymasına neden olmuş. Böyle bir estetik tercih; seyircisel afallamayı engelleyerek; Türk seyircisine yakın kalmayı başarıp, seyir zevkimizi yerinde bırakmayı özel olarak yöntem belirlemiş.
Türsel dönüşüm örneği olması, kötü repliklerine rağmen iyi oyunculukları, vijdan meselesine tespit ve artı olarak ahlaksız bir yolla çözüm bulması yüzünden izlenebilir bir film diyorum. Hayat bu kadar kolay mı?, adalet nerede?, Türk toplumu bu tür dramlara nasıl bir cevap verir? sorularını da sizlere bırakıyorum. Saygılar
Mehmet Emin Yıldırım
meyproduction@gmail.com
Klasik anlatıları yık, düşünceler arası bağlantılar kur, her fikri tüm genişliği ve bağlantıları ile düşün, tüm sistem üzerine "paranormal" araştırmalar düzenle. Sonuçta; ya Ezberlersin ya Sorgularsın...
29 Ocak 2010 Cuma
"M.E.Y"in Seyir Defteri- Sherlock Holmes
--- Sherlock Holmes ---
Yönetmen: Guy Ritchie
Senaryo : Michael Robert Johnson , Anthony Peckham , Simon Kinberg , Lionel Wigram , Arthur Conan Doyle
Görüntü Yönetmeni : Philippe Rousselot
Müzik : Hans Zimmer
Konu: Arthur Conan Doyle’un dünyaca ünlü karakteri Sherlock Holmes’ün dinamik yeni uyarlamasında, Holmes ve cesur ortağı Watson en son maceralarına atılıyorlar.
Dövüş tekniklerini, efsanevi zekâsı gibi silah olarak kullanan Holmes, bu macerasında ülkesini yok edebilecek ölümcül bir komployu aydınlatmak için yeni bri düşman ile savaşıyor.
Sonuç: 8,2 Puan… Öncelikle Guy Ritchie’nin filmsel yönetimine göz atalım: Yönetmen; öne çıkan tüm filmlerinde akıl ve akıl üstü öğelerin tartışmasını ön plana çıkarıyor. Filmlerinde analitik zekâ seviyesi çok üstün bir karakter; dengeyi kurmak için daha sosyal, daha ılımlı ve analitik zekânın yanında sağ lob dengesinde spirütüelliği de ön plana çıkartmış başka bir karakter ve aklın sınırını genişletemediği “aşk” öğesini vurgulayabilecek başka bir karakter buluyor ve bunları üstlerine basarak vurguluyor. Konularda; aklın sınırları; aklın kontrolünü kaybettiği aşk ile aşılıyor; aşk; kendinden vazgeçemeyen bir “ben” yüzünden ortaya çıkamıyor, yaralanan “ben” ılımlı, sevecen dost ile yeniden tazeleniyor. İnsan hakikati üzerine önemli açılımlar bunlar. Guy Ritchie analitik zekâsını zorlayacak filmleri yapmayı çok seviyor. Aslında analitik zekâsının bir türlü kavrayamadığı sinema orijinini oluşturan filmleri de içine almağa çalışması, alamasa dahi dil uzatması da önemli açılımlardan biri. Tespit olarak dahi olsa; yönetmen insanın sırlarına ulaşmayı bir hedef bilmiş ve elinden geldiğince, eline fırsat geçirdikçe, bu tür bir altyapıyı her filminde yerleştirmeye çalışıyor ve önemli bir noktadan bizden puanlar kazanıyor.
Film içeriği güçlü bir estetik ile tazelenince; renkler yerinde, sahneler ve kamera hareketleri düzenli kullanınca puanımızı eksilten birkaç olay çıkıyor karşımıza. Nedir bunlar:
Sherlock; karakteri edebi olarak derinliğe ulaşmış bir kişi. Siz yönetmen olarak mitsel temelli gelen bu karakteri kendinize yorumlamak isterseniz; edebiyattan farklı şeyler yapmalısınız. Guy Ritchie’nin oyuncu seçimi ziyadesiyle yerinde. Fiziksel olarak yeterli pazı kuvvetine sahip olmayan, teknik, akıla yönelik ve orta boyda birisi çok iyi yerleştirilmiş. Fakat bir karakterin bu kadar hatasız olması, ya da karakterin hataları işlediği sahnelerin çok kısa tutulması, (karakteri olumsuzlayan sahneler yani); seyirciye yönetmenin karakter üzerinden kendini anlatmaya, mükemmeliyetinin sınırlarını zorlamaya çalıştığın işaretlerini verirsiniz. Bu da puanınızı bizim tarafımızdan düşürür.
