6 Aralık 2010 Pazartesi

Tarkovski'den SEMİH KAPLANOĞLU'na BAL- 3

Son parça artık...

Amacınız; gizemli kodlamaları bulmak olmamalı. Filmin yönetmeninin kafasındaki kurgu alanına ulaşmakla uğraşın. Yönetmenin bilinç ve zihin değerlerini okumaya çalışın. İnandığınız ve önemsediğiniz kişilere bir seyirci olarak yaklaşmak ayrıdır, bu yola, bu yolu örnek alarak çıkmak ayrıdır. Seyirci için önemli değildir bu hesaplar, ama siz film yapanlar için; Doğu'nun, arif yolu dediğimiz, ehl el şuaranın (aşk ehli), meditatif sinemanın kapılarını çalan kişilere ulaşmak, zihinleri anlamak önem teşkil etmelidir. Batı sineması da var tabii. Ama şimdilik o konuyu saklıyorum...


Bir şifre vereyim, kendi filmimden sonra inşallah bunu da tamamen açıklayacağım; doğu- batı (düşünce olarak doğu ve batı ) biçim ve içerik konusunda hem fikir olamazlar. Eğer sinema= bilim= din denklemine ulaşacak olursanız (Felyosofların Sineması yazısı) doğu ve batıyı temsil ettiği birimlerle birlikte aynı potada eritmelisiniz. Doğu ve Batı bir olmalı artık. Yeter fazla bile ayrıldılar... (Tasavvuftografi= Sinema- Tasavvuf İlişkisi yazılarım bu iş için temel oluşturabilir.)

Evet...Doğu'nun biçimini Bal filmi üzerinden değerlendirmeye devam edelim.

Önemli bir ayrıntıda kavramların köken bilimlerinde yatıyor. Sinema diyor, tasavvuf diyor, doğu, batı, sinematografi, alan derinliği, odak uzaklığı, diyafram diyoruz ama ezbere hep bunlar. Neden var bu kavramlar, isimler, kalıplar. Nerden geldi, temeli nedir, iyice araştırır köküne ulaşırsanız: Tüm sinema altyapısını (teori- tarih- yönetmen hayatları- film tarihleri) ezberlemek zorunda kalmayacaksınız emin olun...

1.01'den devam edelim.

Yusuf'un içtiği Süt; zaman denkleminde yönetmensel bir yerleşme birimi olarak kabul edilirse:

  • Babanın ölüm haberinin alınmadığı süreçte (bekleme artıkça hüzün artıyor) Yusuf süt içmeyi sevmiyor, zorunlu yapıyor.
  • Babanın ölüm haberinden sonra, mutluluk aracı olmak için seve seve içiyor.

Annenin yumurta ile birşeyler yapmak istediği sahnede Yusuf sütü içmiyor. Bahanesi var...

Annenin ayakları ve süzme (Yusuf bakıyor) hareketi erkekleşmeye, er=erk=erkek düzlemine basılan adımları simgeliyor. (Psi- seksüel olarak büyüyen Yusuf ya da boş vakitten dikkat kazanan ana= rahim= kadın= havva simgeleniyor)

Yusuf'un geniş açıda üç pencereli, iki penceresi dantel perdeli olan salon- odada uyurken gözükmesi önemlidir.


Biçim- zaman ilişkisinde; zaman içinde rahat dolaşma eylemini yapabilme bilinç kademesinde hissederseniz kendinizi (Bergman'ın Tarkovski hakkındaki meşhur sözlerine bir bakın) yeniden yapılandırmaya çalıştığınız sinema filminde; sırayla, yani doğrusal olarak hareket etmek istemeyeceksiniz. Filminize rüyayla başlayıp, sonra gerçeğe geçmek, en sonunda rüyadan uyanmak gibi bir sıralama göstermek basit yolda olduğunuzu hatırlatır size. "Basit yapıyorum ben bu kurguyu galiba" dersiniz. O zaman filme (senaryo kurgusu) ortasından (kendi kurgu zamanınız- yönetmen kurgu zamanı) başlayabilir, rüyadan uyanmayı (tüm filmin rüyası) film zamanında ise sonraya kaydırabilirsiniz.

Üç pencereli sahneyi bu anlamda değerlendirin. Sonra Yusuf'un annesinin kucağında annesinden duyduğu benzer rüya anlatımını; babasının anlattırmamak için Yusuf'u susturduğu rüyaya paralel tutabilirsiniz. Kaçıp giden Yusuf'u babasının hasretinde rüya gören, küçük nevropat olarak değerlendirebilirsiniz. Çiçeklenmeyi (annenin "her taraf çiçek oldu" sözü) rüya yorumu gibi açıp kitapları ne demek olduğunu bulabilirsiniz. (Rüya yorumları sözlüğü) 

Rahat olun; egemen güç sizsiniz ya, istediğiniz gibi kurgulama yapar, istediğiniz sahneyi istediğiniz yere koyabilirsiniz. Rüya sizin, gerçek sizin. (Arıların ölü olduğu sahne- Yusuf'un elinde ölü arılar) Allah kendinizi geliştirmeniz için her zaman bir aksilik çıkartır. Ne zaman durup "ben bildim artık" diyeceğim değil mi Alexander?

