Griffith ve Eisenstein ustalar; 1920'li yıllarda aynı yönde ama karşıt alanlarda rekabet halindeydiler. (Kurgu Sineması) Birisi klasik olan, insanı pek fazla yormayan, ilk insandan beri alışkanlık edinilmiş anlatı (öyküleme- anlatma) disiplinini kendi ülkesinin temelini kurmak için sinemaya uyarlıyor, diğeride daha farklı olması (karşıt fikir) gerektiğini düşündüğü toplum sosyal hayatının savunmasını yeni sanat, sinema üzerinden kurmaya çalışıyordu.
Soyvetler Birliği vs A.B.D savaşını bildiğimiz üzere insanları klasik tutmaya çalışan Griffith ve güçlü ordusu kazanmıştır.
Ah Hayat...
Acaba Eisenstein sineması galip gelse neler olacaktı!
Merak etmişimdir!
İyi incelerseniz hayat tek kutuplu değildir. Diyalektik bir aşkınlık devamlılığı içerisinde yol alır. Seven bir adam varsa nefret eden bir adam da olacaktır, Komünist olan varsa onun karşıtı olduğu Kapitalist de olacaktır.
Basit bir olaydır bu. Çünkü tüm ideolojilerin, toplumsal arzuların temeli zihin olgusuna dayanır ve zihin sağ ve sol, ön ve arkası nedeniyle yatay ve dikey anlamda karşıtlı olarak var olur.
İki karşı kutup olmaz ise insanlık mükemmel bir bütünlük içerisinde, hiçbir eksiği ve fazlası olmadan, durağan, hareket etmeyen, yani var olmayan bir olgu olarak bulunmak zorundaydı.
Bu durumda doğal olarak ben de şu an bu yazıyı yazamayacaktım!
Griffith var ise Eisenstein, Godard, Bresson, A.B.D var ise Soyvetler Birliği, Sağ var ise Sol, teist var ise ateiste de bulunmalıdır.
Mükemmel (ideal) olmadığımıza göre (Şükür) ilerleyebiliriz ve karşıt kutupların bizlere kattığı gelişimleri belki dışardan! ve belki içerden inceleyebiliriz.
Peki kutuplarda bulunmak istemezsek.
Yani ne sağ, ne sol, ne komün ne kapital bizi tatmin etmiyorsa. Bilinçli bir varlık olarak hiçbir tarafta olmak istemezsek ne yapacağız?
Ya hayvan bedeninin en dibine zihni olan bir hayvan (esfel-i safilin) olarak, ya da tüm zıtlıkların ötesine, aşkınlığına yol alacağız. (Ahsen-i Takvim)
Ya en aşağıya, ya da en yukarıya çıkacağız.
Peki sormam gerek!
Griffith gibi drama yapısının uyuşumlarını bilerek, Eisenstein gibi karşıt resimlerin farklı anlamlarını kavrayarak sinematografik anlamda ahseni takvim olabilir miyiz acaba?
Hiçbirini ezberlemeden ve hiçbirini red etmeden yani!
Klasik ve karşıtı anti- klasik yapılar (sadece kurgu- montaj düzeyinde) anlaşılmadan sinemaya girecek olursak, deli, emmare nefs, hayvan, esfel-i safilin olabiliriz de ondan yani!
Klasik olanı bilerek ve onu aşkınlayarak ilerleyeceğiz en kısası.
Bu aşkınlık için çalışan yönetmenler (zihni aşmaya çalışan) sanat denilen "bütünlüklü yaklaşım biçimini" anlamış ve kendi yollarını çizmeye başlamışlardır.
Böyle olunca; fotoğrafik unsurların (1/24) birbiriyle ilişkisiyle kurulan anlam yarışı, yerini ALAN DERİNLİKLİ ifade sistemini kullanan yönetmenlere bırakmıştır.
Ama...
ALAN DERİNLİĞİ'nin uygulanması ile kendini sanatçı ilan etmek; tekerlek icat edip, insan kopyalamaya çalıştığını söylemek kadar abes bir davranıştır.
İşte tekerlek (Alan Derinliği ve Geniş Açı Lens) buluşunda çalışan yönetmenlerden biri de Kenji Mizoguchi'dir...
SANSHO EFENDİ
Bu bahsi geçen Alan Derinliği mefhumu; kameranın ve dolayısıyla birleştirilen hareketli fotoğraf karelerinin düşünce taşıyan alanına derinlik getirdi.
İki resmin birleşmesi zorunlu olarak bir anlam taşıyordu. Lakin siz alan derinlikli geniş planlar uygulayacak olursanız; zorunlu olarak (teknik) taşınan anlam sayısı artacak ve seyircinin de yönetmenle birlikte filme katılımı sağlanacaktı.