Bir edebi eser sinema ile birleşim aşamasında önemli yaralar alacaktır. Edebi tasvirler, karakterler, betimlemeler sinema dilinde çok farklı tezahür edeceklerdir. Sinema yazarı arkadaşlarımın dikkat etmesi gereken şeylerden biri de; bir filmi önyargısız izleme gayretinde bulunmaktır. Film arkasında bir yazı saklamadığı sürece; seri halinde olsa dahi yalnızca 1,5–2 saati içinde verdikleri ile eleştirilebilir. Başka bir tür girişim; salt ego ve kendini aramak, ayrıca objektiflere toz kondurmak dışında bir anlam ifade edemez.
Dört insan kapasitesini tek başına toplayan bu deha müfettişi izlemek hepimiz için güzel bir deneyim olacaktır. Komplekslere girmeden ve senaryoyu önceden tahmin etmeye çalışmadan izlenmesi tavsiye edilir. Ne de olsa bizleri çok fazla heyecana kaptıracak akıl oyunları kalmadı etraflarda… Saygılar
Mehmet Emin Yıldırım
meyproduction@gmail.com
Yönetmen: Guy Ritchie
Senaryo : Michael Robert Johnson , Anthony Peckham , Simon Kinberg , Lionel Wigram , Arthur Conan Doyle
Görüntü Yönetmeni : Philippe Rousselot
Müzik : Hans Zimmer
Konu: Arthur Conan Doyle’un dünyaca ünlü karakteri Sherlock Holmes’ün dinamik yeni uyarlamasında, Holmes ve cesur ortağı Watson en son maceralarına atılıyorlar.
Dövüş tekniklerini, efsanevi zekâsı gibi silah olarak kullanan Holmes, bu macerasında ülkesini yok edebilecek ölümcül bir komployu aydınlatmak için yeni bri düşman ile savaşıyor.
Sonuç: 8,2 Puan… Öncelikle Guy Ritchie’nin filmsel yönetimine göz atalım: Yönetmen; öne çıkan tüm filmlerinde akıl ve akıl üstü öğelerin tartışmasını ön plana çıkarıyor. Filmlerinde analitik zekâ seviyesi çok üstün bir karakter; dengeyi kurmak için daha sosyal, daha ılımlı ve analitik zekânın yanında sağ lob dengesinde spirütüelliği de ön plana çıkartmış başka bir karakter ve aklın sınırını genişletemediği “aşk” öğesini vurgulayabilecek başka bir karakter buluyor ve bunları üstlerine basarak vurguluyor. Konularda; aklın sınırları; aklın kontrolünü kaybettiği aşk ile aşılıyor; aşk; kendinden vazgeçemeyen bir “ben” yüzünden ortaya çıkamıyor, yaralanan “ben” ılımlı, sevecen dost ile yeniden tazeleniyor. İnsan hakikati üzerine önemli açılımlar bunlar. Guy Ritchie analitik zekâsını zorlayacak filmleri yapmayı çok seviyor. Aslında analitik zekâsının bir türlü kavrayamadığı sinema orijinini oluşturan filmleri de içine almağa çalışması, alamasa dahi dil uzatması da önemli açılımlardan biri. Tespit olarak dahi olsa; yönetmen insanın sırlarına ulaşmayı bir hedef bilmiş ve elinden geldiğince, eline fırsat geçirdikçe, bu tür bir altyapıyı her filminde yerleştirmeye çalışıyor ve önemli bir noktadan bizden puanlar kazanıyor.
Film içeriği güçlü bir estetik ile tazelenince; renkler yerinde, sahneler ve kamera hareketleri düzenli kullanınca puanımızı eksilten birkaç olay çıkıyor karşımıza. Nedir bunlar:
Sherlock; karakteri edebi olarak derinliğe ulaşmış bir kişi. Siz yönetmen olarak mitsel temelli gelen bu karakteri kendinize yorumlamak isterseniz; edebiyattan farklı şeyler yapmalısınız. Guy Ritchie’nin oyuncu seçimi ziyadesiyle yerinde. Fiziksel olarak yeterli pazı kuvvetine sahip olmayan, teknik, akıla yönelik ve orta boyda birisi çok iyi yerleştirilmiş. Fakat bir karakterin bu kadar hatasız olması, ya da karakterin hataları işlediği sahnelerin çok kısa tutulması, (karakteri olumsuzlayan sahneler yani); seyirciye yönetmenin karakter üzerinden kendini anlatmaya, mükemmeliyetinin sınırlarını zorlamaya çalıştığın işaretlerini verirsiniz. Bu da puanınızı bizim tarafımızdan düşürür.
