Sanat eylemini meditatif bir benlik aşkınlama yöntemi olarak tanımlamak ve en önemlisi; bu bakış açısından yararlanarak film yönetmenlerini kendi aralarında kategorize etmek için iki önemli başlık kullanılabilir. Birincisi, film yönetmenini film yapmaya iten zorunlu istem (arzu), film yönetmeninin bilinçaltında saklı kişisel sıkışıklığının ne olduğudur. (İçerik) İkincisi yönetmenin görüntüyü (sinema dili) neden ve nasıl kullandığı; kendinden önceki sinema diline ne kattığı, görsel iletişim sınırlarını ne kadar zorladığıdır. En kısaca yönetmenin görsel iletişim kurma yeteneğidir. (Biçim) Ayırmaya çalıştığımız bu ikili en nihayetinde diyalektik bir düzlemde çakışırlar ama üzerilerine düşünmek için, statik bir durum tanımlaması da yapmak zorundayız. (Estetik) İşte bu ikili anlatıyı; benliğindeki Tanrı’ya (Tanrı olma arzusundan daha büyük bir arzu yoktur) ulaşma arzusu (bir diğer büyük arzusu daha var!) ve sinemanın özdeş- yadsımacı geleneklerini harmanlayarak (tevhid-aşkınlama) kurduğu biçim ile Tarkovski; en tepelere çekmiştir. İkinci sırada da Kieslovski vardır. Üçlemesi ve Dekalog serisi; Kieslovski’nin görsel iletişim kurma (biçim) alanındaki başarısının en önemli ispatlarıdır. O kadar güçlü görselleri vardır ki bu güzel adamın; salt kamera hareketleriyle evrenin tüm hazırda bekleyen öğelerini armoniye sokar ve siz koltuğunuzda “işte, sinema derken ben böyle bir şeyden bahsediyordum” cümlelerini fısıldamak zorunda kalırsınız. Kör Talih (Przypadek) filmi; Kieslovski’nin ilk önemli uzun metrajıdır diyebiliriz. Bu güzel yönetmenimiz bu filmde neredeyse hiçbir görsel fikir kurmadan, küçük bir tesadüfün (5 Saniye) insan hayatına katabileceği üç farklı hayattan bahsetmiş. Yalnız; her filminde yaptığı gibi, yine muğlak sonuçlarla, bu üç hayattan birini seçmek zorunda olduğunu hisseden analitik (mantıklı) seyirciye küçük ve eğlenceli bir oyun oynamıştır. Sevgiler dostum Kieslovski…
Klasik anlatıları yık, düşünceler arası bağlantılar kur, her fikri tüm genişliği ve bağlantıları ile düşün, tüm sistem üzerine "paranormal" araştırmalar düzenle. Sonuçta; ya Ezberlersin ya Sorgularsın...
7 Şubat 2012 Salı
David Fincher- The Girl with the Dragon Tattoo (Ejderha Dövmeli Kız)
Böyle “Sherlock Holmes” gibi tipler adamın sinirini bozarlar. 1.30 saatlik film sürecinde 1.5 yıllık hadiseyi çözdükleri için sizi özdeş olamama kompleksine sokarlar. “Ne oldu da oradan oraya geldi bu adam, bu ejderha dövmeli enteresan velet ne ara öğrendi bu kadar şeyi” sorularını sormak filmin, dizinin yadsınmasına da neden olur. “Hayat ne güzel, böyle bir takım olayları biz de çözüp, her türlü tehlikeden sağ salim çıkabilsek ne güzel olurdu. Paramızı da kazanırdık, ev, bark derdimiz de olmazdı. Şu sinema da bari tüm dertlerimden sıyrılıp azcık adam olayım, gerçek hayatımda kimse bana değer vermiyor, en iyisi 1.30 saat film izleyip, kendimi buluyum…” Halen Hollywood (hikayesi bittiği halde) aynı iyi hikayeleri anlatmaya devam ediyor. Ama şunu fark edin lütfen; bu en önemli noktadır Hollywood filmi çözümlemesi için; Superman, Örümcek Adam ya da Rambo gibi fizik gücüne dayalı karakterleri artık bizleri uyutmak için kullanamıyorlar, çünkü devir fiziğe dayalı savaş devri değil, ayrıca Seven, Testere 1, Makinist gibi sürpriz hamleleri de tükendi, artık direkt olarak zekanıza meydan okur şekilde, hiçbir zaman ulaşamayacağınız, her şeyi çözebilen, her rüyanıza hükmedebilen karakterler üzerinden ninni söylüyorlar. İzlemeyin demiyorum ama farkında olun! Bu ejderha dövmeli kızı, ejderha dövmesiz Sherlock’u “ideal” tipler olarak yükleyip, kendi var oluşunuzdan kuşku duymanıza sebep oluyorlar. Bir kulağınız da bağımsız, festival sinemasında olsun! Oralarda halen bir umut var!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)