21 Ocak 2010 Perşembe

--- Avatar ---



Yönetmen: James Cameron

Senaryo: James Cameron

Görüntü Yönetmeni: Mauro Fiore

Oyuncular: Sam Worthington, Michelle Rodriquez, Sigourney Weaver, Zoe Saldana, ...

Konu: Yarı-felçli bir savaş gazisi olan Jake Sully (Sam Worthington), kendilerine özgü dilleri ve kültürü olan, barış ve doğa ile örtülü bir çevrede yaşayan Na’vi halkının arasına gönderilir.

Askeri bir şirket uzaktaki bu gezegeni ve barındırdığı kaynaklara incelemek üzere AVATAR adlı bir program oluşturmuştur. Bu program ile insanlar genetik mühendislik sonucu yarı insan yarı Na’vi haline getirilir ve misyoner olarak Pandora’ya gönderilirler.

Botanist Dr. Grace Augustine (Sigourney Weaver) ile programa gönüllü olarak katılmış Jake’in bedenlerinin Avatar’ı yaratılacak ve böylece Jake’e de felç olmuş bedenini başka bir formda kullanma şansı verilmiş olacaktır. Na’vi halkından Prenses Neytiri ile tanışan Jake, kendisini Pandora’ya gönderen tehlikeden bu halkı savunurken bulur.

Sonuç: 8,5 Puan… Avatar en kaba tabiri ve pratik düzlemdeki kullanımıyla kendimizi dışarıya simgelediğimiz bir işarettir. Arkasına saklandığımız bu işaret ve düzleminde oluşabilecek şekilsel veri; bizi bulunduğumuz sanal, izafi, pandorik ortamlarda kişisel olarak gizleyerek, rahat hareket etmemizi, maskelenmemizi ve daha hızlı bir şekilde kabul görmemizi sağlayacak bir yapı oluşturur. Yaşadığımızı bildiğimiz Dünya hayatında, fiziksel olarak bütünleştiğimiz bu yer kürede, kendimizi tam olarak ifade edemediğimiz, sınırlarımızı genişletemediğimiz anlarda avatarımız başka paralel bir ortamda bize farklı nitelikler, düşünceler kazandırabilecektir. Avatar filmi en derin altyapısıyla işte bu noktadan harekete geçiyor.

Teknik altyapısının kurulması, yeni bir gezegen, yeni bir ırk, yeni bir dil ve ezberlerimizden uzak bir tabiat hazırlanması tam anlamıyla neye işaret ediyor dersiniz. Hepimizin bildiği ve merak ettiği 3D teknolojisi kullanımı bu filmi kritik altına almak için yeterli mi acaba? Göz atalım efendim:

Farklı bir deha tasarımı olan Pandora gezegeni aslında film içinde görev alan asker, ticaret adamı, yani bizlerin (filmde Amerikanlar) en saf hallerini betimleyen Na’vi ler ile dolu. Avatar olarak seçilen her Na’vi ve Pandoranın asıl yerli Na’vi leri günümüz insanının doğaya duyarlı, birbirine saygılı, düşünceli, insancıl yönlerini ifade eden sayıları çok aza inmiş insanları ifade ediyorlar. 3D olarak ve yeniden tasarlanan bu gezegen; gerçekçi öğeler kullanılmadan yapılarak; yaşadığımız ve güzelliklerini ele geçirmeye çalıştığımız iki farklı yer küre arasındaki farkı iyice pekiştiriyor. Kısaca; yönetmen filmini 3D bir teknik dehası üzerinde kurmak yerine; alt metninde güçlü bir varoluşsal insanlık ütopyası ve saflığa olan ihtiyacı betimleyen bir hikâyeden yola çıkarak kurmaya çalışıyor. Şöyle örnekleyelim: Na’vi ler uyurgezer olarak adlandırdıkları insan Na’vilerini aralarına kabul etmiyorlar. Jack karakteri ise felçli olması, hiçbir kötü amaç gütmemesi, olayı hırs ve maddi değerlerden uzak bir şekilde değerlendirmesi sayesinde ilahi bir güç yardımıyla Na’viler arasında kabul görüyor. Ayrıca Ruh Ağacı olarak betimlenen Pandorik ilahi güç; insan merkezin doğasını Mutlak gücü işaret ederek ve merkezi simgeleyerek, insanın yani filmi izleyen biz ve film içinde yer alan tüm insanların ahlaki olarak en olgun halinin temeli Na’vileri destekliyor.

James Cameron; yalnız teknik bir devrimin peşinde değil efendim. Matrix filminde kurulmaya çalışılan âlemler ve anlatılmaya çalışılan doğaüstü öz bilinç değerlerini Matrix’inde ötesinde olarak 3D teknolojisiyle anlatmak derdinde. İlk önce sinemanın öz metinsel sorunu hermetik geleneğe bir bakış ve bunu en güçlü görsellikte anlatma isteği. İki devrimin peşinde akıllı bir sinemacı görüyoruz karşımızda.

