31 Ocak 2010 Pazar

"M.E.Y"in Seyir Defteri- Ada: Zombilerin Düğünü

--- Ada: Zombilerin Düğünü ---



Yönetmen : Talip Ertürk, Murat Emir Eren

Görüntü Yönetmeni : Meryem Yavuz

Yapım : 2009, Türkiye

Oyuncular: Ozan Ayhan (Murat) , Esra Ruşan (Gamze) , Onur Buldu (Ömer) , Rüya Önal (Selen) , Kaan Keskin (Deniz) , Gülüm Baltacıgil (Ekin) , Canan Güven (Betül) , Biğkem Karavus (Davetli) , Tülay Bekret (Sevin) , Taner Birsel (Usta)

Konu: Birbirlerini uzun süredir tanıyan beş kişilik bir arkadaş grubu, ortak bir arkadaşlarının düğününe katılmak üzere Büyükada’ya gider.

Erhan, düğünü ve uzun aralıklarla bir araya gelebilen ekibin mutlu anlarını kayda alabilmek için yanında bir kamera getirmiştir ve sürekli çekim yapmaktadır. Film boyunca tüm izlenenler, bu kameraya yansıyanlardır.

Düğünün ilerleyen saatlerinde davetlilere saldıran bir grup zombi, ortalığı kan gölüne çevirir. Grup bir yandan adadan kaçabilmek için mücadele ederken, diğer yandan mahsur kalan arkadaşlarını kurtarmak için uğraşıyorlar.

Sonuç: 6,7 Puan… Film eleştirmeni veya sinema yazarısınız ve film yapmak niyetindesiniz. Elinizde birkaç veri bulunur ve bunlardan yola çıkarsınız. Nedir bunlar:

- İlginç bir fikir üzerine kurulan ilginç senaryo ve getirisi büyük bir risk almak,

- Üzerine çalıştığınız estetik ve temsilcisi yönetmenin filmlerinden hareketle kendi eserinizi oluşturmak,

- Hikâyesel anlamda içeriği toplumla örtüşmeyen, bir başka estetiğin filmini topluma uyarlamak,

- Toplumun alışageldiği beğenilen bir estetiğe ezberden yönelmek.

Elinizde bulunan birkaç seçeneği önünüze koydum. İşte Ada filmi üçüncü seçeneği seçen filmlerden ve yönetmenleri üçüncü şıkkı tercih eden yönetmenlerden: Hikâyesel anlamda içeriği toplumla örtüşmeyen, bir başka estetiğin filmini topluma uyarlamak. Elimizde var bir.

Sinema yazarı olmak bir miktar sinefil olmayı gerektirir. Sinefil kişi de izlediği filmleri; hafızasında tutabilme ve gerektiği yerde verisel olarak kullanabilme yeteneğine sahiptir. Ayrıca sinefil kişi; izlediği yüzlerce filmden sahneler, planlar, diyaloglar, klişe olarak topluma yerleşmiş veriler bulup, bunları istediği yerde kullanabilir. Sinema yazarının film yapması; en yukarıda verilen seçeneklere bir de sinefil özelliklerini katmasıyla sonuçlanır: Hikâyesel anlamda içeriği toplumla örtüşmeyen, bir başka estetiğin filmini topluma uyarlamak + Önemli filmlerden ve benzer estetikten önemli kesitler almak ve bunları kendi eserinde kullanmak. Elimizde var iki. Bunlar filmin yapımı için gerekli ham maddelerimiz.

Filmi; ham madde olarak şekillendirilmiş sonuç aşamasıyla hemen bir teknik analize sokalım:

Film; aksiyon kamera tercihi kullanılarak çekilmiş. Bu seçim; kendi mihenk noktası benzerine laf atmak, film estetiğini en baştan belirlemek veya maddi anlamda gereksinim duyulan bazı imkânsızlıkları ekarte etmek amaçlı yapılmış olabilir. Ayrıca; hikâyesel anlamda konunun inandırıcılığını artırmak amaçlı yapılmış da olabilir. Yalnız; bu tür bir seçim; toplumun gereksinimlerini, istenilen izleyici kitlesinin ihtiyaçlarını karşılamak yerine onları ne yazık ki irite etmiştir.

Işık kullanımı olarak reel aksiyonun yakalanması, daha rahat şekilde çekimin sağlanabilmesi amacıyla kullanılan karanlık sahnelerin bolluğunu görüyoruz. Bu seçim; işin yapım aşamalarını bilen için normalde olsa; istenilen seyirci kitlesi için pratik bir hatadır ve beğenilmeyen bir harekettir.

Oyunculuk ve konunun yerleşimi; aksiyon kamera hareketine parelel konumlanmıştır. Bu oyuncuların kurmacadan uzak ve seyirciye yakın olmalarını sağlamıştır. Küfürler oyuncuları doğal yapmakla beraber bazen abartı kullanılarak hadlerini aşmıştır.

Hikâyesel anlamda; zombilerden çok; kişiler arası çatışmaların öne çıkması, filmi çok dinlendirdiği için aksiyon seviyesini düşürmüştür. Kamera hareketi olarak seçilen aksiyon çekime göre çok düşük oranda aksiyon sahnesi kullanılmıştır. Bu seçim; seyirciyi çoğu zaman amatörce çekilmiş bir kısa film izleniyor moduna sokmuştur ve esas konudan uzaklaştırmıştır.