Bir edebi eser sinema ile birleşim aşamasında önemli yaralar alacaktır. Edebi tasvirler, karakterler, betimlemeler sinema dilinde çok farklı tezahür edeceklerdir. Sinema yazarı arkadaşlarımın dikkat etmesi gereken şeylerden biri de; bir filmi önyargısız izleme gayretinde bulunmaktır. Film arkasında bir yazı saklamadığı sürece; seri halinde olsa dahi yalnızca 1,5–2 saati içinde verdikleri ile eleştirilebilir. Başka bir tür girişim; salt ego ve kendini aramak, ayrıca objektiflere toz kondurmak dışında bir anlam ifade edemez.
Dört insan kapasitesini tek başına toplayan bu deha müfettişi izlemek hepimiz için güzel bir deneyim olacaktır. Komplekslere girmeden ve senaryoyu önceden tahmin etmeye çalışmadan izlenmesi tavsiye edilir. Ne de olsa bizleri çok fazla heyecana kaptıracak akıl oyunları kalmadı etraflarda… Saygılar
Mehmet Emin Yıldırım
meyproduction@gmail.com
"M.E.Y"in Seyir Defteri- Paranormal Activity
--- Paranormal Activity ---
Yönetmen: Oren Peli
Senaryo: Oren Peli
Görüntü Yönetmeni: Oren Peli
Oyuncular: Amber Armstrong, Michael Bayouth, Katie Featherston, …
Konu: Genç bir çift evlerindeki para normal olaylardan şüphelenmeye başlar. Bir kamera sistemi kurarak gece uyuduklarında neler olup bittiğini kaydetmeye koyulurlar…
Sonuç: 6,8 Puan… Ne kadar basit bir konuya sahip değil mi? Aslında küçük yaşlarından beri yüksek enerjili gözle görünemeyen bir varlık tarafından takip edilen genç bir kız ve üç yıllık sevgilisinin azimle beraberce bu varlığı hapsetmek istemeleri ve gözle görünebilir hale sokmaya çalışmaları ile ilgili bir konuya sahibiz. Musallat filminin konusunun düşük bütçeli, makyajsız ve amatör şekilde biçimlendirmesi ile az da olsa özdeşleştirebileceğimiz bir konu var yani karşımızda…
Filmin amatörlükten profesyonelliğe geçiş aşamasının filme yüksek paye atayan Amerikan halkıyla bağlanması doğru gözükebilir. Manevi anlamda yeterli doluluğa ulaşmayan insanların ki bu Türk halkı için de geçerli bir düşünce, paranormal isimlendirilebilecek bu tür varlıklara karşı bilgi zafiyetini her zaman görebiliriz. Korku nidası! temelinde kendini belirli bir varoluşa bağlayamamış, hassas zihinlerin zihni bir yanılsamasıdır. Kurmaca bir yapı olarak kendini sinema koltuğuna bağlamış seyirci, kendini bir an için; yapay bir gerçeklik ve inandırıcılıkla birlikte, varlığını düşünmediği ve var olsa dahi insanlar tarafından konumlandırıldığını bildiği şeylerden korkuyor olarak bulur. Pratik ve bilimsel düşünen bir beyin için bu film ve içerdikleri inandırıcı değildir ve filmin sağlamaya çalıştığı gerilim bu beyine yeterli olmayacaktır; lakin bu kişinin kafasında küçük bir olasılık dahi bulunuyorsa bu tür bir olayın gerçekleşebileceği hakkında, işte o zaman kurmaca tuzağına düşmüş birisi var karşımızda demektir. Türk halkının bazı hassas bünyeleri dışında bu filmden korkacağını düşünmüyorum. Bu filmin popülerliğini de bir sonuca bağlamak istersek; son zamanlarda fakirizm ve düşsel yolculuklarla manevi yönlerini tatmin etmeye çalışan Amerikan halkının eksikleri olduğunu gördükleri manevi cahilliklerinin, oradan buradan toplama bilgilerle doldurulmaya çalışılmasının yan ürünlerinden biridir diyebiliriz.