Avatar filmi; hikâyesel alt yapısı, teknik verileri, güçlü dinamik temelleri ile Hollywood’un en önemli filmi olarak görünüyor şimdilik. Ticari kaygılar, emeğe saygı ve karşılık bekleme gibi kavramlar olmasa acaba daha ne yapacaklar bilemiyorum. Kendi Na’vilerini film yapmak için görevlendirseler daha da ötesinde filmler yapabilecekler gibi görünüyor. Daha uzun da konuşurum ama sıkmak istemem. Saygılar, iyi seyirler…

meyproduction@gmail.com

Mehmet Emin Yıldırım

"M.E.Y"in Seyir Defteri- Yahşi Batı -

--- Yahşi Batı ---



Yönetmen: Ömer Faruk Sorak

Senaryo: Cem Yılmaz

Oyuncular: Cem Yılmaz, Ozan Güven, Demet Evgar, Zafer Algöz, …

Konu: Aziz Bey (Cem Yılmaz) ile Lemi Bey (Ozan Güven) , 19. yüzyılın sonlarında padişah tarafından görevlendirilerek Amerika’ya giderler. Yanlarına da hediye olarak verilmek üzere çok değerli bir elmas taş ve yüksek miktarda para vardır. İkili Amerika’ya varınca, gidecekleri menzil için bir posta arabasına binerler.

Lemi Bey ile Aziz Bey bu yolculuk esnasında soyulurlar. Önce ellerinden elmas taş gider, sonra da paralarını kaptırırlar. İki Osmanlı, kaptırdıkları parayı tekrar toparlamak için ödül avcılığı yaparlar.

Sonuç: 7 Puan… Bir önceki Cem Yılmaz temelli A.R.O.G filmine yaptığım yorumlar; filmin epizotlar şeklinde art arta sıralanmış esprilerden kurulu, kısmen de olsa isabetli seçilmiş skeçler topluluğu olması ve bu seçim inisiyatifin filmin bütünselliğine sekte vurması çerçevesinde toplanmıştı. A.R.O.G hakkında yapılan toplu kritikler senaryo yazarının! kulağına gitmiş olmalı ki; Yahşi Batı filminin hikâye yönünü ortaya çıkarmak fiili uğruna bir çok komedi unsuru sanırım egale edilmek zorunda kalınmış. (Daha komik olabilirdi gibi cümleler!) Yahşi Batı filmi giriş- gelişme- sonuç üçlemesine yani klasik anlatıya, en açık izahı ile hepimizin belirli bir özdeş kurabildiği olay hikâyesinin öne çıktığı avam film grubuna kendini dâhil etmeye çalışmış ve A.R.O.G filmine oranla daha başarılı olabilmiştir efendim…

Konu komedi altyapısı üstüne kurulacak olursa elimizde bulunması gereken olmazsa olmaz malzemelerimiz vardır: Oyuncu, olay yani hikâye, durum komedisi yaratacak mizansen ya da olay komedisi yaratacak replikler. Sinemada komedi türü; kalıbı çizilen ve sınırlanan duvarların içinde kalmak zorunda olan bir türdür. Ayrıca komedi türü en klasik anlamıyla seyircinin beklentilerine oynayan ve sınırlarını zorladıkça kendi altyapısına lanet okuyan, uygulaması en zor ve aşması en zor kurallara sahip türlerden biridir. O yüzden türü komedi olan bir yapıyı kritik altına almak ve bir anlığına sinema cahili olabilmekten geçer.

Cem Yılmaz ve Ömer Faruk Sorak ellerinden geldiğince kendi kurdukları eski kalıplardan kurtulmak ve sinemasal anlamda hızlı bir ilerleme sağlamak amacıyla, kritikleri okuyup, dinleyip, yorumlayarak, karalama çalışmalarını ön plana çıkararak, müşkülpesent çalışmışlar diyebiliriz. Belirli bir bütünlüğe sahip olması, zekice kullanılan replikleri, arkası dolu atıfları ve hikâyeyi öne çıkaran kurgusuyla izlenebilir (küfürlere sabrederek) eli yüzü düzgün bir komedi türü filmine imza atmışlar. Ne yapsalar zaten izliyoruz değil mi?

Salt sinema adına; kafalarında hapsolan fikir bütünlüğüne, elde etmeye çalıştıkları şeye tam manası ile varmaya çalıyorlarsa eğer; oyuncu popülarizmine endeksli senaryodan, isim altına saklanmış kurgudan ve beğeni kazanmak adına konulmuş diyaloglardan uzak durmaları gerekiyor. Bu da ticari anlamda Türkiye de yapılması şu an için olanaksız bir sinemayı öne çıkartıyor. Bizden söylemesi, uyarması efendim! Saygılar

meyproduction@gmail.com

Mehmet Emin Yıldırım