21 Ekim 2008 Salı

“BİR PORTAKALI YEMEK, SIKIP SUYUNU İÇMEK NE KADAR DA ZORMUŞ"

İlginç bir konuyla karşınızdayım. İnsan, hepimizin bildiği gibi belirli fiziksel ve düşünsel süreçlerde hayatına devam eder. Doğar, görür, tanır, hisseder, bildiğini sanar, bilir,ölür... Bunu, fiziksellikle başlayan düşünselliği takip eden süreçler sonucunda fizikselliğin sonunun gelmesi olarak kısaca özetleyebiliriz.Temel anlamda düşünürsek, algılarımızın dışında ve içinde olan her şey bu gelişim süreçlerini yaşar.Yazının bu girişinin bizi ilgilendiren tarafı ise, insanın fizikselliğini takip eden düşünsel gelişiminlerinin nasıl ve hangi şekillerde gerçekleştiği.Yazımızı biraz daha açalım...
1-“Düşünmek”, 2-“Düşündüğünü Öğrenmek”, 3-“Öğrendiklerini Yaşamak” ve 4-“Yaşadıklarını Paylaşmak” söz öbekleri bizim pratik “olgu”larımız olsun...”Gençler bilse,yaşlılar yapabilse” ve bunun gibi birçok argüman baz alınarak, kimsenin yazıdan uzaklaşmaması için, düşünsel gelişim sürecimizi bu dört olgu üzerinden değerlendireceğiz ve konumuzun derinleşmesinini sağlayacağız.Şöyle ki;

İnsan, “DÜŞÜNÜR” ; ne olduğunu,nasıl olduğunu, nerde olduğunu...Hayatı için birtakım izlenimler edinir.

İnsan “DÜŞÜNDÜĞÜNÜ ÖĞRENİR”.Neyi peki? Biraz önce bahsettiğimiz ve belki de yıllardır kafasında yer eden şeyin temelinin ne olduğunu,neye yaradığını.Peki kimden? Ya da nereden? Daha önce düşünmüş ve yaşamasa da en azından öğrenmişlerden...

İnsan “Öğrendiğini Yaşar”,nasıl?Düşündüğünü daha önceleri düşünüp kendisine öğretenden öğrendiği şekilde ...Genelde fiziksel gelişim süreci burada başlar. Sorulara verilen cevaplar, kendi kişisel sürecimizin cinsini belirler.Bu durum “Tecrübe” kelimesi ile adlandırılabilir.Öğrenilen
şeylerin istenerek ya da istenilmeyerek, düşünsel bazdan çıkıp pratik olarak uygulanması başlar...

İnsan “Yaşadığını Paylaşır” .Nedir paylaşılan?.Düşündüklerini öğrendiği, öğrendiklerini yaşadığı, kendi hayatına uyguladığı şeyler.İşte bu da “Tecrübe Konuşuyor” kelimesinin eş anlamlısı..

Şimdi, yukarıda yazılanları hepimiz kavrayabiliyoruz..Peki temelinde bu kelimelerle adlandırdığımız yapıyı bir de “Astroloji” yani Astrobilimden dinleyelim ve perdelerimizi yavaş yavaş kaldıralım...Çok önceleri bilinen şeylerin günlük hayatımıza nasıl da farklı anlamlarda pratikleştiğini görelim.

1-“İkizler” “DÜŞÜNÜR” Neden? Çünkü hava burcudur.Hava burçları iletişim burçlarıdır.Çünkü “ikizler” “Merkür” iletişim gezegeninden herhangi bir şey hakkındaki ilk fikirleri alır ve düşünmeye başlar.

“Yengeç” idrak eder.Algılamaya ve anlamaya başlar.Neyi?İlk düşünülen fikiri.

“Aslan” hobi yapar.Artık fikir yavaş yavaş kafalarda şekillenmiş(idrak) ve pratik hayata geçirilmeye başlanmıştır..

2-“Başak” “DÜŞÜNDÜĞÜNÜ ÖĞRENİR”.Neden? Çünkü toprak burcudur.Toprak burçları, fikirleri daha derinleştiren burçlardır.İkizlerden alınıp şekillenen fikiri yeniden Merkür gezegenine başvurarak hobi olmaktan çıkarrp bir bilene başvurulması gerektiğini, kendince yorumlanması ve hayata geçirilmesi gerektiğini hissettirir.

“Terazi” uygulamaya devam eder.Fikirin orijinalini düşüncede ve pratikde dengede tutar.Küçük küçük paylaşımlara başlar.

“Akrep” uygulamayı genişletir ve kendince deneylere başlar.

3-“Yay” ÖĞRENDİKLERİNİ YAŞAR”.Nasıl? Paylaşılmaya açık ama tam şekillenmemiş olarak.Neden?Çünkü ateş burcudur.Fikirler olgunlaşmakta, ateş içinde fokur fokur kaynamaktadır.Ama bu ateşin seviyesinin kişiden etrafa yayılarak hafifletilmesi lazımdır.Yani suda ferahlatılması...

“Oğlak” yaşamaktadır.Fiziksellik boyutunda maddesel olarak fikir uygulanmakta,toprak serinliğinde ateş takriben dövülmektedir.

“Kova” aldığı yarı ateşli bombayı kendi dehasında yoğurarak maddiyatta sunma gayretindedir

4-“Balık” YAŞADIKLARINI PAYLAŞIR”. Neden?Çünkü su burcudur ve yarı ateş topumuz artık son olarak dövülmüştür.Paylaşım tam olarak gerçekleşmektedir..

“Koç “süreci tamamlamış, kendince uygulamaya ve kendinde ki bu gücü keşfetmeye çalışmaktadır..

“Boğa” artık yeni fikir veya fikirlerin gelişmesi gerektiğini, eski fikirin üstünde sabit olarak uygulanan pratik süreçler sebebiyle hissettirmektedir.Klişeleşme başlamıştır.

İşte en başta bahsettiğimiz dört “olgu” ve “Astorolojik” bakış açısı.Böylelikle oniki burcun insanların düşünsel sürecindeki astrolojik etkisinin anlamlandırdığı olgunlaşma evrelerini görmüş olduk...İlk anlatımımızdan farklı olarak, farklı bir bakış açısı yakaladık.
“İkizler”, “Başak”, “Yay”, “Balık” bu dört burç,evrelerin ve gelişimin başını çeker.Neden?Çünkü “Sabit”,”Değişken”, “Öncü” burçlar katagorisinde değişimin işaretçileridirler.Yani kısaca “Değişken” burçlardır.Öncüler kendinden önceki yapıyı en iyi ortaya çıkaranlar, sabitler ise ilk oluşum fikrinden en uzun sürede yeni fikre geçenlerdir.Sabit burçlar, fikri gerektiği müddet savunanlardır,genel görüş haline getirenlerdir.
Koç, Yengeç, Terazi, Oğlak öncüler...
Boğa, Aslan, Akrep, Kova sabitler...
İkizler, Başak, Yay, Balık değişkenler...

Demek ki düşünsel ve fiziksel yaşam ve öğrenim süreçleri “Astroloji”de bu şekilde temellendiriliyor.Temelinde bizim kafamızda yer eden her şey bu süreçlerden geçerek, tüm algımızın aldığı veya almadığı varlıklara yayılıyor.Bu ikinci bakış açımız.

Şimdi bir de en farklı gözden, “Tasavvuf”tan, çıkalım yola.Kişilerin korkup kaçtığı ve duyduğunda aman aman dediği terimler, nasılda yanlış biliniyor ve bakalım nasıl sonuçları var...En basit şekilde yukardaki dört “Olgu” nasıl adlandırılıyor.

1-“Şeriat” DÜŞÜNÜR.Fikrin temelidir, en alt alem, boyuttur. İkizler temellidir.Kelime anlamı olarak "kurallar birliği" anlamındadır, yani bizim ilk çıkış noktamızdır.
2-“Tarikat” “DÜŞÜNDÜĞÜNÜ ÖĞRENİR”.Uygulamanın pratik kilişelerinin temelidir.”Başak”burcu ile başlayan alemi algılayan yapının, bir mürşide tabi olma ve bir takım pratik uygulamalardan geçme zamanıdır.
3-“Hakikat” “ÖĞRENDİĞİNİ YAŞAR”."Yay" güdümlüdür.Olayları tüm bütünlüğü ile genelinde görür.Fikrin ayrıntı kısımları mana kazanır.Fikrin yaşanıp, tam manası ile olgunlaşmaya ulaşmasıdır.
4-“Marifet” “YAŞADIKLARINI PAYLAŞIR”."Balık" temellidir.Hakikat'a ulaşılmışın pratiğe dökülmesi ,ikizlerden fikirin alınıp başak yoluna girenlere yol göstermedir.Mürşid olma.Üstad olmadır.

En tepeden beri 4 “olgu” kabulümüzü başka ifadelerle yeniden gözler önüne serdik.Basit ama anlaşılmaz olana, anlaşılmasından "derin mevzular" diye kaçtığımız konulara, biraz daha farklı açılardan baktık.Hepimizin bildiğini daha da anlaşılır yaptık.

Fikirlerin somutlaşması için, başlığımızla adını koyduğumuz “BİR PORTAKALI YEMEK,PORTAKALI SIKIP SUYUNU İÇMEK NE KADARDA ZORMUŞ” pratiğine bir göz atalım o zaman.

1-“Portakal” bir meyvedir.DÜŞÜNDÜM.Söyleyen “İKİZLER”.Alem ŞERİAT
2-“Portakal” bir meyvedir ve ayrıca yenilebilir ve suyu sıkılarak içilebilir.DÜŞÜNDÜĞÜMÜ ÖĞRENDİM.Söyleyen BAŞAK.Alem TARİKAT
3-“Portakal”ın öz suyu içilebilen ve yenilebilen bir meyve olduğunu keşfettim, ben artık bunun suyunu sıkıyım ki elimdeki portakalı değerlendiriyim”.ÖĞRENDİĞİMİ YAŞADIM”.Söyleyen YAY.Alem HAKİKAT.
4-"Portakal" yararlı bir meyvedir bunu test ettim, bu meyvenin ağacını buldum ve sizede kendi ellerimle sıktım.Bir tadın isterseniz.”YAŞADIĞIMI PAYLAŞTIM”Söyleyen BALIK.Alem MARİFET.