Filmin; diyalogları, alıntı olarak dokundurduğu verilerin uzuvları ve oyuncuların geyiğe vurdukları sahneler gayet iyi planlanmış. Yalnız; bu geyikler kamera ile Lider Zombi’yi aradıkları sahne dışında; Zombi filmi geyiklerinden çok, her hangi bir konu üzerine dönderilen laf öbekleri haline gelmiştir. Bu da seyirciyi dikkatsizliğe itmiştir.

Sonuç olarak ise; riskli bir atılım için çok zor seçimler yapmış yönetmenler diyebiliriz. Analizler ve yapım düşünceleri göze alındığında yalnızca "seçim sizin efendim" diyebiliyorum. Saygılar


Mehmet Emin Yıldırım

meyproduction@gmail.com

30 Ocak 2010 Cumartesi

"M.E.Y"in Seyir Defteri- 2012

--- 2012 ---



Yönetmen : Roland Emmerich

Senaryo : Roland Emmerich , Harald Kloser

Görüntü Yönetmeni : Dean Semler

Müzik : Harald Kloser

Oyuncular: John Cusack (Jackson Curtis) , Thandie Newton (Laura Wilson) , Woody Harrelson , Amanda Peet (Kate) , Morgan Lily (Lilly) ,

Konu: Asırlar önce, Mayalılar bize takvimlerini bıraktılar. Üstelik bu takvimin bir son günü vardı ve bunun anlamı açıktı. O günden beri, astrologlar onu keşfettiler, numeroloji uzmanları kehanet için takvimden şifreler çıkardılar, jeologlar dünyanın o zaman vadesinin dolacağını söylediler ve hatta hükümet bilimcileri bile dünyayı 2012’de bekleyen devasa çaplı afeti yadsıyamıyorlar. 2012 geldiğinde bileceğiz ki uyarıldık.

Sonuç: 7,5 puan… Felaket filmleri; genel tabirleriyle; belirli bir hikayeyi büyük merkezli bir güce bağlayarak yıkım, yapım, onarım gibi fiillerin açılımını sağlamaya çalışan bir türdür. Türdür; çünkü yeni dönem sinema filmi sınıflandırılmasında daha önceki emsalinden daha farklı bir noktaya göre sınıflandırılması sağlanmıştır. Bu sınıflandırmanın amacı; maddi beklenti ve seyirci beğenesidir ki; bu talep artık neredeyse en küçük farklılıkta dahi kendini film değerlendirmesinde göstermeye başlamıştır.

2012 filmi; klasik bir doğaüstü yıkımı bahane ederek; aile bireyleri arasındaki yapımı ortaya çıkartmaktadır. Bu türün filmleri; hikayesel anlamda genellikle kişiler ve toplumlar arası kaos ortamın kaybolması, statü farklarının yokolması dertlerinin peşinde koşar. Büyük bir felaket her zaman insanlar için büyük bir ders olur ve manevi duyguların öne çıkmasında vesiledirler. Dış yıkım getirisi olarak iç yapım; bu türün olmazsa olmazıdır. Kısaca salt bir aksiyon filminde; bu tür bir alt metin bulamayız ve bulmamıza da açıkçası gerek yoktur.

Yüksek bütçeli yapımın getirisi inanılmaz iyi animasyonları, gerçeğe yakın ayrıntıları, John Cusack gibi iyi bir oyuncuya sahip olması ve manidar yanının türüne oranla daha az melodrama kaçması nedeniyle izlenebilir diyorum. Bir felaket filminden çok fazlasını beklemeyin ve ne olur türleri kendi içlerinde değerlendiririn. Siz beğenmiyorsunuz diye bir filme ön yargılı yorum yaparsanız; o zaman ileride yumurtasız omlet yapmak zorunda kalırsınız…

Mehmet Emin Yıldırım

meyproduction@gmail.com

"M.E.Y"in Seyir Defteri- Edge Of Darkness (İntikam Peşinde)

--- Edge Of Darkness (İntikam Peşinde) ---



Yönetmen: Martin Campbell

Senaryo: William Monahan

Oyuncular: Mel Gibson, Ray Winstone, Danny Huston, …

Konu: Thomas Craven ( Mel Gibson ) Boston Polis Departmanı’nda tecrübeli bir cinayet masası dedektifi ve kızını yalnız büyüten bir babadır. 24 yaşındaki biricik kızı Emma ( Bojana Novakovic ) evinde vurulunca herkes asıl hedefin Craven olduğunu düşünür. Ancak kısa zaman sonra Craven bu durumdan şüphelenmeye başlar ve kızının ölümünü araştırmaya karar verir. Araştırma onu, kızının gizli yaşamına, devletin gizli işlerine ve kanıtları yok etmekle görevli devletin gizli adamı Darius Jedburgh’e ( Ray Winstone ) götürür.

Sonuç: 7,2 puan… Başrol oyuncumuz isimce ün yapmış ve biraz yaşlanmış olunca; onun üzerine kurulacak, kurulmuş yada içinde yer alması istenen proje; hızlı kurgulardan, dozu artmış efektlerden ve şaşalı reklamlardan biraz uzak kalıyor doğal olarak. Bu rolleri Viggo Mortensen ile özdeştirmek hepimiz için alışkanlık haline gelmişti lakin Mel Gibson ve yönetmen beyefendiler isim haklarını kullanıp, çoktandır ortalarda olmayan isimlerini hızlı bir kurguyla satmayı planlamışlar gibi görünüyor.