Sinema kurmaca bir yapının içindeki kurmacayı canlandırır. Kurmaca olan hayattır ve bu kurmaca hayatı yaşayan insan; kurmaca olduğunu bildiği bir filme giderek kendini farklı yönlerden tatmin etmeye çalışır. Sinema bu temel kavramsal yaklaşımdan dolayıdır ki; esas manası ile insan halini yansıtmak için ortaya çıkmış zaruri bir sanattır. Korku; korkularına ulan çekebilmiş bir seyirci için hiçbir şey ifade etmez. Yalnızca hal ile bu insana dokunabilirsiniz ve korku denilen kavramın alt yapısına ulaşabilirsiniz.
Bizleri derinden etkilemeyecek bir korku efendim. Yalnız maddi imkânsızlıklarla çekilmesi ve üzerinde çalışılması nedeniyle özel izleyiciler için izlenmeli; genel izleyici için ise DVD’ye kadar beklenebilir; der gibiyim. Saygılar…
Mehmet Emin Yıldırım
meyproduction@gmail.com
Yönetmen: Oren Peli
Senaryo: Oren Peli
Görüntü Yönetmeni: Oren Peli
Oyuncular: Amber Armstrong, Michael Bayouth, Katie Featherston, …
Konu: Genç bir çift evlerindeki para normal olaylardan şüphelenmeye başlar. Bir kamera sistemi kurarak gece uyuduklarında neler olup bittiğini kaydetmeye koyulurlar…
Sonuç: 6,8 Puan… Ne kadar basit bir konuya sahip değil mi? Aslında küçük yaşlarından beri yüksek enerjili gözle görünemeyen bir varlık tarafından takip edilen genç bir kız ve üç yıllık sevgilisinin azimle beraberce bu varlığı hapsetmek istemeleri ve gözle görünebilir hale sokmaya çalışmaları ile ilgili bir konuya sahibiz. Musallat filminin konusunun düşük bütçeli, makyajsız ve amatör şekilde biçimlendirmesi ile az da olsa özdeşleştirebileceğimiz bir konu var yani karşımızda…
Filmin amatörlükten profesyonelliğe geçiş aşamasının filme yüksek paye atayan Amerikan halkıyla bağlanması doğru gözükebilir. Manevi anlamda yeterli doluluğa ulaşmayan insanların ki bu Türk halkı için de geçerli bir düşünce, paranormal isimlendirilebilecek bu tür varlıklara karşı bilgi zafiyetini her zaman görebiliriz. Korku nidası! temelinde kendini belirli bir varoluşa bağlayamamış, hassas zihinlerin zihni bir yanılsamasıdır. Kurmaca bir yapı olarak kendini sinema koltuğuna bağlamış seyirci, kendini bir an için; yapay bir gerçeklik ve inandırıcılıkla birlikte, varlığını düşünmediği ve var olsa dahi insanlar tarafından konumlandırıldığını bildiği şeylerden korkuyor olarak bulur. Pratik ve bilimsel düşünen bir beyin için bu film ve içerdikleri inandırıcı değildir ve filmin sağlamaya çalıştığı gerilim bu beyine yeterli olmayacaktır; lakin bu kişinin kafasında küçük bir olasılık dahi bulunuyorsa bu tür bir olayın gerçekleşebileceği hakkında, işte o zaman kurmaca tuzağına düşmüş birisi var karşımızda demektir. Türk halkının bazı hassas bünyeleri dışında bu filmden korkacağını düşünmüyorum. Bu filmin popülerliğini de bir sonuca bağlamak istersek; son zamanlarda fakirizm ve düşsel yolculuklarla manevi yönlerini tatmin etmeye çalışan Amerikan halkının eksikleri olduğunu gördükleri manevi cahilliklerinin, oradan buradan toplama bilgilerle doldurulmaya çalışılmasının yan ürünlerinden biridir diyebiliriz.
Sinema kurmaca bir yapının içindeki kurmacayı canlandırır. Kurmaca olan hayattır ve bu kurmaca hayatı yaşayan insan; kurmaca olduğunu bildiği bir filme giderek kendini farklı yönlerden tatmin etmeye çalışır. Sinema bu temel kavramsal yaklaşımdan dolayıdır ki; esas manası ile insan halini yansıtmak için ortaya çıkmış zaruri bir sanattır. Korku; korkularına ulan çekebilmiş bir seyirci için hiçbir şey ifade etmez. Yalnızca hal ile bu insana dokunabilirsiniz ve korku denilen kavramın alt yapısına ulaşabilirsiniz.