İşte yeniden bir “paranormal” araştırma düzenledik.Klasik olanı analizledik, farklı isim aynı manada, düşünen "İkizler" e sentezledik.
Sonuçta, sistemin özünün farklı algılarda hep farklı isimlerle anıldığını, sonuçta manalarının bir ve birbirlerinden yalnızca isimleri ile ayrıldıklarını gördük.Hayatımızdaki en küçük ve sıradan olan herhangi bir şeyin günlük hayatımıza nasıl uygulandığını geçirdiği süreçlerden yola çıkarak tespit ettik.Bu yapıyı istenilen herhangi bir şey için rahatlıkla yeniden kurabiliriz.Bu uzun yazıya sabrettiğiniz için teşekkürler.Bir dahaki sefere görüşmek üzere.Bundan sonra "PORTAKAL SUYU" içerken daha dikkatli olursunuz inşallah:)...SAYGILAR

17 Ekim 2008 Cuma

"M.E.Y"in Seyir Defteri-Film( Midnight Meat Train)-Dehşet Treni

Yer:Cihangir Ev

Ekuri:Yanlız

Konu:Fotoğrafçı başrol arkadaşımızın, çalışmalarınından para kazanmak için iş ve saygınlık talep ettiği şirketin sahibi tarafından, daha iyilerini yapabilmesi için aldığı eleştiriler
neticesinde, farklı ortamlarda resimler çekmeye başlaması ile aralanan ilgi kapımızın, bir tren istasyonunda seri bir katil'in fotosunun çekilmesinin kapıdan içeri girmemize yardımcı olduğu, fotoğrafçının kendisininde gerçekte bir katil adayı olduğu hipotezini teorileştirmek üzere kapıdan tamamen içeri girdiğimiz, bir takım olayların silsilesi.

Kurgu ve Montaj: Sona çaktırmadan yaklaşması, farklı bir kurulumdan çok farklı bir çözüme ulaşması, seyircide ilgi uyandırıyor.Sonuç kısmındaki felsefenin güçsüzlüğü ve yetersiz anlatım öğeleri(diyolog ve resim eksikliği), kurguyu az da olsa zayıflatıyor.
Çekim açıları,efektler,resim ve ses geçişleri ve renk seçimleri gayet başarılı.Katliam sahneleri ve kameranın bu sahnelerde ki kişisel aktivasyonu ve kameranın öznel hareketleri atmosfer oluşturmakta çok başarılı öğeler olarak kullanılmış.2.5 Puan

Oyunculuk: Oyuncuya dayalı bir film olmaktansa, kurgusuyla ortalama oyunculuğu destekliyor.İki temel oyuncumuz, kurguyu aksatmayacak kadar yeterli sınırda görevlerini yerine getirmişler.Katil karekterimiz yanlızca bir kötü karekter ile değilde,senaryoda son kısımlara yaklaşıdıldığında, yanlızca görevini yerine getiren bir masum insan tanımlamasıyla öne çıkıyor.Yüzüne alışık olduğumuz, "bacardi" reklamının dev adamı Vinnie Jones ünlü katilimizi oynuyor.2 Puan

Senaryo:Sonuç bölümünün güçsüzlüğü dışında, klasik anlatının özgün bir şekilde yorumlanması ve ayrıca katliam türünün eskilerde kalan günümüzde ise izini kaybettirmiş, katil yani kötü karekterin, sonuca varmak adına ayrıntılarla beslenmesi ile daha belirgin olması ve karekterle neredeyse özdeşlememize ufacık bir boşluk dışında yeter olan unsurlar gibi doğrular filme ve yönetmene artı puan getiriyor."Clive Barker"ın kitabından uyarlanması da artı sebeplerimizi pozitif yönde sonuçlandırıyor.3 Puan

Sonuç:7.5 Puan.İzlenmeli film.
Kendi türündeki Chainsaw Massacre gibi önemli filmlerinin yanına, en azından güçlü kurgu ve senaryosu ile yaklaşabilen film, sonuç yetersizliğine rağmen, damak tadında hafif hafif gerilimleri, korku öğesinin merak öğesine dönüşmesi parantezinde kendini açmaya çalışması ve ayrıca kesinlikle yönetmenimiz (Ryuhei Kitamura) nedeniyle izlenmesi gereken bir film...

16 Ekim 2008 Perşembe

"M.E.Y"in Seyir Defteri-Film (Death Race)-Ölüm Yarışı

Ekuri: Abdurrahman Kurt

Yer: Abdurrahman Kurt Ev

Konu:Karısını öldürmek suçundan hapise atılan(suçsuz adam) çok iyi driver başrolün, kendisine kurulan tuzağın sahiplerine kendi çöplüklerinde, acımasız bir son hazırlaması.

Kurgu ve Montaj: Renklerin seçimi, kullanılan mekan, bilgisayar tasarımları ve ölüm yarışı arabalarının renk, dizayn ve estetikleri gayet başarılı.Hikaye kendi içerisinde tutarlı, kurgusal evren çok iyi bir şekilde görsele indirgenmiş.3 Puan

Oyunculuk: Jason Statham ağabeyimiz, alışmaya çalışıyor olduğumuz ses tonu ile dahil olmak üzere iyi filmin evrenine yakışır bir oyunculuk çıkartıyor.Diğer oyuncular ritme eşlik ediyorlar, hapishane müdürü iyi bir kasting eseri.2.5 Puan

Senaryo: Başarılı bir senaryo. Güçlü bütçe için uygun bir bilim-kurgu-act(aksiyon).2 Puan

Sonuç: 7.5 Puan.Başarılı bir film…
Sinema eseri olarak, başyapıtların 10 tam puan almaları durumu göz önünde bulundururup, bu filmi 7.5 puan alması itibarı ile küçümsememek gerekiyor.Bir yönetmen değil, akım filmi olduğu için,"Dil" tekrarı ögesi bu tür eserlerin puanında genel olarak bir düşüş gerçekleştiriyor.Film aksiyon sevenler için tad-damak-kalmak kelimelerini uygun cümlede etkenleştirebilecek kapasitede…

"M.E.Y"in Seyir Defteri-Film (Alone İn The Dark 2)

Ekuri: Abdurrahman Kurt

Yer: Abdurrahman Kurt Ev

Konu: 1.inci filmdeki konunun devamı.Cadının mezarının bulunma çabaları.

Kurgu ve Montaj: Montaj klasik(a+b=ab). Hızlı basit geçişler, "ne oldum demeden ne olacağım çabaları" kurguyu çok zayıf bırakıyor.1.5 Puan

Senaryo : Güçlü temelleri olan bir senaryo olduğu için bir kitap ya da yalnızca oyun olarak hafızalarda yerini korumalı diye düşünüyoruz. "Sinema"da görsel olarak kullanılacaksa güçlü bütçe, sıra dışı bir yönetmen gibi unsurlar göz önünde bulundurularak planlanma yapılmalı .2.5 Puan

Oyunculuk: Başarısız, yalnızca kızımızın güzel oluşu ve uzak-doğulu herifimizin vucudunun şemali ekranda yer ediniyorlar.1 Puan

Sonuç:5 Puan,izlenemez.Efektleri için bir göz atılabilir.

"M.E.Y"in Seyir Defteri-Film (The Vanguard) Acayip Zombi?

Yer: Abdurrahman Kurt Ev

Konu:Kanında zombi oluşturma hastalığının antidotunu taşıyan başrol adamın ,kendi içinde kendiyle ve metaforik fenomeni babasıyla konuşup hayatta kalmaya ve yaşadıklarına avunmaya çalıştığı sırada, zombileri araştırmaya ve çare bulmaya gelen askerler ile arasındaki ilişkisi.

Kurgu ve Montaj: Renklerin seçimi, kameranın yerleşimi, atmosfer oluşturumu çok başarılı. Kurgu senaryo temelinde güçlü, yalnız iki boyutlu perdeye aktarımı başarısız. 2.5 Puan

Oyunculuk: Başrolümüz dahil sıradan oyunculuklar. 2 Puan

Senaryo: Kağıt üstündeki bir hikaye olarak kitap halini alabilir, yalnız minimal çekilmeye çalışılarak "Sinema" ismi etiketini kaybetmiş, bu da mizansenin temelini oluşturan tek mekan(orman)’ın kurgusal evrendeki yerini başarısızlığa uğratmış. 1 Puan

Sonuç:5.5 Puan,izlenemez film.İzlenecekse oluşturulan ütopyosal bilgelik evreninde, renk ve çerçeve kurulumlarının amatör ruhlu profesyonel dizaynı için izlenebilir.

"M.E.Y"in Seyir Defteri-Film (The X Files) - Gizli Dosyalar

Yer:Isparta Tüze Saraç Sinemaları, Salon 1

Konu:İnanç (iman) ve akılın çatışması.Mulder ve Scally, bir ajanın ortadan kaybolması ve bu ajanın öldürülmediği hakkında ki medyum yorumunuda sırtlarında taşıyarak, yeni bir seri cinayet vakası yakalıyorlar.İlişkilerini ve hayata bakışlarını bu seri cinayet ana temasının, yan teması olarak beraberce yeniden sorguluyorlar.

Kurgu ve Montaj:Bir dizi mantığında art arda episodlardan oluşuyor filmimiz.Kurgu ve montaj gerektiği kadar, fark yaratacak unsurlar göze çarpmıyor.2 Puan

Oyunculuk: Her zamanki ikilimiz,yine uyumlu bir çift örneği oluşturuyorlar.Medyum papaz, rölünün hakkını tam anlamıyla vermiş diyebiliriz.Diğer oyuncular eşlik eder pozisyondalar.2 Puan

Senaryo: Yeterli seviyede ilgi uyandırıcı.Alt temada işlenen akıl inanç çatışması, manalı diyologlarla, kendini yeterince hissettiriyor..Sürükleyici.3 Puan

Sonuç:7 Puan, izlenebilir film.Senaryosu ve senaryodaki çatışma unsuru güçlü diyaloglarla aktifleştirilerek seyir zevkini arttıryorlar.Bu unsurun sinemaya aktarış biçimi ve senaryoya verimli yedirilişi nedeniyle izlenmesi gereken bir film.

"M.E.Y"in Seyir Defteri-Film (Big Stan)-Hep Üçkağıtçı

“Nil Saide Eski”nin elinden zor uğraşlarla aldığım:), gerçek sahibinin “Ayşe Uysal” olduğu toshiba markalı laptopda izledim filmi. Ekurim eski sınıf arkadaşım “Abdurrahman Kurt”tu. Korku veya gerilim türünde bir şeyler izlemeyi planlamıştık ilk önce ama bu tür filmlerinin izlenemez çıkabilme riskini göze almaktan korktuğum için bu filmde tercih kılmıştık. Film Hollywood yapımı, yönetmeni Animal(hayvan) filminin başrolü Rob Schneider.

Hollywood sinemasından çok küçük bir bilgi sunmak istiyorum. Sinema estetiklerini Tipleştirme, Şeffaflık ve Özdeşleşme kuralları üzerine kuran bu arkadaşlar, belirli başlı teknik olanakları, yeterli çevreyi ve bir miktar parayı bulan herkese açık görüntüsü veriyorlar. Nitekim Ben Affleck,Ben Stiller ve şimdide Rob Schneider gibi oyuncu-yönetmenler boy boy sıralanmaya başladılar.Komedi türü gibi belirli kalıpları bulunan ve yalnızca oyuncu yönetimimi yetisi ile yürütülebilecek bir film için,gerekli paranızın olması ve bu parayı doğru yerlere ulaştırmanız, bu türü kotarmanız için yeterli olacaktır.Bu oyuncuların artık param ve çevrem var, kendi fikirlerimi kendim yönetmek istiyorum triplerinde olması;

“Oyunculuk ile bir yerden tutunup sektöre girmek ve aslında en baştan beri yöneten tarafta bulunmak istiyor olmaları,

Artık birisinin yönetimi altında bulunmak istememeleri,

Yönetmen parasını çok bulup bunu da cebe atmak istemeleri,

Benim yazdığım karakterleri ve olayları benden başkası sahneleyemez mantığı,

Son olarak ve temelde kontrol edilemez;”EGO TATMİN DUYGUSU.”