A History of Violence, Eastern Promises gibi aksiyonu daha reel kılmaya çalışan filmlerin yapmaya çalıştıkları; kurmaca olan film eksenini daha bizdenmişçesine yumuşatmak, efektleri ortadan kaldırmak ve kavga sahnelerini daha yavaş ve uzun planlarla çekerek, filmin hikayesel bazda daha akılda kalır durmasını sağlamaktı. Stallone’in Get Carter (Yüzleşme)’ını izlediğimde kapıldığım o; az ama öz olma duygusu işte elimizde olan bu filmde de tamamiyle kendini gösteriyor.

Sade, ağır tempolu, diyalog ve oyuncu performansı üzerine kurulu, suratınız ekşimeden izleyeceğiniz, klasik bir aksiyon filmi. Göz atılabilir.

Mehmet Emin Yıldırım

meyproduction@gmail.com

29 Ocak 2010 Cuma

"M.E.Y"in Seyir Defteri- Ejder Kapanı

--- Ejder Kapanı ---



Yönetmen: Uğur Yücel

Senaryo: Kubilay Tat

Oyuncular: Uğur Yücel, Kenan İmirzalioğlu, Nejat İşler, Ceyda Düvenci, Berrak Tüzünataç, …

Konu: İki deneyimli dedektif Abbas (Uğur Yücel) ve Akrep Celal (Kenan İmirzalıoğlu) bir seri katilin peşine düşerler. Katilin kurbanları aftan yararlanıp çıkan çocuk tecavüzcüleri, sübyancılardır. Eldeki ipuçları askerden dönen Ensar'ı (Nejat İşler) işaret etmektedir.

Sonuç: 7 Puan… Seri katil vakaları; caniliğinin şekilsel olarak serileşmesi, katillerin süper zeki olmaları ve çok fazla emsali bulunmamasından dolayı Türk halkının çok fazla ilgisini çekmemiştir. İnsan yaşadığı mahalde kendine özdeş kurabileceği, kendinde bulabileceği şeyi özümseyebilir. Bu nedendendir ki; Türk seyircisi Hollywood imzalı seri katil filmlerinde filmin içerdiği kötü zeka temelli bulmacalarla ilgilenir. Senaristin seyirciyle oyun oynadığı sahneleri düşünür ve "bunun sonunu başından biliyordum" cümlesini cuk diye oturtmak için sabırla bekler. Ejder kapanı filmi; filmin içindeki Uğur Yücel imzalı replikten de belli olacağı gibi tutması zor bir işe imza atmıştır.

Film; aksiyon kamera kullanımı ile tekniklenen, hızlı ritmik kurgusu ve cinayetlerin çok fazla sergilenmediği; daha çok film karakterlerinin psikolojisi ile ilgilenen med cezirli konusu ile içeriklenmiş bir estetik seçmiş kendine. Anlatılan hikaye; yöresel şiveler ile daha da Türkleştirilmiş, Türkleştirme yapılan şiveler hikayenin sonuç bölümüne etki edecek şekilde konuya sıkıştırılmış. Net bir şekilde görüyorum ki; film de aslında biri seri katil olayının değil; içinde seri katilin bulunduğu bir biz hikayesini anlatmaya çalışmış. Toplumsal vijdan ve kişisel vijdan tabuları mesele olarak ele alınmış, her birimize tek tek ileti gönderen bir cihaz gibi hikaye kamulaştırılmış. Bu stratejik yöntem; çok hızlı gibi gözüken ama kendi eksiklerini saklayan kurgu, şivelerin ilk baştaki iticiliği ve sonuç kısmında dönüşüm gösteren dram- melodram aksiyonu dışında; çok kötü bir iş çıkartmamış.

Bulmacanın başlangıcı yani suçlunun taranması sırasında önemli bir özellik çıkıyor karşımıza. Film çok fazla farklı tanığı suçlamamış. Bu seçim; filmin türsel olarak polisiyeden, lirik bir drama kaymasına neden olmuş. Böyle bir estetik tercih; seyircisel afallamayı engelleyerek; Türk seyircisine yakın kalmayı başarıp, seyir zevkimizi yerinde bırakmayı özel olarak yöntem belirlemiş.

Türsel dönüşüm örneği olması, kötü repliklerine rağmen iyi oyunculukları, vijdan meselesine tespit ve artı olarak ahlaksız bir yolla çözüm bulması yüzünden izlenebilir bir film diyorum. Hayat bu kadar kolay mı?, adalet nerede?, Türk toplumu bu tür dramlara nasıl bir cevap verir? sorularını da sizlere bırakıyorum. Saygılar

Mehmet Emin Yıldırım

meyproduction@gmail.com

"M.E.Y"in Seyir Defteri- Sherlock Holmes

--- Sherlock Holmes ---



Yönetmen: Guy Ritchie

Senaryo : Michael Robert Johnson , Anthony Peckham , Simon Kinberg , Lionel Wigram , Arthur Conan Doyle

Görüntü Yönetmeni : Philippe Rousselot

Müzik : Hans Zimmer

Konu: Arthur Conan Doyle’un dünyaca ünlü karakteri Sherlock Holmes’ün dinamik yeni uyarlamasında, Holmes ve cesur ortağı Watson en son maceralarına atılıyorlar.