Bizleri derinden etkilemeyecek bir korku efendim. Yalnız maddi imkânsızlıklarla çekilmesi ve üzerinde çalışılması nedeniyle özel izleyiciler için izlenmeli; genel izleyici için ise DVD’ye kadar beklenebilir; der gibiyim. Saygılar…
Mehmet Emin Yıldırım
meyproduction@gmail.com
"M.E.Y"in Seyir Defteri- Kutsal Damacana 2: İtmen
--- Kutsal Damacana 2: İtmen ---
Yönetmen: Korhan Bozkurt
Senaryo: Soner Günday
Oyuncular: Şafak Sezer, Mustafa Üstündağ, Aydemir Akbaş, …
Konu: Fikret, eski mesleği olan gemiciliğe dönmüş, tayfa olarak çalıştığı gemiyle uzak denizlere açılmıştır. Gemi Hint okyanusunda seyrederken Somali’li korsanların saldırısına uğrar, korsanlar gemiyi ele geçirir, Fikret denize atlayıp kaçar.
Ertesi gün Fikret baygın bir halde Hindistan sahilinde bir kumsalda karaya vurur. Bir kaç Hintli köylü Fikret’i bulur, tedavi etmek için yakınlardaki bir Budist tapınağına götürürler.
Aradan beş ay geçer, Fikret sağlığına kavuşur, tapınakta eğitim gören Serkan adındaki bir Türkle tanışıp arkadaş olur.
“Ferrari’sini Satan Bilge” tadında ki Serkan, Fikret’in karakterine ve hayata bakış biçimine hayran olmuştur.
Fikret ve Serkan Türkiye’ye dönerler. Serkan bir kaç gün misafir etmek için Fikret’i çiftlik evine davet eder.
Ertesi sabah Fikret arkadaşı Müjdat’la buluşur. Fikret’le birlikte haciz malların satıldığı Yedi Emin Deposundan mal alıp-satmayı planlamaktadır. Fikret ve Müjdat o gece Müjdat’in evine giderler. Uyumak için yatağa girdiklerinde o gün açık arttırmadan aldıkları tablonun içindeki kurt, tablodan çıkar, Müjdat’ın içine girer.
Sonuç: 6,5 Puan… Komedi filmleri art arda sıralanmaya başladılar efendim. Sıralanmanın seriler halinde geliyor olmasının; Türk halkının bu filmlere içerdikleri her hangi bir uzuvdan dolayı onay veriyor gözükmesinden kaynaklı olabileceğini düşünmüyor değiliz. Halk yani sinema seyircisi; başrolleri, ilgilerini çeken sıra dışı konuları, seve gelinen Yeşilçam temelli kişiye bağlı komedi unsurları ve tabii ki büyük stres birikintisi ile geçirdikleri günlerinin başrolündeki beyinlerini bir an olsun boşaltmak, biraz gülmek ve kendilerini rahatlatmak; için komedi türüne rağbet gösteriyor. Sinema öğretici rolü olmayan bir sanattır; doğru ama bu kadar da eğlenceyi tetikleyen bir sanat mıdır, düşünmeli, üzerinde sık sık tartışmalıyız…
Komedi furyası, hele ki Türkiye’de yeni bir anlayış yerleştirmeye çalışıyor görebiliyoruz. Komedi filmi, tamamen komik unsurların birleştiği, salt güldürü amacı güden bir yapıt değildir. Film ve dâhil olduğu sinema sanatı kendine ait kurallarla örülü bir birimdir. Kurallar yıkılabilir lakin film içerisinde kendini hissettiren sanatsal bir olgu her zaman bulunmalıdır. Türk komedi film yapımcıları artık seyircinin her saniye gülmesinin çok zor olduğunu kavradılar. Tek kişilik oyunculukların yeterli olamayacağını ve bir komedi filmi yapmanın sululuğa kaçmadan, saçmalamadan ve kabalaşmadan da gerçekleşebileceğini en sonunda fark ettiler. Göreceksiniz; Recep İvedik dahi yeni filmlerinde hikâye babında daha etkin, her an kasmık bir gülümseme yüklemekten uzak, bir hal alacak karşımızda. Yaşadığımız her an gülemeyiz, çok komik anlar yaşarız; ama biraz dinlendirme payına sahip olmalı, kendimizi diğer komik olaya kısmen hazırlamalıyız.
Hikâye babında saf bir kurguyla ilerlemesi adına kısmen izlenebilir bir film diyorum. Küfürleri, konunun tıkandığı yerde kullanılan müzikleri ve sırıtan bazı oyunculukları ile puanını düşürüyorum. Seçim sizin, yorum bizim efendim!