Dikkati çeken bir ışık oyunu var, Yusuf ve annesi arasında. Bunu sinema içeriği olarak değil de tekniği olarak değerlendirmek ve salt görsellik olarak incelemek mümkün... Yusuf hangi meslekçi olacak acaba? Evin erkeği olsun da ilk önce...

Jandarmaya giden Anne, miraç'a giden Yusuf. Kadınlar Miraç hadisesini anlatıyorlar! Şarap, Bal, Süt. Süt içenler...

Namazdaki rivayette "Ettehiyyatu" süresi bu kadınların anlattığı olayın temsilidir. Başlangıç onunladır. Baba öncelerde otururken (ka'de) gösterilmişti ya! Eğer salt görsellik planlanlamışsa "kova- ay- kaybolma" resimleri hadiselerin (dini metinlerin) bulanıklığını, özün üstündeki toz dumanlarını temsil etmelidir. Yabancılaşan Yusuf'un duvara bitişik fotosuyla birlikte... (Dini metinler sonrası olmasından dolayı)

Kalabalıklarla (hızır) algıyı hüzün (babayı bekleme) atmosferinden çıkartıp, sonrasında gelecek olan ölüm haberini saklıyoruz. Tarkovski Kurban- Alexander'ın merdivenden inmesindeki eleştirmen sesi (Kurban yazıma bakın- Yumurtalı sahne) gibi bir sahneyle rüya- gerçek- tekrar rüyayı (annenin rüyası ve Yusuf'un rüyası) birleştiriyoruz. Baba vefat etti...


Yusuf ve süt içme olaylarını inceleyin artık. Yusuf'a geçilen kıyak içinizi burksun. (Okul- Hediye- Vefat) Yusuf da öğrensin olayları ve babasına anlattığı ağaca gitsin.

Yusuf''un zili ve kuşumuz bizi selamete erdirsin.

Rüyalar son bulsun...

Bal, Tarkovski düzlemi ve sinema başlığı altında yapılan en biçimli filmdir. Tarkovski ve bu adamı yazanların anlayacağı bir şekilde konuşunca önemli bir yerde görmekteyiz filmi. Filmin önemi buradan geliyor. Genel bir sinema bilgisinin meditatif bir ruh eşliğinde biçimsel sessizleşmesi bu film. Buralara gelmeyi, bu noktalarda gezinmeyi 86'dan beri yapabilen yoktu. Doğu sineması yeniden şahlandı diyebiliriz. Ama biçimle...

Şimdi çok bilen arkadaşlarım bu filmi basit bir film olarak görüyorlar. Neden mi? Komplike bilgilerini eritip tümevarımsal bir sonuç bulamıyorlar çünkü. Teorileri fundemental, irrasyonel matematik yok onlar için çünkü.  Biçimle değil, içerikle uğraşmaktan saçmalamaya başlıyorlar çünkü. Avangart deneyimlerini edebiyat eserlerine benzer şekilde biçimlendirip, kayboluyorlar oralarda çünkü. İlk önce bu noktaya gelin (Tarkovski ağızlardan düşmüyor nedense) sonra sinemayı konuşursunuz. 100 sene ve 2 yönetmen var tarihte çünkü...

Tarkovski'nin içerik temelleri yoğundur. Tarkovski filmlerinde konuşur. Konuşmak suç mu diye bir soru gelirse aklınıza sakın korkmayın. Bu sinema biçiminde konuşmak yasak mı diye sormayın. Bakın: " Ağız olamıyorsan, sus, kulak ol! demiş Rumi.

Biçim (böylesi zor bir biçim) kurulmaya çalışılırken içerikte yoğunlaşmak zorlaşır. Bu durumda her içerik öğesi- en küçük zerreciğine- (WholeGram ) Holygram planlamasına göre biçimin kendisini içinde taşımak zorundadır. Yani her 24/1 de biçimi tüm öğeleriyle birlikte bulundurmanız gerekir. Bu biçim- içerik yerleşmesi büyük bir düşünce kabusu oluşturur. Susar ya da karıştırsınız ipin ucunu...

Biçim doğru kabul edilince genel plan: hareketsiz merkezi sabit kamera, yakın plan: sonradan kameraya giriş, diyaloglar genel planda uzaktan yakına olmalı mıdır?

Bu biçim daha farklı nasıl ilerleyebilir? Neden bu biçimi az kişi sevmekte ve bu filmler az kişi tarafından izlenmektedir? Batıdaki filmler neden daha çok tutulur. Batıdaki bilim-kurgular içeriğin son noktası mıdır?

Biçim- İçerik? Son nokta neresi? Ne yapmalı?

İşte sorular benden, açılımlar sizden. Unutmayın 1932 doğumlu Tarkovski "E=mcc"nin bilimsel açılımlarını yalnızca hissetti. Hissetti! Aşk, muhabbet ile yoğurdu. Bilim ile değil, aşk ile... 2000'in çocukları biçimde dikkat! bu bahsedilen Doğuyadır, İsevi olanıdır, meditatif olanıdır, manalı olanıdır...

Biçim diyorum ya işte biçim;  vizörün (24*36) olan kısmı, içerik ise vizörden baktığınızda içinde gördüğünüz koyun sürüsüdür...

Mehmet Emin YILDIRIM