Dövüş tekniklerini, efsanevi zekâsı gibi silah olarak kullanan Holmes, bu macerasında ülkesini yok edebilecek ölümcül bir komployu aydınlatmak için yeni bri düşman ile savaşıyor.

Sonuç: 8,2 Puan… Öncelikle Guy Ritchie’nin filmsel yönetimine göz atalım: Yönetmen; öne çıkan tüm filmlerinde akıl ve akıl üstü öğelerin tartışmasını ön plana çıkarıyor. Filmlerinde analitik zekâ seviyesi çok üstün bir karakter; dengeyi kurmak için daha sosyal, daha ılımlı ve analitik zekânın yanında sağ lob dengesinde spirütüelliği de ön plana çıkartmış başka bir karakter ve aklın sınırını genişletemediği “aşk” öğesini vurgulayabilecek başka bir karakter buluyor ve bunları üstlerine basarak vurguluyor. Konularda; aklın sınırları; aklın kontrolünü kaybettiği aşk ile aşılıyor; aşk; kendinden vazgeçemeyen bir “ben” yüzünden ortaya çıkamıyor, yaralanan “ben” ılımlı, sevecen dost ile yeniden tazeleniyor. İnsan hakikati üzerine önemli açılımlar bunlar. Guy Ritchie analitik zekâsını zorlayacak filmleri yapmayı çok seviyor. Aslında analitik zekâsının bir türlü kavrayamadığı sinema orijinini oluşturan filmleri de içine almağa çalışması, alamasa dahi dil uzatması da önemli açılımlardan biri. Tespit olarak dahi olsa; yönetmen insanın sırlarına ulaşmayı bir hedef bilmiş ve elinden geldiğince, eline fırsat geçirdikçe, bu tür bir altyapıyı her filminde yerleştirmeye çalışıyor ve önemli bir noktadan bizden puanlar kazanıyor.

Film içeriği güçlü bir estetik ile tazelenince; renkler yerinde, sahneler ve kamera hareketleri düzenli kullanınca puanımızı eksilten birkaç olay çıkıyor karşımıza. Nedir bunlar:

Sherlock; karakteri edebi olarak derinliğe ulaşmış bir kişi. Siz yönetmen olarak mitsel temelli gelen bu karakteri kendinize yorumlamak isterseniz; edebiyattan farklı şeyler yapmalısınız. Guy Ritchie’nin oyuncu seçimi ziyadesiyle yerinde. Fiziksel olarak yeterli pazı kuvvetine sahip olmayan, teknik, akıla yönelik ve orta boyda birisi çok iyi yerleştirilmiş. Fakat bir karakterin bu kadar hatasız olması, ya da karakterin hataları işlediği sahnelerin çok kısa tutulması, (karakteri olumsuzlayan sahneler yani); seyirciye yönetmenin karakter üzerinden kendini anlatmaya, mükemmeliyetinin sınırlarını zorlamaya çalıştığın işaretlerini verirsiniz. Bu da puanınızı bizim tarafımızdan düşürür.

Bir edebi eser sinema ile birleşim aşamasında önemli yaralar alacaktır. Edebi tasvirler, karakterler, betimlemeler sinema dilinde çok farklı tezahür edeceklerdir. Sinema yazarı arkadaşlarımın dikkat etmesi gereken şeylerden biri de; bir filmi önyargısız izleme gayretinde bulunmaktır. Film arkasında bir yazı saklamadığı sürece; seri halinde olsa dahi yalnızca 1,5–2 saati içinde verdikleri ile eleştirilebilir. Başka bir tür girişim; salt ego ve kendini aramak, ayrıca objektiflere toz kondurmak dışında bir anlam ifade edemez.

Dört insan kapasitesini tek başına toplayan bu deha müfettişi izlemek hepimiz için güzel bir deneyim olacaktır. Komplekslere girmeden ve senaryoyu önceden tahmin etmeye çalışmadan izlenmesi tavsiye edilir. Ne de olsa bizleri çok fazla heyecana kaptıracak akıl oyunları kalmadı etraflarda… Saygılar

Mehmet Emin Yıldırım

meyproduction@gmail.com

"M.E.Y"in Seyir Defteri- Paranormal Activity

--- Paranormal Activity ---




Yönetmen: Oren Peli

Senaryo: Oren Peli

Görüntü Yönetmeni: Oren Peli

Oyuncular: Amber Armstrong, Michael Bayouth, Katie Featherston, …

Konu: Genç bir çift evlerindeki para normal olaylardan şüphelenmeye başlar. Bir kamera sistemi kurarak gece uyuduklarında neler olup bittiğini kaydetmeye koyulurlar…

Sonuç: 6,8 Puan…
Ne kadar basit bir konuya sahip değil mi? Aslında küçük yaşlarından beri yüksek enerjili gözle görünemeyen bir varlık tarafından takip edilen genç bir kız ve üç yıllık sevgilisinin azimle beraberce bu varlığı hapsetmek istemeleri ve gözle görünebilir hale sokmaya çalışmaları ile ilgili bir konuya sahibiz. Musallat filminin konusunun düşük bütçeli, makyajsız ve amatör şekilde biçimlendirmesi ile az da olsa özdeşleştirebileceğimiz bir konu var yani karşımızda…