Kendimizce düşünürsek belirli bir tür filmini, benzer tip ve mizah olayları içerisinde kurarak oluşturmak için iyi bir yönetmene ihtiyaç yok. Bu türleri senaryodan az biraz anlayan Görüntü Yönetmeni dahi çekebilir.(“Good Will Hunting” filminin senaryosu ile ilk işlerine başlayan ve filmde oyuncu olan Affleck sanki biraz daha kendi işini ortaya çıkartacak, işlenmesi zor tür konuları seçerek eserlerini oluşturmaya çalışıyor,onu bu ithamlardan uzak tutabiliriz şimdilik.)

Film zengin, dolandırıcı vasıflarına sahip ve çok güzel bir eşe sahip olan emlakçı Stanley karakterinin, dolandırıcılık suçundan hapise atılması, son temyiz kararından önce başka bir dolandırıcı avukat Lew ile anlaşarak, rüşvet karşılığında,6 ay göz doldurucu bir boşluk müddeti alması,Stan’in hapislerde neler oluyor mantığıyla bilen bir kişiden yardım alması, öğrendiklerinin korkutucu taraflarından korunmak için bir sigarakolik üstada başvurması gibi bir temel anlam ve bir çok yan anlamlar barındırıyor.

Paranormal Araştırma yaparsak;

Kurgu basit bir şeffaflık operasyonu içeriyor, ne iyi ne kötü.Sıradan bir komedi filmi mantığında. Montaj çekilen resimleri art arda dizilerek yapılıyor. Klasik anlatı.2 puan buradan alıyor.

Oyuncu yönetimi ve kendini yönetim başarılı, kasting çok başarılı.3 puan

Karakterler aşina tipler, seyircinin genel Hollywood hafızasına sırt dayanmış.-1 puan

Mizah öğeleri, olay hikayesi,güldürübiletesi başarılı.2 Puan

Sonuç 6 Puan “Sıradan bir film”.

Filmi bir sinema eseri olarak değil de komedi dizisi bölümü olarak izlerseniz,kendi türünde izlenmesi ve ya izlenmemesi çok fazla kayıp yaratmayacaktır. Yalnız en azından hikayesindeki tatlılık göz önünde bulundurularak, kendi türünde bir çok filmden başarılı bunu da söylemek lazım.

Ben yatıyorum.Başka filmlerde inşallah.

"M.E.Y"in Seyir Defteri-Film (Babil M.S.)

Babil M.S. - Babylon A.D.

Tür : Fantastik / Bilim Kurgu / Aksiyon
Yönetmen : Mathieu Kassovitz
Senaryo : Eric Besnard , Maurice G. Dantec (Kitap)
Görüntü Yönetmeni : Thierry Arbogast
Müzik : Atli Örvarsson
Yapım : 2008, ABD / Fransa , 101 dk.

Oyuncular


Vin Diesel (Toorop) , Michelle Yeoh (Soeur Rebecca) , Gérard Depardieu (Gorsky) , Joel Kirby (Dr. Newton) , Mark Strong (Finn) , Lambert Wilson (Dr. Arthur Darquandier) , Charlotte Rampling (Neolite Priestes

Antalya Migros Cinebonus 7.Salonda izledim filmi. Cep sinemaların, ses sistemlerine biraz alışmakta zorluk çekiyorum desem yeridir. Salonun bana göre sol tarafında kalan kolonlardan birkaç tanesinden ses gelmiyordu(bence).Fragmanlar devam ederken sol taraf hala ses olarak ortalıkta yoktu, film başlarında bu acayip ortama kulaklarım mı alıştı yoksa sol taraf aktif hala mı geldi bilemeyeceğim artık.

Her zaman ki gibi, ekurim sinema “duayen”i Özer’di(Özer Taşkıran).Bana D.S.İ lojmanlarından baskı sonucunda yemek ısmarlattıktan sonra, benim de ona zorla “Sinema” ısmarlatmam gerekiyordu ve ben de elimden geleni yaptım.

Filme başlamadan bir açıklama getiriyim, sinema kafesinden 5 milyona bir 333lük kutu meşrubat almak yerine genellikle aşağıdaki çok daha ucuz olan alışveriş merkezinden 2 Ytl ye 2 tane kutu meşrubatımızı alırız, kimin cebi boşsa ya da daha geniş ise ona zulamızı yapar içeri öyle sızarız. Büyük risk taşıyor denemenizi tavsiye etmemJ.Bu sefer kendimizce 3-5-2 dediğimiz bu sistem tutmadı, çünkü alışveriş merkezi kapalıydı, biz de tuvaletteki su ile idare edecektikJ,çünkü sinema kafesinde küçük su 1.5 milyondu. Su içmeden ve su da almadan filme girmek zorunda kaldık.

Film girişteki sahneleme, müzik ve Vin Diesel’in rolüne uygun makyajlama ile bizi etkisine aldı diyebilirim. Düşünün Özer dahi güzel bir filme benziyor diyebilmişti. Film kendini en kısa sürede anlattı, baş karekterimiz Trop’un perişan hali derken,Gorsky adlı çevrenin yasa dışı lideri,trop u özel bir görev için yanına çağırdı.Trop karizmatik tavırlarla görevi ve parayı kabul edip oradan uzaklaşınca,bizde görevinin Mesih olabilme potansiyeli taşıyan bebeklerin,bir 20’ lik genç kızın karnında bulunduğun ve görevin de Rusyadan Amerika ya kadar bu kızın yanındaki rahibe ile Trop tarafından taşınması olduğunu anlayıverdik.

Paranormal Araştırma yapalım film üzerinde;
Filmin kurgusu senaryo aşamasında tatmin uyandırırken, kullanılan montaj sırasında seyirciyi dinlendirmek yerine biraz filmden kopartıyoruz. Yüksek dozda aksiyon içermediğinden bu tür siyah ekranları gereksiz buluyoruz.3 Puan buradan alıyor.

“Vin Diesel” her zaman izlediğimiz iri kıyım aksiyon jönü olmaktan çıkıp biraz daha “sinema” işi yapıyor halde olduğunu söyleyebiliriz. (Mathieu Kassovitz) yönetmen abimiz iyi bir oyuncu yönetimi çıkarmış dahi diyebiliriz. Bayanlar ortalama oyunculukları ile Diesel’ a eşlik ediyorlar.3 Puan da buradan

Sahneleme, mekan tasarımı, atmosfer oluşturma, makyaj, filmin izlenebilitesi gayet başarılı…3 Puan buradan

Aksiyon sahnelerinin kopuk çekimleri,dar alanda kısa paslaşma şeklindeki sahneler,oyunculara değil de yalnızca montaja yüklendiği için -1.5 puan eksiltiyoruz….

Toplamda:7.5 PUAN.Gayet başarılı bir film.

Özerle her zaman ki gibi evimize dönüyoruz.Ben biraz sıkışmış haldeyim o yüzden acele ediyorum.:)Bir başka filmde görüşmek üzere.


"Sen" neysen "Sinema" "O" dur...yazıma Yorumlar ve Cevaplar-1

Yorum:(Murat Serezli)Güzel bir yazı olmuş. Özellikle ana akımları özetlediğin kısımlar. Ama insanın sanatın kendisi olduğuna katılamayacağım. Evet her insan biriciktir. Benzeri yoktur. Ama duygu ve düşüncelerinin şekillendirdiği dünyasını, kitlelerin kabul edeceği ya da ettiği bir disiplin, bir formasyon içerisinde kavurup, şekillendirip sunmadığı, aktarmadığı sürece sadece yaşayıp, deneyimleyip, değişimler geçirip, düşünceler yaratıp, sonra da yok olup gidecek aciz bir ruhtur.

Yine de 'sen neysen sinema o'dur' lafını sevdim. Tabi bu laf üzerine de dakikalarca konuşmak lazım. Çünkü 'sinema' bir yaratıcı tarafı var bir de izleyici tarafı. Yaratcının tarafında, 'o neyse, sineması o çıkacak' ama izleyici kişiler 'o sinemayı' kendi oldukları şekillerde algılayacak, alacaklar. Yani eser yaratıcısındna çıktıktan sonra alıcı kişi için "sen neysen, (aldığın) senin sineman o'dur" olacak. ;)
Cevap:Yorum için teşekkürler;Murat Bey
"Sanat"ı temel anlamda "İnsan"dan alıkoyan bir takım teknik öğelerin varlığıdır.Her birim kendini,imkan,istek ve kapasitesinin sınırları içerisinde dışavurmaktadır.Şöle ki;kimi insan Şiir,heykel yoluyla kendini dışavurur, kimisi çevresindeki hastalıkları iyileştirerek,kimisi tüm gün evinde oturup arkadaşları ile zaman geçirerek.Her insan yaptığı,yapacağı ve yapıyor olduğu tüm fiilerde kendi "Öz"ünü dışarı vuruyordur tezini altanlam olarak savunduğum yazımda "Sinema" yollu dışavurum için aranan "Uslupların" yönetmen-kişiler tarafından çok dışarılarda arandığından,aslında kendi "Öz"lerini açığa çıkartmaların "Sanat" için gerek ve yeter sebep olduğundan bahsettim.İnsan eğer "Sinema" yollu evrensel aktarımı seçecek olursa,kendisini anlatmaya,ne olduğunu ve evreni nasıl algıladığını anlatmaya çalışmalı, hipotenizi kendi yorumumla sundum.Herkes bu yola başvurmak zorunda değil açıkçası,değerlerini aktarmak için başka yollar da seçilebilir.

"Sen neysen "SİNEMAN" o dur" gibi bir başlık kullansaydım, o zaman ikinci paragraftaki yorumunuza katılacaktım.Fakat;kendini
anlatmak için sinema yolunu seçenler ile başka yollara başvuranların dahi "Öz" lerine ulaşmak çabasında olduklarını ve olmaları gerektiğini anlatmaya çalıştığım için,Sen neysen Sİnema O,Sinema neyse Sen de o sun; temelini tam anlamıyla özünde sağlayan başlığımdaki cümleyi kullandım.Saygılar
Yorum:(Derman İpek)''sen neysen sinema o dur'' başlıklı yazını beğerenek okudum ve kişinin özüne ulaşması gerektiğinde hem fikiriz.Ellerine sağlık.Keyifli herkezin kısada olsa katılıp fikrini ve yorumunu katabileceği güzel bir yazı olmuş.Konuyu genişletirsek farklı yada ortak düşünceler ortaya çıkıcaktır.Sonuçta tartışılan konu sanatsa ve bu,sanat yelpazesinde sinemaysa düşünceler ortaya atıldıkca ana fikrin dahada güzelleşiceğine ve gelişiceğine inanıyorum.
Cevap:Yorumun için teşekkürler Derman
Fikirlerine katılıyorum,konunun daha ince detaylarına girdiğim uzantılarını da buradan ilerleyen zamanlarda paylaşacağım.Saygılar
Yorum:(Aydın Aslan)Bu yazdığım 3 yorum aslımda diğer 2 si 300 karakter sınırı yüzünden kaydolmadan kapandı...

