Prolog (Giriş): İnsan; doğası gereği belirli bir anlam bütünlüğüne sahiptir. Bilimsel açılımların şuurumuzda yaptığı genişleme neticesiyle salt enerjinin holografik eksende belirli bir dünyevi zaman aşımı sırasında atomlaşarak nesneleştiğini ve beynin bunları kendi algılama sistemi dâhilinde büründüğü yargılarla resimleştirdiğini veya sesleştirdiğini görüyoruz.
Görünen ve işitilen şey ile sen; temelde tektir. Algılama bu tekliği bozar.
Sonuç olarak; bu filmde seyrettiğiniz ve gördüğünüz bel altı resimler insan algılaması, mertebesi üzerinden değerlendirilebilecek bir açılım sağlarlar.
Önemli olan nesne veya şeyin görüneni değildir; önemli olan ona duyduğunuz arzu, sınırlanmalarınız ve içinizde bulunduğunuz sınırlı kapsüllerin algınıza etkisidir.
FİLM EKSENİ ve DÜŞÜN
Filmi parçalara ayıran ben değilim. Film kendini belirli eksenlere ayırmış:
Bu ayrımları yaparak filmin işaret ettiği mananın temeline inmek için; giriş kısmında(prolog) gösterilen çocuk ölümünü ve filmin sonuç kısmında(epilog) adamın tek başına hasarlı bir vucutla kalmasını önemle değerlendirmeliyiz.
Bir işaret ve dünyevi hikmet ile başlayan bir film olduğu için; bu işaretin de film karakterlerinin çocuklarının ölmesi olması sebebiyle; önemli bir açılım kabul eder, elde tutarız; yine ışık patlaması altında bir aydınlanım resmi ile çıkış sağlanması sebebiyle (film; adamın tepeye çıkmasını ve yüksek ışıkla resmedilmesi ile bitiyor); bu filmin asıl amacının bir bireysel aydınlanma süreci anlatımı olduğunu direk söyleriz.
Tarkovski üzerinden bir atıf olması sebebiyle filmin; kadın bireyi, bireysel manevi gelişim ve inziva temellerini de içinde bulundurduğunu söylemeliyiz. (Stalker, Nostalgia)
AÇILIŞ METAFORU (Prolog)
Düzenli atfedilen, rutin devam eden hayatın bir sebep ile bozulması. Aklı bilimsellikle sınırlayan erkek ve manevi süreçleri de duygusallığı üzerinden yansıtabilecek, hassas bünyeli, zeka sembolü kadın. Doğal olarak içinde bulundukları ve rutinliği simgeleyen cinsel ilişki ve çocuğun kadının gözleri önünde aşağı düşmesi.
Çocuk ölümünün; kadının gözleri önünde olması; ilişkinin içinde veya kadının psikolojik durumunda bir takım sorunlar olduğunu gösterir.
Burada kadın, erkek ve ilişkileri üzerinde tutuşturucu özellik gösteren çocuk ölümü işaretleniyor...
YAS
Film; erkek üzerinden bir aydınlanma evresini anlatıyor ise; kadının yas eylemini bilerek yaptığını seziyorsak; erkek oyuncunun “YAS” eylemini rasyonel bir şekilde içine gömdüğünü, “YAS” sürecini zihninin arka planlarına atarak karısının nevropat hareketlerini kapital işiyle bağdaştırdığını da görürüz.
Kadın ile baş başa kalınan zaman; ormana gidilerek kendisiyle yalnız kalan erkeğin! habersiz bir şekilde bir sürecin içine çekildiğini gösterir. (Adam karısına karşı ilgisiz vasıflanıyor.)
Yas; İsevi tasavvufuna göre film üzerinden yorumlanırsa; insanın kendisiyle yüzleşme sürecinin normalliğine vurgu yapar. Yas; zıtlık halinde olur ve bunu düzeltmememin verdiği yavaşlatıcı, ilerleme kaydedilemeyen süreci temsil eder. Bekleme anıdır...
Üç dilenci ile işaretlenen hayvanlardan geyik ve çirkin görünümü bu sürecin adamın içinde mekanik olarak faaliyete geçtiğini yalnız adamın henüz bundan tam olarak haberdar olmadığını simgeler...
ACI
Aydınlanma sürecinin farkının başladığı evreye işaret eder. Adam kadının sorununa neden ararken gizli bir metafor içinde de kendindeki değişimleri, gel-gitleri ve beş duyuyla fark edilemeyen bir takım şeyleri düşünmeye başladığını görmüştür.