Sinemanın efendisi olacaktık yani...
Neyse...
Başka bir alandan bakalım olaya:
Şimdi bir filmde "her insan eşit doğar ve eşit yaşamaya hakkı vardır" cümlesini bir diyalog öğesi olarak kullanmak ile bu edebi cümlenin yönetmende oluşan anlamını görsel olarak yeniden kurgulamak arasında fark var mıdır!
Evet!
Yani diyalog öğesi her birim (cümle, kelime, harf) film içinde çok dikkatli bir şekilde kullanılmalıdır.
Ama görsel olarak düzenlediğiniz ve ancak görsel olarak anlatabilinen bir plan bütünlüğünde; istediğiniz kadar diyalog kullanmanız ve yönetmen olarak anlatınızı bu diyalog ve görsel dinamik üzerinden seyirciye sunmanız çok normaldir.
Sessiz olmaya çalışın derler!
Yalnız; unutmayın ki "yüksek enerjili yapınız (extrovert yapı)" çok fazla anlatacak şeye sahipse; sırf bir başka yönetmeni kopyalamak ve klasik bir kural olan "az diyalog" dinamiğine hapis kalmamak adına bu enerjinizi istediğiniz kadar diyalog ile süsleyebilirsiniz.
Bazı yönetmenler anlatacak hiçbir derin düşünceye sahip olmadıklardan sessiz kalmak zorundadırlar.
Siz değilsiniz.
İşte; Mizoguchi çok konuşmak isteyen, kamerasıyla elinden geleni yapan, lakin bazı "diyalog" durumlarında kafasını (görsel kafa) kullanmaktan çekinen bir ustamızdır.
Mizoguchi ve Klasik Anlatı
Film sosyalist bir yapı içinde gizlenen "insanlığın eşit olması" metaforunu bir aile üzerinden anlatmak istemiş:
Erkek kardeş; kendi temellerinden ne kadar da uzaklaşsa da bir gün babasının ünlü vecizlerine geri dönecek, "köle- efendi" ilişkisini yıkacaktır.
Baba; güçlü ve insanlığa yön veren önemli bir karakterdir.
Anne; yine ancak bir "anne" tiplemesinin yapabileceği bir şekilde kendine yakışanı yapan muhteşem bir insani güçtür.
Efendi Sansho; yönetmenin içinde geliştiği coğrafi bölgenin genel bir izdüşümünü yansıtan "kapital" bir zulüm işaretidir.
Ve bu karakter dinamikleri; kendilerini imgeleyen düşünceleri ile bir bütünü (yönetmenin anlatısı) oluşturmak için harekete geçirilmiştir.
Şimdilerde; bu film ve anlatısı bize klasik gelecek olabilir, lakin yönetmen için kendi kronotopundaki (mekan- zaman- 1954) toplum yapısını yeniden kurmak ve zülme karşı gelmek önemli bir ayrıntıdır.
AMA...
Çok derinden baktığımızda...
Bir durum değişimi ve bu durum değişiminin nedenselliği ile gelişen bir durum değişimi seziyorum. Sonrasında hiçbir zaman kopamayacak bir "olay örgüsü" ne dönüşüyor bu.
Griffith+ John Ford+ Orson Welles aynı (kişisel+toplumsal) yapıyı kendi coğrafyalarında çok öncelerinde güçlü bir şekilde işlemişlerdir.
Bu yukarıdaki öncül insanların başka bir coğrafi alandaki kopyaları olmak bir sanatçı için yeterli olamayacak bir özürdür. (Mizoguchi vs Sanatçı)
Ne derseniz diyin; güçlü geniş planlar, akıllıca kullanılmış kamera hareketleri, işlenen toplumsal (aile bireylerinden olsa da) dinamikler tek başlarına yeterli değildirler...
İşte size şifre:
Tarkovski gibi işlenmemiş bir sinematografi kuracaksınız. (Godard+ Eisenstein ve Stanley+ Orson Welles birbirinin zıttıdır. Lakin zıtlıkları aşkınlamak zorundasınız. Hem de teknik olarak...)
Mevlana gibi; saf bilinçli bir varlık haline geleceksiniz. (Hakikat Noktası- İnsani Gelişim)
Yunanlı Zorba gibi de dünyada kalacak ve toplum dinamiklerinden kaçmadan yaşayacaksanız.
Zordur, ama yapılabilir.
Zordur, ama yapılmalıdır.
Zordur, ama yapabiliriz.
Başkaları yapamamış olabilir; lakin unutmayın Tanrı hiçbir zaman aynı kişiyi ve durumu yeniden yaratmaz.
Haydi bakalım!
30. 10. 2011