Mehmet Emin Yıldırım
meyproduction@gmail.com
Yönetmen: Korhan Bozkurt
Senaryo: Soner Günday
Oyuncular: Şafak Sezer, Mustafa Üstündağ, Aydemir Akbaş, …
Konu: Fikret, eski mesleği olan gemiciliğe dönmüş, tayfa olarak çalıştığı gemiyle uzak denizlere açılmıştır. Gemi Hint okyanusunda seyrederken Somali’li korsanların saldırısına uğrar, korsanlar gemiyi ele geçirir, Fikret denize atlayıp kaçar.
Ertesi gün Fikret baygın bir halde Hindistan sahilinde bir kumsalda karaya vurur. Bir kaç Hintli köylü Fikret’i bulur, tedavi etmek için yakınlardaki bir Budist tapınağına götürürler.
Aradan beş ay geçer, Fikret sağlığına kavuşur, tapınakta eğitim gören Serkan adındaki bir Türkle tanışıp arkadaş olur.
“Ferrari’sini Satan Bilge” tadında ki Serkan, Fikret’in karakterine ve hayata bakış biçimine hayran olmuştur.
Fikret ve Serkan Türkiye’ye dönerler. Serkan bir kaç gün misafir etmek için Fikret’i çiftlik evine davet eder.
Ertesi sabah Fikret arkadaşı Müjdat’la buluşur. Fikret’le birlikte haciz malların satıldığı Yedi Emin Deposundan mal alıp-satmayı planlamaktadır. Fikret ve Müjdat o gece Müjdat’in evine giderler. Uyumak için yatağa girdiklerinde o gün açık arttırmadan aldıkları tablonun içindeki kurt, tablodan çıkar, Müjdat’ın içine girer.
Sonuç: 6,5 Puan… Komedi filmleri art arda sıralanmaya başladılar efendim. Sıralanmanın seriler halinde geliyor olmasının; Türk halkının bu filmlere içerdikleri her hangi bir uzuvdan dolayı onay veriyor gözükmesinden kaynaklı olabileceğini düşünmüyor değiliz. Halk yani sinema seyircisi; başrolleri, ilgilerini çeken sıra dışı konuları, seve gelinen Yeşilçam temelli kişiye bağlı komedi unsurları ve tabii ki büyük stres birikintisi ile geçirdikleri günlerinin başrolündeki beyinlerini bir an olsun boşaltmak, biraz gülmek ve kendilerini rahatlatmak; için komedi türüne rağbet gösteriyor. Sinema öğretici rolü olmayan bir sanattır; doğru ama bu kadar da eğlenceyi tetikleyen bir sanat mıdır, düşünmeli, üzerinde sık sık tartışmalıyız…
Komedi furyası, hele ki Türkiye’de yeni bir anlayış yerleştirmeye çalışıyor görebiliyoruz. Komedi filmi, tamamen komik unsurların birleştiği, salt güldürü amacı güden bir yapıt değildir. Film ve dâhil olduğu sinema sanatı kendine ait kurallarla örülü bir birimdir. Kurallar yıkılabilir lakin film içerisinde kendini hissettiren sanatsal bir olgu her zaman bulunmalıdır. Türk komedi film yapımcıları artık seyircinin her saniye gülmesinin çok zor olduğunu kavradılar. Tek kişilik oyunculukların yeterli olamayacağını ve bir komedi filmi yapmanın sululuğa kaçmadan, saçmalamadan ve kabalaşmadan da gerçekleşebileceğini en sonunda fark ettiler. Göreceksiniz; Recep İvedik dahi yeni filmlerinde hikâye babında daha etkin, her an kasmık bir gülümseme yüklemekten uzak, bir hal alacak karşımızda. Yaşadığımız her an gülemeyiz, çok komik anlar yaşarız; ama biraz dinlendirme payına sahip olmalı, kendimizi diğer komik olaya kısmen hazırlamalıyız.
Hikâye babında saf bir kurguyla ilerlemesi adına kısmen izlenebilir bir film diyorum. Küfürleri, konunun tıkandığı yerde kullanılan müzikleri ve sırıtan bazı oyunculukları ile puanını düşürüyorum. Seçim sizin, yorum bizim efendim!