Acı; şartlandırma temelli düşüncelerin zıtlarını hisseden bilincin çektiği, ironik manevi zorluktur.
İşaret edilen; tilki karnının oyuk olması ve ayrıca “Kaos İmparatorluğu” repliği erkeğin kendindeki zıtlıkları fark etmesini simgeler. Bu durum kadının ilgi çekmek için yaptığı hareketlerin artık itici bir duruma dönüşmesini, erkeğin kafasını karıştırmak için uygulanan adımların etkisizliğinin başlatılmasını önerir.
Kadın; kendi aydınlanma sürecinde hormonsal olarak ön görülen aşamalar nedeniyle bilinç arınışını tamamlayamamaktadır.
Bu filmde esas süreç; aydınlanmadır. Evet, ama kadın ve erkek ikisi de bireysel olarak bu aydınlanma sürecinin içine girmiştir. Erkeğin çevresini, kendine ait olmadığı düşünceleri ve şartlanmış bedeni isteklerini temsil eden kadın bir taraftan da erkek üzerinden kendisi başka bir tezkiye sürecinin içine girmiştir. Kadın hormonsal dengesizlikleri yüzünden bu süreçte ilerleyemiyor; erkek ise kadının enteresan hallerini sezip sessizliğe gömülerek, kendi içine doğru bir yolculuğun içine düşüyor.
Film içinde kadının kadın soykırımı hakkında ortaya çıkardığı bilgiler, kadının şeytanımsı zan edilen alt bilincinin, yani aydınlanma sürecinde aşılması gereken vehim aracının, bir hale bürünmesindeki çaresizliği ve adamın bu durum karşısındaki halini ortalıyor.
Kadın gelişim yolunda duyguları yüzünden git-geller yaşarken artık adam tamamıyla kendini sürecin içine bırakıyor.
Bu ayrıca aydınlanma sürecindeki kadınların; erkeklere oranla ne tür başka arınmalarla uğraşması gerektiğini de ortaya koyuyor.
UMUTSUZLUK
Süreç işlerken; üç dilenci metaforun ortaya çıkması ile bir kişinin ölmesi gerektiğine dem vuruluyor. Kadın farkında olduğu hormonal dengesizlik nedeniyle hadım noktasına kadar varıyor. Adama uyguladığı eziyetler; erkeğin kendi gelişimindeki umutsuzluğu çözüp artık düşüncelerden arınmasını ve çaresizliğini gösterirken, kadın üzerinden de kadın için bu yolun tıkanmışlığı hatırlatılıyor.
Dikkat edilirse; erkek kadına patalojik derecede anlamsız gelebilecek şekilde şiddet uygulayamıyor. O kadar kötü durumlara düşürüldüğü halde...
Umutsuzluk iki taraf içinde geçerli; adam kendisine yapılan eziyetlerle kadın tarafından kıstırılıyor. Bunu film metaforu dışında; normal hayat içinde düşünebiliriz. Kadının erkek üzerindeki duygusal etkisi pratik hayatta da buna benzer durumlar ortaya koyar. -Duygu ve aklın çatışması ve inanç faktörünün galip gelmesi-
Bu durum; üç dilenciden sonuncusu kuşun; adama onca umutsuzluk içinden iç (gönül) anahtarını vermesiyle sonuçlanıyor. (İngiliz Anahtarı!)
Adam yaşadığı manevi değişimlerle; aydınlanma sürecinde kadın aracılığıyla bir tezkiyeden geçiriliyor ve sonra ölmesi gereken kişiyi öldürüyor.
Öldürülen kadın; bir insan yapısı olarak değil, kadın üzerinden vurgulanan duygulara ve atılması gereken çevresel zihin atıklarına da işaret ediyor.
Artık şartlanmalar, akıl düşünce metaforu ortadan kalkıyor. Kadın kendi hormonsal dengesizliğine hadım vurarak kendi tatminini bedensel ölüm ile, erkek ise duygusal bunalımlarını yok ederek kendi manevi tatminini yaşıyor. Lakin bu filmsel süreç; pratik hayatta uzun bir zaman dilimine işaret ediyor.
TRİER
Tarkovskiye atanan filmin temas noktası; tasavvuf felsefesi ile anlatacağım yollardan geçiyor.