Emni kardeşim öncelikle buna kafa yorman farkındalığını bize aktarman bile bi ayrıcalık,tebrik ediyorum...

Yeni;Kendinden öncekinin katili,kendinden sonrakinin maktulü...Bu akım,dil vs.. olsun hep böyledir fakat ülkemizdeki sinema anlayışından ele alacak olursak akımların coğunun rüzgarına kapılamamış sanatı her daim ticari ürün olarak düşünmüş çoğularının ve seninde dediğin gibi farklı olana heves edenin avuçlarında eriyip gitmiş Sinemanın herşeyden önce bi sanat topluma aydınlık bi yola yöneltmenin bi yolu olduğu unutuluyor temel akımlar ise bunların farklı güzergahları fakat farklı "dil" bu haritanın neresinde çıkarmak güç sanıyorumki bu Sürekli bi yerlerden peydah olup sadece televizyon söyleşilerinde var olan "dil" kaybolmuşların kamuflesi...
Sanatçı insan herseyden önce diğer insanların farkında olmadığı yaşargen geçtiği kendine ait hissetmediği bazı şeyleri,acıları mesela anlayıp kendi potasında eritip anlatan dokunabilir kılan değilmidir salt insanı sanat eseri kılmak kendi bile bunun farkında değilken bizim ona böyle bir anlam yüklememiz onuda zordurumda bırakmak değilmidir...Bir sanat serinin ortaya cıkısı bi doğumdan farksızdır bence gerek doğuran gerekse doğan acısından baktığımızda üretken insan yani sanatçı maddi evrenin maddesel koşullarından sıyrılıp yavaşça maneviyata göç ederken knedi dışındaki herşey için bir sorumluluk yüklenip birşey anlatma derdinde olan insan değilmidir bunu içnde yetiştiği toplum dan cevreden duyumsadığı seyleri özünden gelenlerle kaynastırıp belli estetik kurallarla biçimlendirerek anlatmazmı,kısacası salt insanı sanatcı ve sanat eseri olarak görmenin yanlış olduğu kanısındayım yinede bence tüm bu sorunsal sanatın ne içn olduğunda gelip tıkanacaktır kendisini yüceltmek içinmi,insanlığı ileriye taşımak kısaca insanlık içinmi...

Saygılar
Cevap:Yorumun için teşekkürler Aydın;
Genel tartışmalara girmeden,yazımda özetlemeye çalıştığım şey farkında olsak da olmasak da İnsan'ın bir sanat eseri olduğu gerçeğiydi.Sinema yoluyla bir şeyleri veya bir şeylerini paylaşmak isteyen kişinin,kendindeki bu gerçeği örtbas etmemesi,gözlemlerinini daha içerilerde yapmaya çabalaması gerek demiştim.Daha duyarlı olmalıyız.Yönetmen ismi olmak için çabalamak yerine Yönetmen olan "Öz"ümüze daha fazla yaklaşmalıyız."Dil" yaptığımıza sonradan isim konulması işlemi olmalıdır,bizim oluşturmaya çalıştığımız şey değil demiştim.
Temelinde Sinema işinde ortaya eser koyan herkes kendi "öz"ünü yansıtıyor demektir.Bu bir gerçektir.(Herkes)(Sanat veya ticari film vb.).Sence veya toplumca sanat ve ya ticari kavramların içine giren her eser kendi "öz"ünü anlatıyordur zaten.Kimi duyarlı olarak kimi duyarsızca.Duyarlılık ve büyük farkındalık bize bunun nasıl olduğunu anlatacaktır.Pek anladığını yaşamak?.Yaşamak ve bu sorumluluğun altına girebilmek,yaşadığını,anla
dığını ama yaşamayı bilmeyen kişilere anlatmak,çok çok yüksek oranlarda sağ lobları gelişmiş duyarlı insanların (sanatçıların) görevleri değil midir?. Sinema yolunu kullananın "Yönetmen" olmaktan daha önemli bir görevi çıkıyor ortaya.Kendini,evrenini,çevresini kişişini "1" kılmak...
"İmge hakikatin suretidir" diye bir lafı var Tarkovski'nin.Bu sözü herkesin bir şekilde yorumlayacağını söylememiz yanlış olmaz.Herkes bi şekilde bu sözün ne içerdiğini anlayacaktır.Bazı şeyleri yanlızca anlamak değil,yaşamak da gerekiyor.Bu da ancak bir takım farkındalıklarla sağlanabilir.Sonuç olarak ;Bizim ismen yönetmenlere değil,kendindeki sanatı sinema yoluyla aktarmaya çalışan, kendini tanıyan ve yaşıyan "kişi"lere ihtiyamız var.Sonradan isim "Yönetmen" konulacaktır zaten...

"Neden Arapça" başlıklı yazılarıma Yorumlar ve Cevaplar-2

Soru:araştırmaya gerek olmadan direk kitaptan şeyler yazarım sen de dersin ki "o zamanlar şartlar öleymiş..." O yüzden de böyle bir şeye gerek yok..
İslam bir dindir sistemle de alakası olmamıştır bunlar soradan insanların yorumlarıyla oluşturulmuş şeylerdir.
Melekler aracılığıyla insanları doğru yolu göstermek amacıyla inmiştir bugüne kadar. Müslümanlık da Kurana inanan insanların oluşturduğu topluluklardır..
Bana inanmıyomusun aç nüfus cüzdanına bak orda senin kim olduğun daha iyi yazıyor. Bulamazsan eğer din ibaresi yazan yere bak bakalım ne yazıyor..
İslam ülkeleri diye bir şeyin söz konusu olmadığını sölemişsin yazıktır ki bu konuda da yine acizliğin ön planda..
1924 anayasısında bulunuan "Devletin dini islamdır" ibaresi layıklığa ters olduğu için 1928 de kaldırılmıştır. Yani laiklik olmsaydı şu an ki anayasada belki de bir islam devleti olduğumuz yazacaktı..
Bu da seni kesmediyse tarih kitaplarını aç bak ilk türk-islam devletleri kimlermiş onları öğren....

Cevap:
"İslam" ı kendi olduğundan farklı anlamlara sokmak algı kapasitelerinin meselesidir.Bilim ve olanakları geliştikçe artık insanların kalıplara soktuğu bir çok terim daha anlaşılabilir hale gelmektedir.Adet,kültür,alışkanlık gibi olgulardan kurtulup, en baştan değerlendirmeliyiz bir çok şeyi.
...Ben sana Melek nedir? desem,"Doğru yol" nedir? desem ne diyeceksin acaba.Yazdığın cümleler küçüklükten beri duyduğumuz, etrafımızda büyüklerimizin bize söyledikleri bizim de kafamıza düşünmeden yazdığımız şeyler."Müslümanlık" nedir?... ben bu ezberi kalıpları yıkmak için yazdım yazılarımı.Yazmaya devam edicem de...
Şöle düşün ki; Annen yada Baban sana "Sencer" ismini koymasalardı,sen daha doğduğun andan itibaren,çevrendekiler seni "Sencer" ismiyle çağırmasalardı,sana bir isim koymasalardı.Sen ne olarak çağrılacaktın?...
"İslam"da aynen böle,kavranmaya başlandığı yerde,akıllar tarafından bir takım kelimelerin yanında kullanılıyorlar,bu "İslam" ı değil,kullananları kısıtlıyor aslında.Ben sana 25 seneden sonra sen " Sencer" değilsin diyorum,bunu kabullenmek,bunu algıyabilmek gerçekten zor...Bildiklerim hakkında yeni yazılar yazıcam.Burdan tartışmaya devam etmekte bir yarar göremiyorum...Saygılar

Soru:"Neden Arapça?"sına girmeden,herşeyin özünde din herkes için farklıdır,çünkü senin de dediğin gibi "kişinin onu algılama kapasitesi" ile ruhunda oluşur.Araştırmak,üzerine düşünmek takdiri hakediyor ancak -tüm inancımla beraber- ben o kadar küsur sene önce olanların hiçbir şekilde bilimsel olarak açıklanamayacağı,kanıtlanamayacağı,"şöyledir,böyledir" denemeyeceği kanısındayım.Kimse bilemez ki gerçekten o kitabı Hz. Muhammed "Bu Allah'ın sesidir!" diyerek mi yazdı,ya da gerçekten Allah'ın sesi miydi?Sadece inanmayı seçeriz,çünkü böyle kendimizi iyi,sorularımız yanıtlanmış,adalet içerisinde yaşıyor
hissederiz.
Dinimiz gerçekten bir sistemse,bu herkes için en iyi işleyecek biçimde o kişinin özündedir.Her bir hücremizle diğer kişilerden farklıysak,dinimizin bizim için varoluşu da herkesten farklıdır.Bu nedenle ben Arapça okunmalı,o halde şu çakrayı açacak,şu titreşim bizi güzel enerjiyle donatacak gibi düşünmüyorum. (saygısızlık etmek istemem tabii,bu da kişinin kendi inanışına girer.)
Yer yer kuralları kesin olmakla birlikte,derininde öyle esnek bir dine sahibiz ki yaşayışımız vicdanımızda inancımızla şekilleniyor,kendi algılayışımızla.O halde Arapça ya da Rusça,camii de ya da kilisede,kişi kendini "evren"in,"sistem"in,"islam"ın ya da sadece "bütün" ün bir parçası olarak hissediyorsa yaptığı ibadeti nasıl yaptığı önemli değildir.Tüm bu açıklamalar açıkçası bana zorlama geliyor o yüzden.Mesela çok değerli bir doktor var adını şu an çıkaramıyorum,televizyonlara çıkıp şu aralar Kur'an daki bazı ayetlerin bilimsel olarak bazı şeyleri işaret ettiğini ispatlıyor.Ne kadar güzel!Çok ilginç.
Ancak neden?
Cem Yılmaz'ın da dediği gibi bütün bunlar "içimizde"!ne kadar tartışırsak tartışalım...herşey düşüncelerimizde,hissedişimizde.
Sevgiler!
(Dayanamadım yazmadan..=)) )

