7 Mart 2012 Çarşamba

Alexander Payne- The Descandents ( Senden Bana Kalan)

Olay örgüsünü minumum düzeye indirmek Oskar yolcusu filmlerin pek yaptıkları bir şey değildir; ama bu filmde görsel- işitsel fikirleri öne çıkartmaya, film öyküsünün dayattığı zorunlu fotoğrafik sıralamayı devirmeye çalışan bir yönetmenle karşı karşıyayız. Ben Hollywood estetiğinin sınırları ile ilgili konuşmalarımda şöyle bir gündelik örnek vermekteyim: “Nefret ettiğiniz ve yüzünü görmek istemediğiniz bir adamla aynı odaya kapatıldınız. Odadan kendi çabalarınızla çıkmanız zor. Doğal olarak, sıkıldığınız için bu adamla konuşmaya başladınız. Ona, ondan neden nefret ettiğinizi anlattınız. Zaman ilerledikçe, ağzınızdan çıkan sözler sizi daha da sinirlendirmeye başladı ve bir an konuşamayacak hale geldiniz. Diliniz tutuldu. Biraz durdunuz ve aniden adamın yüzüne tükürdünüz ya da yumruk attınız.” Sinema kendi ontolojik yapısı gereği; hem sinirlendiğinizde ağzınızdan çıkanlarının oluşturduğu gidişatın örgüsünü hem de tükürme anınızın kendisini dolaysız olarak yansıtabilir. Hatta sinema; tükürme anının siz de oluşturduğu gerilimi hiçbir sanatın yapamayacağı bir şekilde yansıtabilir. İşte; bu film de, olay örgüsüne sırt dayanan “aksiyon” yapılı Hollywood filmlerinin aksine; konuşma anını kısa kesmeyi ve tükürme anının gerilimini dolaysız bir şekilde aktarmayı hedefliyor. Size birazcık sessizlik bahşederek, film öyküsünde karşılaşılan durumlarda sizin ne yapacağınızı yine size sorgulatıyor. Bu yüzden kendi “dil” kalıplarını zorlayan bu film yönetmenine birazcık puan verebiliriz. Lakin, nasıl oluyor da bu kadar zaman ve paraya rağmen fotoğrafik unsurları bu kadar dışlıyor bu adamlar anlamıyorum. Görsel bir sanatla uğraşan bu adamlar neden bu kadar çerçeveleme acemisi oluyorlar, hiç aklım almıyor. Film; olay örgüsünden durum öyküsüne dönüşmeye çalışarak özdeşleşme grafiğini bozduğu ve bizi gösterdiği olgular hakkında düşünmeye zorladığı için başarılıdır, diyebiliriz. Ama alınacak daha çok yol var, yeniden söyleyeyim…