Filmin amatörlükten profesyonelliğe geçiş aşamasının filme yüksek paye atayan Amerikan halkıyla bağlanması doğru gözükebilir. Manevi anlamda yeterli doluluğa ulaşmayan insanların ki bu Türk halkı için de geçerli bir düşünce, paranormal isimlendirilebilecek bu tür varlıklara karşı bilgi zafiyetini her zaman görebiliriz. Korku nidası! temelinde kendini belirli bir varoluşa bağlayamamış, hassas zihinlerin zihni bir yanılsamasıdır. Kurmaca bir yapı olarak kendini sinema koltuğuna bağlamış seyirci, kendini bir an için; yapay bir gerçeklik ve inandırıcılıkla birlikte, varlığını düşünmediği ve var olsa dahi insanlar tarafından konumlandırıldığını bildiği şeylerden korkuyor olarak bulur. Pratik ve bilimsel düşünen bir beyin için bu film ve içerdikleri inandırıcı değildir ve filmin sağlamaya çalıştığı gerilim bu beyine yeterli olmayacaktır; lakin bu kişinin kafasında küçük bir olasılık dahi bulunuyorsa bu tür bir olayın gerçekleşebileceği hakkında, işte o zaman kurmaca tuzağına düşmüş birisi var karşımızda demektir. Türk halkının bazı hassas bünyeleri dışında bu filmden korkacağını düşünmüyorum. Bu filmin popülerliğini de bir sonuca bağlamak istersek; son zamanlarda fakirizm ve düşsel yolculuklarla manevi yönlerini tatmin etmeye çalışan Amerikan halkının eksikleri olduğunu gördükleri manevi cahilliklerinin, oradan buradan toplama bilgilerle doldurulmaya çalışılmasının yan ürünlerinden biridir diyebiliriz.

Sinema kurmaca bir yapının içindeki kurmacayı canlandırır. Kurmaca olan hayattır ve bu kurmaca hayatı yaşayan insan; kurmaca olduğunu bildiği bir filme giderek kendini farklı yönlerden tatmin etmeye çalışır. Sinema bu temel kavramsal yaklaşımdan dolayıdır ki; esas manası ile insan halini yansıtmak için ortaya çıkmış zaruri bir sanattır. Korku; korkularına ulan çekebilmiş bir seyirci için hiçbir şey ifade etmez. Yalnızca hal ile bu insana dokunabilirsiniz ve korku denilen kavramın alt yapısına ulaşabilirsiniz.

Bizleri derinden etkilemeyecek bir korku efendim. Yalnız maddi imkânsızlıklarla çekilmesi ve üzerinde çalışılması nedeniyle özel izleyiciler için izlenmeli; genel izleyici için ise DVD’ye kadar beklenebilir; der gibiyim. Saygılar…

Mehmet Emin Yıldırım

meyproduction@gmail.com

"M.E.Y"in Seyir Defteri- Kutsal Damacana 2: İtmen

--- Kutsal Damacana 2: İtmen ---



Yönetmen: Korhan Bozkurt

Senaryo: Soner Günday

Oyuncular: Şafak Sezer, Mustafa Üstündağ, Aydemir Akbaş, …

Konu: Fikret, eski mesleği olan gemiciliğe dönmüş, tayfa olarak çalıştığı gemiyle uzak denizlere açılmıştır. Gemi Hint okyanusunda seyrederken Somali’li korsanların saldırısına uğrar, korsanlar gemiyi ele geçirir, Fikret denize atlayıp kaçar.

Ertesi gün Fikret baygın bir halde Hindistan sahilinde bir kumsalda karaya vurur. Bir kaç Hintli köylü Fikret’i bulur, tedavi etmek için yakınlardaki bir Budist tapınağına götürürler.

Aradan beş ay geçer, Fikret sağlığına kavuşur, tapınakta eğitim gören Serkan adındaki bir Türkle tanışıp arkadaş olur.

“Ferrari’sini Satan Bilge” tadında ki Serkan, Fikret’in karakterine ve hayata bakış biçimine hayran olmuştur.

Fikret ve Serkan Türkiye’ye dönerler. Serkan bir kaç gün misafir etmek için Fikret’i çiftlik evine davet eder.

Ertesi sabah Fikret arkadaşı Müjdat’la buluşur. Fikret’le birlikte haciz malların satıldığı Yedi Emin Deposundan mal alıp-satmayı planlamaktadır. Fikret ve Müjdat o gece Müjdat’in evine giderler. Uyumak için yatağa girdiklerinde o gün açık arttırmadan aldıkları tablonun içindeki kurt, tablodan çıkar, Müjdat’ın içine girer.

Sonuç: 6,5 Puan…
Komedi filmleri art arda sıralanmaya başladılar efendim. Sıralanmanın seriler halinde geliyor olmasının; Türk halkının bu filmlere içerdikleri her hangi bir uzuvdan dolayı onay veriyor gözükmesinden kaynaklı olabileceğini düşünmüyor değiliz. Halk yani sinema seyircisi; başrolleri, ilgilerini çeken sıra dışı konuları, seve gelinen Yeşilçam temelli kişiye bağlı komedi unsurları ve tabii ki büyük stres birikintisi ile geçirdikleri günlerinin başrolündeki beyinlerini bir an olsun boşaltmak, biraz gülmek ve kendilerini rahatlatmak; için komedi türüne rağbet gösteriyor. Sinema öğretici rolü olmayan bir sanattır; doğru ama bu kadar da eğlenceyi tetikleyen bir sanat mıdır, düşünmeli, üzerinde sık sık tartışmalıyız…