Cevap:Yorumun için teşekkürler;
"Neden Arapça" yazımı bir arkadaşımın "Kadir Gecesi" adlı yazıma yaptığı yorum nedeniyle yazmış bulundum .Açıkcası anlatmak istediklerimin temellerine girmeden böyle bir yazı yazmam için biraz erkendi fakat yorum yazan arkadaşlarımı “Kale” almama gibi bir saygısızlığa düşmemek için bu konuda devam ettim.
..."İslam" sisteminde her insanın birbirinden farklı özelliklere sahip olduğu kesin.Bu sistemi algıma kapasiteleri ve algılama yöntemleri de faklı bu da kesin.Kalıp halinde bilgiler, paket din şeklinde "Müslümanlık" adı altında küçüklüğümüzden beri bizlere sunulduğu için, “Bilim” ve “Din” çok baştan beri bizlerde ayrı kavramlar olarak yerleşmişler.Bilim açıklıyor,”aaa ne kadar ilginç” diyip geçiyoruz.Bilimle dini ayrı tutup,açıklanan yeni yaklaşımların yıllardır kafamızda oluşanlara ters düşmesinden korkarak, en baştan beri duyduklarımızın yeterli olmamasını kabullenmiyoruz.
...Gelişen bilim bize artık bir takım ezberlediğimiz şeyleri bırakmamazı söylüyor.İman(inanç) noktasında "Kuran" zaten evrensel buna inanıyoruz.İnandığımız şeyi "Akıl" ile sorguluyoruz.Ortaya birbirine çok paralel şeyler çıkıyor ve buda doğru yolda olduğumuzu gösteriyor.
...Sonuçta herkes kendince bu sistemi kavramaya çalışıyor demiştik.Bu sistemi bize tümüyle anlatmaya çalışan bir" Resul",söyledikleri ve yaptıkları var."Kuran" ve" Hadisler" bu sistemin esas kaynakları.Elinde ki bu verilere bakarsın,sorgularsın,uygun bulursan yapar uygularsın,uymuyorsa yapmazsın.Şöle bir söz bu durumda itibarını yitiriyor."Ben böyle düşünüyorum ve "Sistem" de kesinlikle benim düşündüğüm gibi böyle olmalı".Ben de diyorum ki;
"Sen bir “şey”i bilmiyorsun ve yanlış buluyorsun diye bu "şey"”YANLIŞ” olmak zorunda değildir,bu senin algılıma kapasitesinle ilgilidir."
İman edilen şeyler bu sistemin kaynağı,akılda bu sistemde çok yönergeli bir araç.Akıl ile değerlendirmeden,bunlar geçmişte kalmalı ve bu şekilde inanarak mutluluk yaymalı diyorsan insanın özlerine ,o zaman "İman" esasları sana bir takım fiziksel uygulamalar içerisinde bulunmanı,bir takım kurallarla hareket etmeni söylüyor.Neden yapmıyorsun?
İnandığın şeyi en azından akılla sorgulama fırsatı veriliyor.Akılla da sorgulasan,direk düşünmeden inansanda sonuç gelişen teknoloji ile aynı kapıya çıkıyor ben de bunu söylüyorum...

Soru:İlk paragrafda Emin'e kesinlikle katılıyorum "ben böyle düşünüyorum" diye yanlış veya doğru olamaz...
Katılmadığım konu ise sistemi bize anlatmaya çalışan şeylerin kuran,resul veya hadisler olmadığıdır. Tam tersine pozitif bilimler bugüne kadar sistemi anlamamıza yardımcı olan en önemli unsurdur. Bugün burada bu tartışmayı yapmamız bile bilimin gelişmesinin bir sonucudur. Bugün bu sistemi anlamamıza yarayan hiçbir bilim insanı kuranı okumamıştır veya hadislere bakmamıştır. Sistemi bu kadar anlatan bir şey olsaydı şu anda dünyanın yüzde 80 i bu dine mensuptu.
Nedense bütün dünyaya indiğiı halde yüzde 80 lik kısım kuranı okumuyor bile. Nedense Tanrı sadece yüzde 20 lik kısmın okumasına izin veriyor bu konuda hiç bir şey yapmıyor???
Bazı fiziksel uygulamalar içerisinde bulunmak bir takım kuralların içerisinde yaşamanın inançla uzaktan yakından da bir alakası yoktur. bu konuyu da gerekirse açabilirm..
İnandığın şeyi akılla sorgulamana izin veren bir kitap değildir kuran bu da aklında bulunsun.. Gerekirse ayet de yazarım bununla ilgili ama artık iyice coştuk yapmak istemiyorum...

Cevap:...Olay,bilimin sistemden ayrı tutulmaması.Tek başına bir "bilim" kavramı yok ki sen onu kendi algınla sistemden ayrı tutasın...Bilim bu sistemin içinde.
İlim dediğimiz kavram ikiye ayrılır.Halk(batini) ve Hak(enfusi) ilimi.
“Halk ilmi” kısaca şu anki "BİLİM" dediğimiz kavrama denk gelir.Doktorluk,mühendislik,öğretmenlik vb.pratik anlamda insan hayatına yardımcı kılınan şeyler…
“Hak ilimi” de (iç değerler)ilimidir..Tevsir,Seyir vb..
Bizim gibi yanlızca "SOL BEYİN" üzerine eğitim alan,yanlızca olayları tek lobda değerlendirmeye itilen gencecik beyinler sağ loblarından yoksun olarak "bütünü görme yetisinden" uzak kalmış,ayrıntılarla boğulmuşuzdur.Ama bu bizim "Eğitim" adını verdiğimiz şeyin eksikliğidir.
...Kuran ve Hadisler orjinal kaynaklardır.Sorgulanabilirler,ama ne kadar sorgulansa da kapının aynı yola çıkacağı, teknoloji ve getirilerinin sayesinde zaman ilerledikçe daha da anlaşılır hale gelmektedir."Sorgulama" Ne demiş lan bunlar" mantığında değil "Bunlar neden söylenmiştir"söz öbeği temelindedir.
Devamı bundan sonraki mesajda..
...Doğu topluluklarında,(Ortacağ-Karanlık döneme denk gelen tarih) Tıp,Astronomi,Astroloji,Matematik(Cebir),Tarih,Coğrafya,Kimya,Tefsir,Seyir,Arapça,Farsça,Avrupa dilleri,Kuran Ezberi(Hafız yetiştirme(fotoğrafik hafıza) birlikte verilen derslerin başlıcalarıdır.İşte sistemi anlamak ve uygulayıp,uygulatmak ,bu şekilde genel anlamda tüm sistemi anlamaya çalışan insanlar yetiştirecek ve yetiştirmek isteyecek,kişi ve toplum algılarına sahiplerin işidir."Sistem"i genel manada düşünmek Kuran ve Hadisler eşliğinde ulaşılan son teknolojik değerler ile birlikte olmalıdır.Bilim ve “DİN” gibi ayrı kalıplarla değil.” Resul” kendi hayatında sosyolojik ya da kişisel yönlü karşılaştığı her konuda bilgilerini bildirmiştir ki, bunlar kayıt altında tutulmuştur.Yaşadığı dönem itibariyle ,bulunduğu çevre içerisinde ,fiziksel bedeninin sınırı(İnsanlığı çerçevesinde)gelişmiştir tüm bunlar.Bu veriler ve “Kuran” da ;son yüzyılın belası hastalığa “Tetanoz” aşısını yapacak Doktorun
yetiştirilmesi için toplumların ve kişilerin ne tür şeylere dikkat etmeleri gerektiğini bulursun, tetanoz aşısının insan vücüdunda hangi bölgeye yapılacağını değil.Fark sol lobu tek başına kullanan ile sol lobu,sağ lobla birlikte kullanan için çok daha basit algılanabilir.Kaynakların fiziksel(sayfa ,adet) boyutları dahi görünen o ki zaten bunları içerisinde bulundurmaya yeterli değildir.”"İslam" sistemi temelinde, anlattığım o ki bu genişlik yatar...

"Neden Arapça" başlıklı yazılarıma Yorumlar ve Cevaplar-1

Soru:dikkatli okunursa bilime saçma demediğim apaçık ortadır fakat sölediklerim başka bir yöne çekilerek insanların dikkatini çekmek bilimdeki doneleri ortaya koymak belden aşağı vurmaktan öteye geçmez... Saçma olan şey neden arapça olduğunu düşünmektir..
yine demişsin ki sadece araplara indi diye bişi yok.. Ben yine öle bişi sölemedim ama ayetlerden nedense sonucu sen çıkarmışsın.. Bu da demek oluyo ki ayetler onu anlatıyo.. Birebir Türkiye Diyanet İşleri başkanlığı mealini kullanmama rağmen nedense öküz altında bızağı aramak Türk milletine özgü bişi olsa gerek..

Yine demişsinki insanlar düşünmeli falan filan.. Ben insanlar bu konuyu düşünmesin dedim nasıl oluyosa bir genelleme yaparak kimse hiçbişi düşünmesin sonucu ortaya çıkarılmıştır..

Bütün dinler bütün dünyaya indirilmiştir son olarak... Tanrı ayrıcalık yapıcak değil...

Cevap:"Bilime Saçmalık" dediğini kastetmedim."Bilimsel Saçmalık" denmesi için en azından bahsi geçen verinin aksinin ispat edilmesi gerektiğini söyledim.Farklı iki anlam.
..."Araplara gönderilen bir dinin" diye başlayan bir cümle görüyorum yorumunda.Yazım kurallarına dikkat etmediğin için,verdiğin örnek ayetler ile "Sadece" anlamına ulaşmak zorunda kaldım.Düşündüklerin hakkında değil yazdıkların hakkında yazı yazdığım için,kafandakileri değil yazdıklarını anlayabiliyorum.Biraz yazım disiplinine dikkat edersen sevinirim.
...Düşünce sistemleri "KESİN" denilebilecek şeylerin dahi sorgulanmasını ister."İman" dahi ilk önce kabul edilir,sonra neye "iman" edilğini araştırmak gerekmektedir."Neden Arapça" sorusu ben dahil bir çok kişi tarafından araştırılan ve düşünülen bir konudur.Bu durumda "fazla düşünülmesin..." diye bir mantık tamamıyla yanlıştır.
..."Bütün dünyaya indirilmiştir" yanlış bir cümledir.Ezbere kalıplarda "DİN" denilen aslında "İslam" kavramının adıdır.Tüm evreni kapsar."TANRI" kavramı bu sistem içerisinde yanlızca ezbere bir kalıpdır.Algıların koydukları isimdir.Bu konuda bir yazı yazarsan yorumlayabilirim,ben yazımda bu kavramları hiç kullanmadım.

Soru:Bilimle dinin uzaktan yakından hiçbir zaman hiçbir alakası olmamıştır. Sadece bir buluş bulunduktan sonra bazı insanlar tarafından bazı şeylerin kitapta yazdığı idda edilmiştir..
Kaldı ki Avrupanın şu an gelişmesindeki en büyük etken reform hareketleri sonucu kilise baskısının kaldırılmasıdır.. Yine bugün görüyoruz ki İslam ülkeleri Dünyanın en geri kalmış ülkeleri arasında yer almaktadır. Eğer bilimle bu kadar alakalıysa bulunduğu ülkelerde bilimin gelişmiş olması beklenmezmiydi???
uzun lafın kısası bilimle dini araştırmak da saçmalıktır...
Yazımda hatalar var demişsin..
Ben yazılarımdaki ayetleri birebir kopyaladığım için istersen bunu Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığıyla tartışabilirsin...