Mehmet Emin Yıldırım
meyproduction@gmail.com
"M.E.Y"in Seyir Defteri - Dabbe 2-
--- Dabbe 2 ---
Yönetmen: Hasan Karacadağ
Senarist: Hasan Karacadağ
Görüntü Yönetmeni: Seyhan Bilir, Hasan Karacadağ
Oyuncular: Sefa Zengin, İncinur Daşdemir, Deniz Olgaç, …
Konu: ŞİMDİ SEN GÖKLERDEN GELECEK VE İNSANLARI KUŞATACAK O DUMANA BAK! BU ACI BİR AZAPTIR (Duhan Suresi 10–11)
Kıyamet Saati Yaklaşıyor… İnternet yoluyla tüm dünyaya hızla yayılan ve her eve giren Dabbe, ona eşlik eden Cinler ve bilinmeyen gölge varlıklar dünyadaki tüm elektromanyetik sistemleri ve interneti ele geçirerek son saldırı için göklerden gelecek bir işareti beklemektedirler.
Huzursuz ve tedirgin edici bir İstanbul şafağında göklerde beliren garip ve siyah bulut kümeleri ağır ağır açılırken arkalarına saklanmış olan DUHAN az sonra başlayacak kara istilanın ilk işaretidir.
Sonuç: 6,5 Puan… Türk korku filmleri; kullanılmaya başlayan; profesyonel ekip, kendini geliştirmiş yeni yönetmenler, sıkı çalışılmış oyunculuklar ve en önemlisi Türk halkının yeterli bilgiye sahip olmadığı için fazlasıyla çekindiği takyon boyutunda hareket eden nar’ı yapılı varlıkların sayesinde daha çekici hale gelmeye başladılar. Sinema sanatı; her hangi bir tür için kendine malzeme arıyorsa tabii ki de kendi kültüründen, halkına mal olmuş esatir temelinden yararlanacaktır. Türk toplumu konusu kendisine özdeş oluşturabilecek her türlü hikâyeden ziyadesiyle etkilenecektir. Korku filmi yönetmenleri de bunu kullanmak zorunda olacak ve şimdi konusu olduğu gibi kullanacaklardır.
Dabbe filmi; temeli çok uzaklara dayanan Kıyamet Alametlerinin bir izdüşümü olarak karşımıza çıkmıştı. Kıyamet Alametleri her zaman bizler için önemli unsurlardır. İlahi ve dogmatik bir gerçekliğe sahip oldukları için bilimsel bir sonuca varılamadan kültürümüz üzerinden kulaktan kulağa, değişerek bu zamana kadar ilerlemişlerdir. Bu konuda bir korku filmi yapmak; Türk toplumu ve uzuvu sinema sanatı için önemli bir getiri olacaktı ve Dabbe filmiyle yeterli maddi, manevi kazanç sağlanmıştı.
Daha sonra gelen aynı yönetmen imzalı Semum filmi Dabbe’nin salt korkusunun üstüne iyilerin kazandığı epik bir hikâye daha ekleyerek halkın beğenisine mazhar olabilecek bir yapı kurmayı başarmıştı. Semum eğlenceli, Türk halkının hoşuna giden, korku unsurları bilinmeyen yaratıklara dayalı ve Yeşilçam temelli bir melodram kurmacası halindeydi. Dabbe daha estetik ve salt sinema peşinde koşarken (Japon Korku Sanatı!), Semum işin içine fantastik öğeler katarak daha etkileyici ve çekici bir film olmuştu.
Dabbe 2 filmi; yönetmen tarafından bir estetik seçimdi. Semum gibi daha eğlenceli olmak yerine; Dabbe 1 filmindeki basit oyunculukları, büyük ve sonu kültürel Müslümanlığa varan diyalogları, klişe olabilecek tüm sahneleri ortadan kaldırarak saf bir korku filmi olmak adına atılan koca bir adımdı. Gayet başarılı getirileri olduğunu düşünmüyor değilim.
Korku türüne Hollywood seyircisi kadar dayanıklı bir Türk seyircisine sahibiz. Yönetmen eğer kişileri filminde tutmak ve para kazanmak istiyorsa Semum tarzında Türk halkının ezberi inançlarının sonunda galip geleceği bir film yapmalı diyebiliriz. Eğer amaç salt korku sineması ise; Dabbe 2 de karşılaştığımız kısa süreli efektleri minimal bir öykü üzerinden değil; daha geniş, daha çalışılmış ve tabi ki maddi değeri daha yüksek yapımlar üzerinden konuşmaya çalışılmalıdır. Korku sinemasına zombiler tarafından yeterince doydurulmuş bir Türk halkı var, çünkü karşılarında…
Mehmet Emin Yıldırım
meyproduction@gmail.com
Yönetmen: Hasan Karacadağ
Senarist: Hasan Karacadağ
Görüntü Yönetmeni: Seyhan Bilir, Hasan Karacadağ
Oyuncular: Sefa Zengin, İncinur Daşdemir, Deniz Olgaç, …
Konu: ŞİMDİ SEN GÖKLERDEN GELECEK VE İNSANLARI KUŞATACAK O DUMANA BAK! BU ACI BİR AZAPTIR (Duhan Suresi 10–11)
Kıyamet Saati Yaklaşıyor… İnternet yoluyla tüm dünyaya hızla yayılan ve her eve giren Dabbe, ona eşlik eden Cinler ve bilinmeyen gölge varlıklar dünyadaki tüm elektromanyetik sistemleri ve interneti ele geçirerek son saldırı için göklerden gelecek bir işareti beklemektedirler.