Komedi furyası, hele ki Türkiye’de yeni bir anlayış yerleştirmeye çalışıyor görebiliyoruz. Komedi filmi, tamamen komik unsurların birleştiği, salt güldürü amacı güden bir yapıt değildir. Film ve dâhil olduğu sinema sanatı kendine ait kurallarla örülü bir birimdir. Kurallar yıkılabilir lakin film içerisinde kendini hissettiren sanatsal bir olgu her zaman bulunmalıdır. Türk komedi film yapımcıları artık seyircinin her saniye gülmesinin çok zor olduğunu kavradılar. Tek kişilik oyunculukların yeterli olamayacağını ve bir komedi filmi yapmanın sululuğa kaçmadan, saçmalamadan ve kabalaşmadan da gerçekleşebileceğini en sonunda fark ettiler. Göreceksiniz; Recep İvedik dahi yeni filmlerinde hikâye babında daha etkin, her an kasmık bir gülümseme yüklemekten uzak, bir hal alacak karşımızda. Yaşadığımız her an gülemeyiz, çok komik anlar yaşarız; ama biraz dinlendirme payına sahip olmalı, kendimizi diğer komik olaya kısmen hazırlamalıyız.

Hikâye babında saf bir kurguyla ilerlemesi adına kısmen izlenebilir bir film diyorum. Küfürleri, konunun tıkandığı yerde kullanılan müzikleri ve sırıtan bazı oyunculukları ile puanını düşürüyorum. Seçim sizin, yorum bizim efendim!

Mehmet Emin Yıldırım

meyproduction@gmail.com

"M.E.Y"in Seyir Defteri - Dabbe 2-

--- Dabbe 2 ---




Yönetmen: Hasan Karacadağ

Senarist: Hasan Karacadağ

Görüntü Yönetmeni: Seyhan Bilir, Hasan Karacadağ

Oyuncular: Sefa Zengin, İncinur Daşdemir, Deniz Olgaç, …

Konu: ŞİMDİ SEN GÖKLERDEN GELECEK VE İNSANLARI KUŞATACAK O DUMANA BAK! BU ACI BİR AZAPTIR (Duhan Suresi 10–11)

Kıyamet Saati Yaklaşıyor… İnternet yoluyla tüm dünyaya hızla yayılan ve her eve giren Dabbe, ona eşlik eden Cinler ve bilinmeyen gölge varlıklar dünyadaki tüm elektromanyetik sistemleri ve interneti ele geçirerek son saldırı için göklerden gelecek bir işareti beklemektedirler.

Huzursuz ve tedirgin edici bir İstanbul şafağında göklerde beliren garip ve siyah bulut kümeleri ağır ağır açılırken arkalarına saklanmış olan DUHAN az sonra başlayacak kara istilanın ilk işaretidir.

Sonuç: 6,5 Puan… Türk korku filmleri; kullanılmaya başlayan; profesyonel ekip, kendini geliştirmiş yeni yönetmenler, sıkı çalışılmış oyunculuklar ve en önemlisi Türk halkının yeterli bilgiye sahip olmadığı için fazlasıyla çekindiği takyon boyutunda hareket eden nar’ı yapılı varlıkların sayesinde daha çekici hale gelmeye başladılar. Sinema sanatı; her hangi bir tür için kendine malzeme arıyorsa tabii ki de kendi kültüründen, halkına mal olmuş esatir temelinden yararlanacaktır. Türk toplumu konusu kendisine özdeş oluşturabilecek her türlü hikâyeden ziyadesiyle etkilenecektir. Korku filmi yönetmenleri de bunu kullanmak zorunda olacak ve şimdi konusu olduğu gibi kullanacaklardır.

Dabbe filmi; temeli çok uzaklara dayanan Kıyamet Alametlerinin bir izdüşümü olarak karşımıza çıkmıştı. Kıyamet Alametleri her zaman bizler için önemli unsurlardır. İlahi ve dogmatik bir gerçekliğe sahip oldukları için bilimsel bir sonuca varılamadan kültürümüz üzerinden kulaktan kulağa, değişerek bu zamana kadar ilerlemişlerdir. Bu konuda bir korku filmi yapmak; Türk toplumu ve uzuvu sinema sanatı için önemli bir getiri olacaktı ve Dabbe filmiyle yeterli maddi, manevi kazanç sağlanmıştı.

Daha sonra gelen aynı yönetmen imzalı Semum filmi Dabbe’nin salt korkusunun üstüne iyilerin kazandığı epik bir hikâye daha ekleyerek halkın beğenisine mazhar olabilecek bir yapı kurmayı başarmıştı. Semum eğlenceli, Türk halkının hoşuna giden, korku unsurları bilinmeyen yaratıklara dayalı ve Yeşilçam temelli bir melodram kurmacası halindeydi. Dabbe daha estetik ve salt sinema peşinde koşarken (Japon Korku Sanatı!), Semum işin içine fantastik öğeler katarak daha etkileyici ve çekici bir film olmuştu.

Dabbe 2 filmi; yönetmen tarafından bir estetik seçimdi. Semum gibi daha eğlenceli olmak yerine; Dabbe 1 filmindeki basit oyunculukları, büyük ve sonu kültürel Müslümanlığa varan diyalogları, klişe olabilecek tüm sahneleri ortadan kaldırarak saf bir korku filmi olmak adına atılan koca bir adımdı. Gayet başarılı getirileri olduğunu düşünmüyor değilim.