Cevap:...Daha önce de bahsetiğim gibi "DİN" kavramı insanları tüm sistem verilerinden uzak tutmak için oluşturulmuştur.Benim bahsettiğim sistemde en küçüğünden, en büyüğüne her " faz hali" birbiriyle bağlantılıdır.
...Avrupanın Ortaçağı(karanlık dönemi) Hristiyanlık "DİN"i adı altında sistemin insan beyinleri tarafından değiştirilip,orjinalden uzaklaşmış olması ile ilgilidir.İncelenirse Batı topluluklarının en kötü zamanları yaşadıkları bu zamanlarda,Doğu toplulukları en verimli dönemlerini geçiriyor durumdadırlar.
..."İslam" bir sistemdir.İslam ülkeleri diye bir durum söz konusu değildir.Sadece ismini Müslüman gibi bir kalıp isimle doldurmuş toplumlar ,sistemleri yanlış değerlendirerek geri kalmışlık sergilerler.Esas manada "Sistem" i algılamaya çalışan kişiler,kendi öz kaynaklarına yani "BEN" dediğimiz iç değerlere yöneldiklerinden,dış kavramların içinde bulunduğu topluluk için gelişimlerden(teknoloji,matematik,fizik) uzak kalmışlardır."Öz" gelişimini artıran insanlar toplumsal gelişimleri es geçmişlerdir.Bu doğal bir sonuçtur.(Kişisel gelişimleri yüksek olan kişiler genellikle halen Doğu topluluklarında bulunmaktadır.Devletleri geri kalmış olsa dahi)Ezbere kalıplı beyinler, "İslam"ı daha önce Hristiyanlık adı altında gelişim bulmuş Karanlık çağ hareketleri ile süsleyip,insanları "DİN" kalıpları ile sistemden uzak tutmaya çalışmışlardır.İslam denilen sistemin temelinde bu tür gelişmemiş kalıplar hiç bir zaman bulunmaz.Şu an yorum yaptığın şey,Hristiyanlık geçmişinin günümüze taşınmasıdır.Bu "İslam" değildir.
...Ben ayetleri değil,senin yorumunun ben de oluşturduğu manayı hatalı buldum.Verdiğin örnekler daha önce yazdıklarından farklı bir mana oluşturuyordu .Son olarak;İslam sistemindeki geri kalmışlığı araştırdığın bilgilerle bir yazıya dökersen,açıkcası çok sevinirim...Saygılar

"Neden Arapça"-3

“””neden arapça olduğu apaçık ortada olmasna rağmen bunu bir takım bilimsel saçmalıklara bağlamak cahillikten başka bişi değildir””””

…Bilim “done”lerle çalışır.İspatı deney-gözlem ve çeşitli bilimsel yöntemler olan bu doneler,başka bir doneyle geliştirilmedikçe,bulunan “done”nin aksi (tersi) ispatı gerçekleşmedikçe toplumların kabulleri en son bulunan “done”lerdir.Bu durumda geçerliliği bulunan bir veri hakkında “Saçma” kelimesi kullanılamaz.Düşünülecek olursa “Bilimsel Saçmalık” diye bir itham da olamaz.Bu ithamın yerine “Retoriksel Saçmalık”, “Hurafe”, “Dogmatik Saçmalık” “Adetler” öbekleri kullanılabilir.

“””Araplara gönderilen bir dinin başka bir dilde olmasını beklemek herhalde fenerbahçenin bu sene şampiyon olaceğını sölemek gibi bir şeydir. kuranda bu bazı ayetlerde belirtilmiştir.”””

…Bu sistem evrenseldir.Araplara gönderilmemiştir.Tüm insanoğluna bildirilmiştir.Sistemin örnek olarakseçtiği “Arap” topluluğu, insanlara ve toplumlara karşılaşacakları en zor durumların internasyonelliğini, belli başlı kişiler ve olaylar ile kavratmak amaçlı olarak seçilmiştir.Fifa Başkanı Sepp Blatter'e göre futbolu bulanlar Çinlilerdir.Bahsi geçen yukardaki kabul ;”Çinliler bir oyun olarak ilk futbolu bulanlardır.Fenerbahçe Türkiye Futbol SÜper Liginde şampiyon olamaz” kabulü kadar yetersizdir ve
gereksizdir.

“”””Örnek vericek olursak:
“Ey Muhammed! Böylece sehirlerin anası olan
Mekke’de ve çevresinde bulunanları uyarman için sana Arapça okunan bir kitap
vahyettik...” (Sûra Suresi, ayet 7)

“(Allah’ın emirlerini) onlara iyice açıklasın diye her peygamberi yalnız kendi
kavminin diliyle
gönderdik...” (ibrahim Suresi, ayet 4).

Birinci ve ikinci ayetten çıkartılacak sonuç zaten apaçık ortadır. Neden arapça olduğunu düşünmenin gereksizliği de.”””

…Savunduğum veriler ve cevaplarım yeterince bilimseldir.Savunduğum konular “İman”(inanç) içerikli olduğu halde yazılarımın temelini deney-gözlem ve akıl yoluyla oluşturuyorum.Yazılarımı destekleyici olarak bir çok “İman” unsuru veri sunabilirim, ama sunmuyorum.Şimdilik akıl ile idare etsek ve deneysel
veriler kadar gelişimizi sağlasak daha iyi olacak gibi gözüküyor.

…”Kuran” ın hiçbir yerinde “Sadece” Araplara gönderildiği yada Arap dini kitabı olduğu hakkında bir yazı yazılmamıştır.Örneklenemez
.Kendi kavmine yollanması olayını yazımın ortalarında açıklamıştım.

“”””Hadi bana eyvallah .. Fazla düşünmesinler...””””

…İnsan gelişmeye ve değişmeye açık bir varlıktır.İnsan; bahsettiğim sistemi anlamak için düşünmek zorundadır.Düşününce var olduğumuz bir toplumda, hem kendimizi hem de ulaşabildiklerimizi düşünmeye zorlayacak uygulamalar içerisinde bulunmalıyız.
SAYGILAR

"Neden Arapça"-2

Teşekkür ediyorum yorumlar için,cevaplarıma gelince;

“”””euzu-besmele" makamında söylendiği takdirde hint felsefesinde bahsedilen 7 ana çakrayı (hem de sırasıyla) açmaya yarar...uzmanlar böyle söylüo...emine katılıyorum saygılar...

….Chakra “Ruh-Beden” açılımı içerisinde akıl varlığı ile bir takım çözünümlerin “Beden” ile gerçekleştirilip (fiziksel uygulamalar), “Ruh” a yüklenmesinin bir diğer adıdır. ”Chakra” maddenin temelinin enerji olması prensibiyle kendini “Tasavvuf” da “NUR”, bilimsel kabullerde ise pozitif uç enerjisi olarak tanımlatır.Yapılan kesin kayıtlı araştırmalar,neredeyse tüm dillerde (tercümeleri ile) okunulan metinlerin (Kuran Ayetleri,Felaq ve Nas Süresi) insan üzerindeki en büyük enerji gelişimi etkisini “Arapça” diliyle gerçekleşmiştir.Denekler etrafında bir takım sistemlerce görülebilen en basit tabiriyle “Mavi Kalkan” şeklinde bir koruyucunun aktivitesinin diğer dillere oranla kapasitesinin (Kuran'ın orjinal dilinde) çok çok fazla olduğu görülmüştür.Bu konu hakkında bir yazı yazmayı düşünüyorum…

“”””allah ayetinde gönderdiği elçileri kendi toplumun diliyle gönderdiğini söylüyor. "biz görevlendirdiğimiz her resulü ancak kendi toplumunun diliyle gönderdik ki, onlara açık seçik beyanda bulunsun..." der. bir elçi tabi ki içinde bulunduğu toplumun diliyle hitap eder. böylece toplumun elçisini anlaması daha kolay olur. peygamberin ve toplumun ana dili arapça olduğundan kuranın da arapça bir dille inmesinden daha doğal bir şey yoktur. “”””

…”Muhammed Mustafa ” arap yarımadasında bir takım mucizevi olaylar eşliğinde hayat bulmuş bir Resul’dur.Arap topluğunda çalışmış,yemek yemiş,büyümüş,gelişmiş ve “Resul” hükmü kendi öz özelliklerinde ortaya çıkana kadar bir çok güzel huyuyla birlikte bir normal insan olarak yaşamıştır.”Muhammed Mustafa ” kendi gelişimini başka bir yerde sağlayıp,kurulmuş ve yaşanılacak bir yer bulmuş bir topluluğa 40 yaşına kadar bekleyip birden ortaya çıkarak, ”Yaptıklarınız Yanlıştır” diyen bir “Resul” değildir.Arapça öğrenerek büyümüş, arapçayı diğer yurttaşları gibi kendi ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde kullanmayı öğrenmiştir.Hiç bir özel çalışma,özel yetenek geliştirme,sistemin tümünü(kafasındaki soru işaretleri) değerlendirmek için kitap okuma,sistemli düşünme gerçekleştirme gibi fiillerde bulunmamıştır.

“”””ne yani peygambere ingilizce mi inseydi vahiy..””””

…”Vahiy” özüne ulaşmak için özel insanlara verilen bir yetenektir ki, bu yöntemle kişi harici(ilim öğrenmek) bir çalışma yapmadan “Evren Kitabını” okuma gibi bir güce sahiptir.Bu öze yaklaşma olayı bir "günlük sıradan lisan" konuşması değil , aksine yalnızca bu insanların (yaşamış olanların) bilebileceği bir
yöntemdir.”Resul” vahiy İngilizce değil Fransızca,Almanca gibi dillerde değil Arapça dahi inmemiştir.Böyle bir yukardan inme kesinlikle söz konusu değildir.”Resul” kendine ait özel yeteneğini kullanarak öze ulaşmış,bu olaya “Vahiy” denmiştir.Buradaki Arapça kullanımı olayı “Resul”un bu öz dili okumayı
gerçekleştirip,bu ilahi verileri Arapça olarak dillendirmesidir.Herhangi bir "DİL" ile “Vahiy” inmesi olayı kesinlikle söz konusu değildir.Bu cümle tamamen yanlıştır.

“”””bir başka türlü etkende zaten tüm kitaplar ihtiyacı olan toplumlara gelmiştir.”””

…Alınan ilahi veriler,hiç bir topluma özel veriler değildir, aksine tüm sistem ve evrene iletilmek için seçilmiştir.”Toplum ihtiyaçları” söz gurubu tüm “Sistem” in kendi mekansal-zamansal birliğini korumak için yalnızca örneklendirilmiştir.Arap toplumu örneklemesi ,kişinin hem “BEN” sel gelişimi,hem de
kişilerin “Toplumsal” gelişimi için harika bir seçim olmuştur ki bu yine düşünen beyinler için harikulade bir “Örnekleme” sürecidir.

“””olayın sebebini başka yerlerde aramaya gerek yoktur.. mühim olan araç deil amaçtır.
ayrıca dildeki marifetlere gelincede.. her insan istedikten soora konuştuğu dildeki marifetleri az bi çalışma ve araştırma neticesinde hafif bi konsantreyle rahatlıkla elde edebilir. o dilin marifeti deil insanın isteği ve uğraşısı sonucu olan bir niceliktir””

…Bilimsel araştırmalar kendi kendini geliştirip, yeni bulumlar getirmedikleri sürece, kabul etmemiz gereken “Teknolojik” gelişimlerin sonuçlarıdır.Bunları ters el etmek, kendi akl-i (beyinsel) gelişimizin hatalarıdır.Biz bir şeyi algılayamıyoruz diye o şey yanlış ya da yetersiz,ya da çarpıtılmış olmak zorunda değildir.Aksine bu süreç kendi algı kapasitemizi geliştirmek için inanılmaz bir fırsatdır.