Huzursuz ve tedirgin edici bir İstanbul şafağında göklerde beliren garip ve siyah bulut kümeleri ağır ağır açılırken arkalarına saklanmış olan DUHAN az sonra başlayacak kara istilanın ilk işaretidir.
Sonuç: 6,5 Puan… Türk korku filmleri; kullanılmaya başlayan; profesyonel ekip, kendini geliştirmiş yeni yönetmenler, sıkı çalışılmış oyunculuklar ve en önemlisi Türk halkının yeterli bilgiye sahip olmadığı için fazlasıyla çekindiği takyon boyutunda hareket eden nar’ı yapılı varlıkların sayesinde daha çekici hale gelmeye başladılar. Sinema sanatı; her hangi bir tür için kendine malzeme arıyorsa tabii ki de kendi kültüründen, halkına mal olmuş esatir temelinden yararlanacaktır. Türk toplumu konusu kendisine özdeş oluşturabilecek her türlü hikâyeden ziyadesiyle etkilenecektir. Korku filmi yönetmenleri de bunu kullanmak zorunda olacak ve şimdi konusu olduğu gibi kullanacaklardır.
Dabbe filmi; temeli çok uzaklara dayanan Kıyamet Alametlerinin bir izdüşümü olarak karşımıza çıkmıştı. Kıyamet Alametleri her zaman bizler için önemli unsurlardır. İlahi ve dogmatik bir gerçekliğe sahip oldukları için bilimsel bir sonuca varılamadan kültürümüz üzerinden kulaktan kulağa, değişerek bu zamana kadar ilerlemişlerdir. Bu konuda bir korku filmi yapmak; Türk toplumu ve uzuvu sinema sanatı için önemli bir getiri olacaktı ve Dabbe filmiyle yeterli maddi, manevi kazanç sağlanmıştı.
Daha sonra gelen aynı yönetmen imzalı Semum filmi Dabbe’nin salt korkusunun üstüne iyilerin kazandığı epik bir hikâye daha ekleyerek halkın beğenisine mazhar olabilecek bir yapı kurmayı başarmıştı. Semum eğlenceli, Türk halkının hoşuna giden, korku unsurları bilinmeyen yaratıklara dayalı ve Yeşilçam temelli bir melodram kurmacası halindeydi. Dabbe daha estetik ve salt sinema peşinde koşarken (Japon Korku Sanatı!), Semum işin içine fantastik öğeler katarak daha etkileyici ve çekici bir film olmuştu.
Dabbe 2 filmi; yönetmen tarafından bir estetik seçimdi. Semum gibi daha eğlenceli olmak yerine; Dabbe 1 filmindeki basit oyunculukları, büyük ve sonu kültürel Müslümanlığa varan diyalogları, klişe olabilecek tüm sahneleri ortadan kaldırarak saf bir korku filmi olmak adına atılan koca bir adımdı. Gayet başarılı getirileri olduğunu düşünmüyor değilim.
Korku türüne Hollywood seyircisi kadar dayanıklı bir Türk seyircisine sahibiz. Yönetmen eğer kişileri filminde tutmak ve para kazanmak istiyorsa Semum tarzında Türk halkının ezberi inançlarının sonunda galip geleceği bir film yapmalı diyebiliriz. Eğer amaç salt korku sineması ise; Dabbe 2 de karşılaştığımız kısa süreli efektleri minimal bir öykü üzerinden değil; daha geniş, daha çalışılmış ve tabi ki maddi değeri daha yüksek yapımlar üzerinden konuşmaya çalışılmalıdır. Korku sinemasına zombiler tarafından yeterince doydurulmuş bir Türk halkı var, çünkü karşılarında…
Mehmet Emin Yıldırım
meyproduction@gmail.com
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)