Tarkovski; inanç, akıl düzleminde; benliğin arındırılması uygulamalarında bir bireysel tatminiyet gösterir. Tarkovski tüm sınırlamaların içindeki tatminiyeti fark etmiştir. Yaşamıştır.
Mutlak öze giden yolu açılmış ve nefsi tatmin olmuştur. Sineması bu tatminlik içerisinde dengeli ve ne yaptığını bilir haldedir.
İnsan kendini tanıma evresinde bir takım meleki ilhamlar alarak bulunduğu durumu izahata yarayan sözler, dualar, sanat eserleri ortaya koyar. Nefsi Mülhime hali yalnızca insanın şartlanma, duygusal karşılıklar gibi dışarıdan etki eden durumları bitirmesiyle, yavaş yavaş hâllenir. Tarkovski seyr’i enfisü içinde gezerek; yani kendi benliğinin gerçek sahibini işaret ederek ve bunu dışarıda dediğimiz imajlarla da irfanlayarak; tatmin olmuştur. Bu tatminiyeti de sinemasında ortaya koyduğu seyri afakî durumu ile tamamlanmıştır.
Trier ise; nefsi mülhime halinin karşık girdaplarında aldığı bir ilhamla yola çıkmıştır. Tatmin olmayan bir nefs hali söz konusudur, yani his ile bir takım evrensel değerleri yakalamış olabilir ama hala kendi benliğinin sınırlaması altındadır. Kendini Bergman gibi "benim arasıra girdiğim alanda, o hep geziyor" mantığı içerisinde değerlendirip, filmiyle orda bulunduğunu bildiği Tarkovski’ye selam çakmıştır.
Trier ve elimizdeki sineması hem estetik; hem sanatçı içselliği bakımından tatminlik hali göstermez ki bu da kullanılan yavaş çekim, yüksek ışık patlamaları, açık diyafram ve kurgusal efektlerle ortaya konulmuştur. Yüksek zihinsel işlemler söz konusudur. Simgeler yerindedir; ama halen aranan kendinden dışarıda aranmaktadır…
Trier; Türk sinemasında Reha Erdem’i ve Kosmoz’u denk getirir.
Kaplanoğlu ise; Tarkovski’nin hali ile bütünleşik bir noktadadır.
İki ayrım arasındaki fark ise; 100 özelliğin 100’ü ile 50’sinin açılması kadar olan bir fark kadardır. Özellikler nasıl açılır ve süreci nasıl işler; ayan’ı sabiteye bırakılır.
Trier; Tarkovski’nin Nostalgia’sı üzerinden kadın, kadının aydınlaması, kadının erkek üzerindeki aydınlanma süreci üzerindeki etkisi ve yansımalarından sızan sıkışık ruh halini yansıtır. Stalker gibi ormana bürünerek; kişiyi doğayla, doğanın seyri ile ve kendileriyle yalnız bırakır. Bu da sinemasının tamamıyla manevi deneyim noktasına temas etmesine neden olur.
Unutmayalım ki; kişi hangi içsel mertebiyi hali yakalarsa; ki sanatçılar genellikle Nefs’i Mülhime noktasında bulunurlar, ancak onu ortaya koyabilirler. Film anının sanata uygun şartları film sanatçısının manevi gelişimi üzerinde büyük önem taşır ve mertebe atlamasına ya da, 100’den kim bilir kaç tanesine daha vakıf olmasına neden olur.
Tatmin olma noktasında; kişi esma mertebesinin tüm halini kendinde bulup hükmünden çıkarken, bunu da dışarıda algıladığı her şeyi içiyle bütünleştirerek yapabilir.
Anti Christ ve Türkçesi Deccal işaretindeki gibi; kişi dışarıdakilerin tüm özelliklerine vakıf olup bunu içindekilere yani öz bilgisine denkleştiremezse Deccal vasfı ile sıfatlanır. İronik bir Türkçe künye oluşmuştur…
Trier’in bu noktada dikkatli olması da diğer eserinde ne ortaya koyduğunu görmemiz açısından önemlidir.
Ehline olan bilgiyi de vermiş olduk.
SÖZ
Aşaması, halin yansıtımı ve hikâyesel düzenlemesi ile önemli ve bizi şaşırtan, yazmaya sürükleyen ve avamın üstüne işaret parmağını gösteren bir eser. Özel izleyici için önemli, genel izleyici için ise zor bir film süreci olacaktır…
Mehmet Emin YILDIRIM
meyproduction@gmail.com