“”” kaldı ki mukayese edecek olursak dahi, bahsi geçen dili konuşan halklarda çocukların okuma-yazmayı öğrenme yaşlarından ve zorluklarından; insan bünyesine olan uygunluğunu rahatlıkla görebilirz”””

…Yazımda ki konu “Dua ve Zikir” mekanizmasıdır.Günlük dilin konuşulması,Arapça dilinin zorlukları yazımda bahsi geçmeyen bir konudur.Yazımda arapça dilini diğer dillerle kıyaslama gibi bir derdim olmadı ,tersine “Kuran” elfazının (kurgu,dilbilgisi,kelime seçimleri) neden Arapça olduğu hakkında bir yazı yazmıştım.Arapça dilini zor kılan,tek kelime ile bir çok anlam taşıyabilme özelliği,ayrıca dilin içerisinde ki veciz,özlü söz gibi sözcük öbeklerinin çok olması ve çok küçük bir “hereke” değişimin dahi bir çok mana değişimi yapabilmesi ile ilgilidir.Bunlar dilin (gramer özelliğidir) ve açıkcası “Kuran” arapça dilinin bu özellikleri ile yazılmıştır fakat ben yazımda böyle bir konudan bahsetmemiştim.

…Kuran sistemi anlatmak için “Resul” e tüm sistemi ilmi ve iradesi ile bir “AN” içerisinde (insanlığa göre uzun yıllar süren bir süreç) Allah’ın kelamıdır.”Kuran” değiştirilemez,yeniden oluşturulamaz. “Tüm insanlar ve cinler dahi toplanıp yeni bir benzer kitap(ilahi veri) oluşturmaya kalksalar yapamazlar” hükmünden yola çıkarak bir takım sonuçlar çıkarılabilir.
-“Kuran” bir nevi “DUA” kitabı olduğuna göre bunu uygulamak isteyen kişilerin dualarını “Kuran” diliyle yapmalıdırlar hükmü rahatlıkla çıkarılabilir.Kuran sıradan kelimelerin herhangi bir rasyonel dizilişi değildir.
-“İslam” tüm sistemin adıysa,”Kuran” bu sistemin ilahi bir parçası ise,insan bu sistemi en kolay algılayabilecek varlık ise,sistemde hiçbir oluş başka bir oluştan kopuk olarak düşünülmeyecekse,sistem içerisinde belirli bir dizayn çok kolaylıkla algılanabiliyorsa,”Kuran” ve “İnsan”ın da aynı sistemde
olduğu kabulü ile;Kuran dili, insan için bir takım vesileler içeriyordur diyebiliriz.”Kuran” bunu ancak ”DİL” yoluyla sağlayacaktır.Çünkü fiziksel olarak başka bir metod uygulanamaz,ancak okunabilir.(Koklanamaz,tad
ılamaz) Okunmalı,değerlendirilmeli,kendinden başka değerlendirelenlerden olabildiğince yararlanmalı ve sistem içeriğine ulaşma çabası içerisinde olunmalıdır.
-Hiçbir tercüme aynının yerini alamayacaktır.Bu kabul ile;Kuran yüzünden de okunmalıdır.Tercümeler onu yazanın(çevirenin) algı kapasitesi ve dile olan hakimiyetiyle ilgilidir.Kuran dili yukarıda yazdığım bir çok nedenden dolayı yapılması en zor tercüme dillerinden biri olduğu kabulüyle;Kuran olduğu gibi okunarak (kendi DİLİYLE) da bir çok meleke (yetenek) elde edilebilir.
-Fiziksel uygulamalar (ibadetler(Namaz)), yalnızca Kuran Diliyle yapılabilirler.Bu bir sistem kuralıdır. Diğer dillerin bu uygulamalarda kullanımı yasaktır.Başka dillerde yapılabilecek olabilse bu ibadet, (İngilizce,Fransızca,Japonca vb.), bir “IRK” kavramı kargaşası oluşacak,sistemin evrenselliğini
sekteye uğratacaktır.
Bu yazılanlar insanları biraz da olsa aydınlatabilir.Cevaplara devam edelim;"Neden Arapça"-3 yazımızda...

"Kadir Gecesi" yazıma Yorumlar ve Cevaplar "Neden Arapça" -1

Hem fikir olduğumuz konular çoğunlukta.Senin katılmadığın konularda bir kaç argumana sahibim.
"İslam" gelmiş geçmiş,görülen görünmüyen,hissedilen veya yetersiz kaldığımız tüm sistemin adıdır demiştim kısaca.Şöle ki nükteden noktaya,hayvandan insana,gezegenlerden yıldız sistemelerine tüm birimler bu sistem dahilinde değerlendirilmek zorundadırlar.Hak Dinler de aynen bu sistem içerisnde değerlendirilerler.Tüm resul ve nebiler kendilerine bildirilene tabidirler ve hepside sistem içerisinde doğru ve haktırlar.İş bu temel sistemi İlim ve irade sıfatları ile yoktan vareden Allah(c.c),tüm bu sistemi belirli bir düzenle,beyinlerin algılayış kapasitelerine göre insanlığa göre sırayla (takip eden yıllar aylar günler ) hazırlamıştır.Bu sistemin iman edilen noktada son resulu Muhammed Mustafa ve şeriat bildirilerinin toplandığı fiili alemdeki son kitap Kuran'ı Kerimdir.
Edilen dua ve zikirin,kendi dilinde olması hiçbir sorun oluşturmaz bu kesindir.Ama gelişen beyinler bilirler ki Kuran'ı Kerim arapça indirilmiştir ve bu argumanı iyi algıyanlar,arapçanın neden dil olaral seçildiğini yıllardır düşünüyorlar.Neden diğer dillerde değildir( bu içerisinde bir çok bilgiyi intiba eden) kitap..
Ben bir takım veriler sağlayabilirm.Geçmiş zamanlarda insanlar beyinlerinin yüzde 40-50 civarlarında kullanıyorlardı.Teknoloji geliştikçe şu an için 2-3 oranında beynimizi kullanıyoruz diyebilirim.""Beyin nöron adı verilen sinir hücrelerinden ve glia denen destek hücrelerden oluşmuştur.Beyinde yer alan nöron sayısı 100 milyar civarındadır. Beyin çalışması nöronlar arasındaki iletişim ile sağlanır. Bu iletişim nöronların kendi aralarında ve kendi içinde gerçekleşir.""
Bu kabuller altında günümüz insanının çalışmayan noron hücrelerini çalıştırması için bir takım fiziksel uygulamalara ihtiyacı vardır.Bu fiziksel ihtiyaçlar" Budizm de kelime kullanımı " ağızdan çıkarak kulakta dinlenen" " OM" sözü tekrarı ile sonuçta tekrar eden (1000,2000 sayı günde) "Om" lar şeklinde ortaya çıkmaktadır.Araştırılarak farklı seçimler ve uygulamalar da görülebilir."İslam" bunu dua ve zikir yoluyla sağlar ve bunu dua ve zikrin tekrar mekanizması yoluna bağlar.(sistemli ve düzenli günlük). "İslam" sistemin temel parçası olan "insan beyni" çalışan noronların çalışmayan noronlara aktivetisini arapça olarak yapılan tekrar sözcükleriyle çok daha hızlı gerçekleştirdiğini kanıtlamıştır.Bu seçimde bir "hikmet"(düşünen beyinlere ilham) olması araştırılarak bulunabilir.Bundan sonra burdaki yazılarımda bunu kanıtlayan verilerde sunmaya çalışacağım.Saygılar

"Kadir Gecesi"

Tümümüze garip geliyor,kandil geceleri,önemli dini geceler,gündüzler...Birbir
imize msjlar atıyoruz,slmlar veriyoruz,önemli geceleri kutluyoruz.Dini yanlış anlayan,ezbere bilgilerin üstüne kurulan beyinler (hepimiz )aslında bu zamanların hiç bir zaman ne olduğunun farkında değiliz.Neden olduğunu bilmeden fiil işleyip,soru işaretlerine cevap aramayı denemiyoruz sonucunda kalıplarımızı kıramıyoruz ve olduğumuz yerde sayıyoruz.
"İslam" Evrenin Tüm Sistemine verilen addır."Kadir Gecesi" bir sistem gecesidir.Sistemin temel taşları insanlar,bir takım astrolojik etkenlerin ve kavuşumların sonucu olarak kendilerine verilen beyin yardımıyla bu gecenin çok rahatça farkında olabilirler.Ezbere düşüncelerden sıyrılalım.Bu gece beyinleri geliştirme gecesidir.
"Beyin" belirli frekans değerleri üzerinde titreşimleri kabul ederek,kendinde açılımlar oluşturur.Sistem bu gece birçok kavuşumla çalışık halde bulunan beyinlere titreşimler yayacak,gelişime açık olacak beyinler kesinlikle fayda sağlayacak,bu geceyi kaçırmayın.
İnanan olun,olmayın,aklınız alsın almasın,bu geceyi ve bu tür gün geceleri araştırın, bence bu gece ayakta kalın ve en azından kendinizi sorgulayın.Soru işaretlerinizi kendinizce çözüme kavuşturun.
Hayat ye,iç,sıç yat modunda tasvir edilemez.Hayatta yemek yemek,çalışmak,uyumak ve seks yapmaktan öte kendimizi geliştirmemiz gereken bir çok şey var.Bu gece yayılan enerji sayesinde,kendinizi tanımanız,fiilerinizi,geçmişinizi sorgulamanız ve tam anlamıyla silkinmeniz gerektiğini düşünüyorum.
Bu geceyi ayakta geçirecek arkadaşlara tavsiyem.Dua ve zikirlerinizi bol tutun.Dualarınızı biliniyorsa arapça dilinde edin,bilinmiyorsa kendi dilinizde.Arapçanın diğer dillerden farklı titreşimler yaydığı ve hafıza üzerinde çok hızlı gelişimler sağladığı bilimsel makelerle kanıtlanmıştır.Saygılar,kolay gelsin.

"İstiklal Marşı"

Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.

Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl...
Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl!

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddım var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
“Medeniyet!” dediğin tek dişi kalmış canavar?

Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın...
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

Bastığın yerleri “toprak!” diyerek geçme, tanı:
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Huda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.

Ruhumun senden, İlâhî, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
Bu ezanlar ki şahadetleri dinin temeli-
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.

O zaman vecd ile bin secde eder-varsa-taşım,
Her cerihamdan, ilâhî, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-ı mücerret gibi yerden naşım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım.

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl

Mehmet Akif ERSOY

"İstiklal Marşı" ve "Şemdinli"

O zaman bulutlar daha bir yakın,daha bir grimsiydi sanki.Yıkılmış devletin az kalan guzide kişilikleri,istikballerine
şimdiki gibi yaşanası bir ortam kurma idealleri ile yanıp tutuşuyorlardı...Tarih; Yokluk içinde ki varlıkları,bir adım geri atmayacak kadar güçlü atılımları,yüzyılın askeri dehası önder "Atatük" ün büyük stratejik planları ile birleşerek, gayrı kimselerin aklının almadığı,sevdasını vatanına bağlamışların bir an bile tereddüt etmediği olaylar silsilesine tanıklık ediyordu,bu bir başlangıçtı sadece...