Korku türüne Hollywood seyircisi kadar dayanıklı bir Türk seyircisine sahibiz. Yönetmen eğer kişileri filminde tutmak ve para kazanmak istiyorsa Semum tarzında Türk halkının ezberi inançlarının sonunda galip geleceği bir film yapmalı diyebiliriz. Eğer amaç salt korku sineması ise; Dabbe 2 de karşılaştığımız kısa süreli efektleri minimal bir öykü üzerinden değil; daha geniş, daha çalışılmış ve tabi ki maddi değeri daha yüksek yapımlar üzerinden konuşmaya çalışılmalıdır. Korku sinemasına zombiler tarafından yeterince doydurulmuş bir Türk halkı var, çünkü karşılarında…

Mehmet Emin Yıldırım

meyproduction@gmail.com

21 Ocak 2010 Perşembe

--- Avatar ---



Yönetmen: James Cameron

Senaryo: James Cameron

Görüntü Yönetmeni: Mauro Fiore

Oyuncular: Sam Worthington, Michelle Rodriquez, Sigourney Weaver, Zoe Saldana, ...

Konu: Yarı-felçli bir savaş gazisi olan Jake Sully (Sam Worthington), kendilerine özgü dilleri ve kültürü olan, barış ve doğa ile örtülü bir çevrede yaşayan Na’vi halkının arasına gönderilir.

Askeri bir şirket uzaktaki bu gezegeni ve barındırdığı kaynaklara incelemek üzere AVATAR adlı bir program oluşturmuştur. Bu program ile insanlar genetik mühendislik sonucu yarı insan yarı Na’vi haline getirilir ve misyoner olarak Pandora’ya gönderilirler.

Botanist Dr. Grace Augustine (Sigourney Weaver) ile programa gönüllü olarak katılmış Jake’in bedenlerinin Avatar’ı yaratılacak ve böylece Jake’e de felç olmuş bedenini başka bir formda kullanma şansı verilmiş olacaktır. Na’vi halkından Prenses Neytiri ile tanışan Jake, kendisini Pandora’ya gönderen tehlikeden bu halkı savunurken bulur.

Sonuç: 8,5 Puan… Avatar en kaba tabiri ve pratik düzlemdeki kullanımıyla kendimizi dışarıya simgelediğimiz bir işarettir. Arkasına saklandığımız bu işaret ve düzleminde oluşabilecek şekilsel veri; bizi bulunduğumuz sanal, izafi, pandorik ortamlarda kişisel olarak gizleyerek, rahat hareket etmemizi, maskelenmemizi ve daha hızlı bir şekilde kabul görmemizi sağlayacak bir yapı oluşturur. Yaşadığımızı bildiğimiz Dünya hayatında, fiziksel olarak bütünleştiğimiz bu yer kürede, kendimizi tam olarak ifade edemediğimiz, sınırlarımızı genişletemediğimiz anlarda avatarımız başka paralel bir ortamda bize farklı nitelikler, düşünceler kazandırabilecektir. Avatar filmi en derin altyapısıyla işte bu noktadan harekete geçiyor.

Teknik altyapısının kurulması, yeni bir gezegen, yeni bir ırk, yeni bir dil ve ezberlerimizden uzak bir tabiat hazırlanması tam anlamıyla neye işaret ediyor dersiniz. Hepimizin bildiği ve merak ettiği 3D teknolojisi kullanımı bu filmi kritik altına almak için yeterli mi acaba? Göz atalım efendim:

Farklı bir deha tasarımı olan Pandora gezegeni aslında film içinde görev alan asker, ticaret adamı, yani bizlerin (filmde Amerikanlar) en saf hallerini betimleyen Na’vi ler ile dolu. Avatar olarak seçilen her Na’vi ve Pandoranın asıl yerli Na’vi leri günümüz insanının doğaya duyarlı, birbirine saygılı, düşünceli, insancıl yönlerini ifade eden sayıları çok aza inmiş insanları ifade ediyorlar. 3D olarak ve yeniden tasarlanan bu gezegen; gerçekçi öğeler kullanılmadan yapılarak; yaşadığımız ve güzelliklerini ele geçirmeye çalıştığımız iki farklı yer küre arasındaki farkı iyice pekiştiriyor. Kısaca; yönetmen filmini 3D bir teknik dehası üzerinde kurmak yerine; alt metninde güçlü bir varoluşsal insanlık ütopyası ve saflığa olan ihtiyacı betimleyen bir hikâyeden yola çıkarak kurmaya çalışıyor. Şöyle örnekleyelim: Na’vi ler uyurgezer olarak adlandırdıkları insan Na’vilerini aralarına kabul etmiyorlar. Jack karakteri ise felçli olması, hiçbir kötü amaç gütmemesi, olayı hırs ve maddi değerlerden uzak bir şekilde değerlendirmesi sayesinde ilahi bir güç yardımıyla Na’viler arasında kabul görüyor. Ayrıca Ruh Ağacı olarak betimlenen Pandorik ilahi güç; insan merkezin doğasını Mutlak gücü işaret ederek ve merkezi simgeleyerek, insanın yani filmi izleyen biz ve film içinde yer alan tüm insanların ahlaki olarak en olgun halinin temeli Na’vileri destekliyor.

James Cameron; yalnız teknik bir devrimin peşinde değil efendim. Matrix filminde kurulmaya çalışılan âlemler ve anlatılmaya çalışılan doğaüstü öz bilinç değerlerini Matrix’inde ötesinde olarak 3D teknolojisiyle anlatmak derdinde. İlk önce sinemanın öz metinsel sorunu hermetik geleneğe bir bakış ve bunu en güçlü görsellikte anlatma isteği. İki devrimin peşinde akıllı bir sinemacı görüyoruz karşımızda.

Avatar filmi; hikâyesel alt yapısı, teknik verileri, güçlü dinamik temelleri ile Hollywood’un en önemli filmi olarak görünüyor şimdilik. Ticari kaygılar, emeğe saygı ve karşılık bekleme gibi kavramlar olmasa acaba daha ne yapacaklar bilemiyorum. Kendi Na’vilerini film yapmak için görevlendirseler daha da ötesinde filmler yapabilecekler gibi görünüyor. Daha uzun da konuşurum ama sıkmak istemem. Saygılar, iyi seyirler…

meyproduction@gmail.com

Mehmet Emin Yıldırım

"M.E.Y"in Seyir Defteri- Yahşi Batı -

--- Yahşi Batı ---



Yönetmen: Ömer Faruk Sorak

Senaryo: Cem Yılmaz

Oyuncular: Cem Yılmaz, Ozan Güven, Demet Evgar, Zafer Algöz, …

Konu: Aziz Bey (Cem Yılmaz) ile Lemi Bey (Ozan Güven) , 19. yüzyılın sonlarında padişah tarafından görevlendirilerek Amerika’ya giderler. Yanlarına da hediye olarak verilmek üzere çok değerli bir elmas taş ve yüksek miktarda para vardır. İkili Amerika’ya varınca, gidecekleri menzil için bir posta arabasına binerler.

Lemi Bey ile Aziz Bey bu yolculuk esnasında soyulurlar. Önce ellerinden elmas taş gider, sonra da paralarını kaptırırlar. İki Osmanlı, kaptırdıkları parayı tekrar toparlamak için ödül avcılığı yaparlar.

Sonuç: 7 Puan… Bir önceki Cem Yılmaz temelli A.R.O.G filmine yaptığım yorumlar; filmin epizotlar şeklinde art arta sıralanmış esprilerden kurulu, kısmen de olsa isabetli seçilmiş skeçler topluluğu olması ve bu seçim inisiyatifin filmin bütünselliğine sekte vurması çerçevesinde toplanmıştı. A.R.O.G hakkında yapılan toplu kritikler senaryo yazarının! kulağına gitmiş olmalı ki; Yahşi Batı filminin hikâye yönünü ortaya çıkarmak fiili uğruna bir çok komedi unsuru sanırım egale edilmek zorunda kalınmış. (Daha komik olabilirdi gibi cümleler!) Yahşi Batı filmi giriş- gelişme- sonuç üçlemesine yani klasik anlatıya, en açık izahı ile hepimizin belirli bir özdeş kurabildiği olay hikâyesinin öne çıktığı avam film grubuna kendini dâhil etmeye çalışmış ve A.R.O.G filmine oranla daha başarılı olabilmiştir efendim…

Konu komedi altyapısı üstüne kurulacak olursa elimizde bulunması gereken olmazsa olmaz malzemelerimiz vardır: Oyuncu, olay yani hikâye, durum komedisi yaratacak mizansen ya da olay komedisi yaratacak replikler. Sinemada komedi türü; kalıbı çizilen ve sınırlanan duvarların içinde kalmak zorunda olan bir türdür. Ayrıca komedi türü en klasik anlamıyla seyircinin beklentilerine oynayan ve sınırlarını zorladıkça kendi altyapısına lanet okuyan, uygulaması en zor ve aşması en zor kurallara sahip türlerden biridir. O yüzden türü komedi olan bir yapıyı kritik altına almak ve bir anlığına sinema cahili olabilmekten geçer.

Cem Yılmaz ve Ömer Faruk Sorak ellerinden geldiğince kendi kurdukları eski kalıplardan kurtulmak ve sinemasal anlamda hızlı bir ilerleme sağlamak amacıyla, kritikleri okuyup, dinleyip, yorumlayarak, karalama çalışmalarını ön plana çıkararak, müşkülpesent çalışmışlar diyebiliriz. Belirli bir bütünlüğe sahip olması, zekice kullanılan replikleri, arkası dolu atıfları ve hikâyeyi öne çıkaran kurgusuyla izlenebilir (küfürlere sabrederek) eli yüzü düzgün bir komedi türü filmine imza atmışlar. Ne yapsalar zaten izliyoruz değil mi?

Salt sinema adına; kafalarında hapsolan fikir bütünlüğüne, elde etmeye çalıştıkları şeye tam manası ile varmaya çalıyorlarsa eğer; oyuncu popülarizmine endeksli senaryodan, isim altına saklanmış kurgudan ve beğeni kazanmak adına konulmuş diyaloglardan uzak durmaları gerekiyor. Bu da ticari anlamda Türkiye de yapılması şu an için olanaksız bir sinemayı öne çıkartıyor. Bizden söylemesi, uyarması efendim! Saygılar

meyproduction@gmail.com

Mehmet Emin Yıldırım