Durum yine aynı,vakit yine benzer dedeler,babalar.Garbın afakı çelik zırhla yeniden kaplanmış belli ki o zamandan daha da güçlü.Medeniyet dedikleri "Tek dişli Canavar" i güçlenerek etramızı kuşatmış.Hilal çatık çehseriyle bize bakıyor arada sırada ...

Korkmayın lakin; bu şafakların sancağı hala ayakta,"ezelden beri hür yaşamış" bu bedenler hala hür ve etrafındaki ne yaptığını bilmeyen "Çılgın"ların farkında.
Korkmayın sakın;
Bu cennet vatanın,bastığı her karış toprağının değerini bilecek ,alçakları,namahremleri mabedine uğratmayacak,sizin kadar büyük düşünen,ideallerinizin peşinden sizin kadar cesur koşabilecek "Arkadaş"larınız var.
"O zaman yükselerek arşa değsin başınız,her zaman ki "dalgalansın şafaklar gibi nazlı hilalimiz".Çünkü;
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl...

"""Şemdinli'deki hain saldırıda hayatını kaybeden 15 "Şehit"imize Allah'tan rahmet,yakınlarına ise başsağlığı diliyorum."""

"Sen" neysen "Sinema" "O" dur...

Son zamanlarda yaptığım araştırmalar ve “Sinema” üzerine okuduğum bir dolu yazılar neticesinde “Türk Sinemasında yeni bir dil oluşturma çabası” fiilinin çok moda olduğunu sezinliyorum.Kayda değer sayıda eleştirmen ve yazarlar bu ana fikir çerçevesinde yorumlar ve yazılar kaleme alıyorlar.”Sinema” sanatını diğer sanat dallarından ayrı tutmak için çabalar,diğer sanat dallarının “Sinema”ya olan etkileri ve bu etkilerinin azaltılması,”Sinema”yı farklı kılmak için kullanılan “Seyirciyle Özdeşleşme” sürec kavramının diğer sanat dallarından daha hızlı ve etkili olması vesaire…”Bir göz atmakta yarar var” dedim bu konuya bende…

Yer Rusya, olay Devrim Sineması. Eisenstein, Pudovkin, Vertov gibi yönetmenlerin başını çektiği, Eisenstein’ın tiyatro üstadı Meyerhold ile çalışmaları sonucunda, gerekli ilhamını aldığı ve kendisinin de başını çektiği sanat-sinema akımı. Eisenstein’ın yeni bir “DİL” in açığa çıkmasını isteyerek, ”Sinema”yı diğer sanat dallarından farklılaştırma metodu gayesinde çabaladığı, geçmişini oluşturan “Tiyatro” ve son hobisi “Sinema” arasındaki esas farkı “MONTAJ” ve montaj içinde “YAKIN PLAN” kavramları ile desteklediği, üzerinde yıllarca devinimler geçirip, temelinde diğerlerinden farklı olma ve yeni bir dil oluşturma çabası bulunan, son olarak kavram dağarcıklarımızı “Enteklektüel Montaj” ile genişleten sineakım…(Tiyatro-Sinema ayrımı)

Mainstream (Ana dalga akım), yani Hollywood Sineması. Griffith’in klasik Giriş-Gelişme-Sonuç üçlemesinde zamansal-mekansal birliği kurmak için oluşturduğu “Montaj” prensibleri. Temelinde yunan trajedi kaynakları bulunan, klasik anlatı tekniği ile yola çıkmış, Fransız Maupassant’ın gelişimini gösterdiği “ Olay Hikayesi ” denilen edebi gücün, sinema da yer bulması ile sonuçlanan, vazgeçilemez, birçoklarına göre ana sinema akımı. Temelinde edebi sanatların karşı konulamaz cazibesi var.(Edebiyat-Sinema kolektifi)

Ekspresyonizm, yani Alman vatandaşların “Dışavurum” çabaları. Aldığı isimden dahi kolaylıkla ayırt edilebilen, insana özgü deneysel duyguların etkisi altında kalmış, ana akımların tam karşıtında, bir “Devlet Tiyatro” oyununun, bol makyajlı büyük oyunculuklu, gelişmiş bir sinema versiyonu. Temelinde yeni fırsatlar yakalama çabası var.(Tiyatro-Sinema-Edebiy
at kolektifi)

Yeni Dalga Akımı, Godard’ın önderliğinde, Serseri Aşıklar filmi ile akımlar parentezine adımını atan Avrupa temelli akım. Godard ve arkadaşlarının “Sinematek”lerde klasik anlatıyı yıkmak için neredeyse tüm klasik Hollywood filmlerini izleyip, Griffith’in birbirini takip eden ve hiçbir sıradan hayat göstergesi bulunmayan zaman-mekan evreninin, tümünü yıkmak çabasını sinemasal evrenlerine yaydıkları, temelinde klasik anlatı dilini yıkarak yeni bir “DİL”oluşturma çabası bulunan akım.(Sinema-Dil yıkarak-Dil oluşturma)

Yeni Gerçekçilik, Yeni Sinemacılar, Yeşilçam vb.İsminin başına “yeni” koyulan her akım, kendinden öncekini yıkmak, daha önce keşfedilmemiş!!! teknik öğeler yakalamak, “Yeni” şeyler üretme, ilk olma çabasında bulunmakta ısrarcıdırlar. ”Yeşilçam” ise hepimiz tarafından bilinen klasik anlatı “dram” yapısını kendince “Melodram” yaparak, “bizim de bir sözümüz var” mantalitesiyle yola çıkmış bir Türk sine-akım.Bu bilgilerin ışığında yazının temel fikrine gelecek olursak;

Türk sineması son zamanlarda “Tasavvufi” bir “DİL” oluşturma çabası içerisinde.(Farklı dil yolculukları da olmuyor değil).Diğer Dünya meslektaşların bir çoğu gibi bu görünümü kolay olan “DİL” oluşturma çabası tuzağının kucağına düşmekteyiz. Eksik kalan yanlarımızı oluşturduğumuz yeni “DİL” ve “DİLLER” ile kapatmaya çalışarak, farklılığımızı kendimizde değil,farklı olmak için uğraştığımız “şey”e isim koymakta aramaktayız.Hal bu ki;


…Sanat bir arayıştır. Bir sistem-gözlem mekanizmasıdır. İnsanın “Özü”ne olan yaklaşma sürecidir.En temelinde “Soyut” olan düşünce sisteminin “Somut” olan beşeriliğe indirilmesidir.Eğer; sanat bir dil oluşturma, yeni şeyler keşfetme çabasında olursa,yapılan işin isimlendirme operasyonu, yapılan işten çok daha ötede anılmaya başlayacaktır.Sonuç olarak temelinde “öz”,”kültür”,”gelenek”,”adet” gibi eserimize yansıması muhtemel kavramlardan kendimizi uzak tutmak zorunda kalacağız .Bu kesin bir sonuçtur.Peki her farklılığı(farklı olma çabası değil),gözler önüne seren,sanatı diğer sanattan,eli diğer elden farklı kılan nedir.Tabi ki “ÖZ” ve bu öze sahip olan varlık “İnsan”…

…İnsan nedir peki?İnsan soyutta biçimlenmiş şuurunu somutta fiziksel kavramlara dönüştürebilen varlıktır.İnsan başlı başına bir “Sanat” eseridir.”İnsan” sanattır.”İnsan”” kendince bir "toplum" ve dahi başlı başına bir "akım"dır. Her insan birbirinden farklı özellikleri ile,birbirinden farklı dışavurumları ile,gerçek manada bir edebiyat eseri,işitsel-görsel bir “Sanat” eseridir.
…Sanat ve dahi “Sinema ” ”İnsan”ı “Sanat”tan ayrı tuttukça, gerekli sayılabilir kavramları uygulanması gereken teknik problemler olarak görmeye mahkumdur. Yeni dil oluşturmak,farklı olmak,birbirinin evrensel düzenlerini kopya etmek,kopya edemediklerini infilak etmek prensipleri peşinden koşuldukça,oluşum sürecine aracı olduğumuz eserler ya birbirini izleyen benzer halkalar dizaynında ,ya da aykırılık adı altında bol teknik öğeli Sanat-Sinema! Şaheseri!!! olmaktan öteye geçemeyecektir.
…İnsan kendi manasında hem teknik öğelerin tümünü!, hem de düşünsel verilerin oluşum süreçlerini saklar.Teknik öğeler bedensel aygıt bileşimimizde mevcuttur.Ayakları gövdeyle birleştiren bir tripod,boyun ile kafatasını birleştiren bir işlemci,dış ses alıcı kulak ve açılımlarını işlemciye hızlı bir şekilde yansıtabilen göz.Bacakların hareketi bir şaryo ve dahi bir steadycam,iki insan omzuna yerleşmiş tüm bir sistem; tam manasıyla bir magnum…Düşünsel öğeler ise,en basitinde akıl kavramı kabulü ile,insani teknik öğelerin her birinin aynı anda çok seri bir şekilde değerlendirilmesi,tecrübe kabulu ile,oluşturulacak olan eserin doğru olarak,doğru zaman ve mekanda yerleştirilmesidir.”ÖZ” ümüzde yaptığımız bilinçsel devinimler,rüyalarımız ,hayellerimiz ve dahi en önemlisi kendimizle beraber yola çıktığımız insanlığa,çevreye,hayvanlara,gezegenlere vb. olan yolcuğumuzdur.

Bergman’a katılmadan edemeyeceğim,”Sanat”ı bir öze ulaşma operasyonu, kendini tanıma yolu olarak belirleyen, metaforlarını özünde kurduğu evrende “kendim”ce imgeleştiren, bir “DİL” oluşturma çabasında olmadan yalnızca “Öz”ünde bulduğunu seyircisine aktaran “Tarkovski” gelmiş geçmiş en büyük yönetmen-kişidir.En azından sadece film yönetme gayesinde olmadığı,”İnsan” ‘Öz” ve “Sanat” üçlüsünü kendi tezgahında harmanlayarak,seyircisine en saf şekilde aktarma çabasında olduğu için…

…Türk Sinemasında küçük kıvılcımlar yok da değil hani. Nuri Bilge,Semih Kaplanoğlu gibi kişi-yönetmenler belki de Tarkovski’nin “Şiirsellik “ adında kavramlaşan akışının(diğerlerine göre akımının) imgesini kendi bünyelerince yakalamaya çalışıyorlar.Görünen o ki;Dünya ve bizi ilgilendiren Türk sinemasının bol teknik öğe kaygılı,devşirme,kopy-payst ismen yönetmenlere değil,sanatını kendinde bulmaya çalışan bulduklarını seyircisiyle paylaşan yönetmenlere(İnsan) ihtiyacı var.Çünkü gerçekte ;”Sen” neysen “Sinema” “O” dur…