16 Şubat 2012 Perşembe

We Need To Talk About Kevin (Kevin Hakkında Konuşmalıyız)


Bir kurmaca karakteri olarak Baba figürü; ailesine karşı sorumluluk duygusu taşımayabilir ama bir organik bütünlük olarak -kanlı canlı- Baba; ailesinin eylemlerini ve sonuçlarını sırtlamak zorundadır. Çocuğunun bir birey olarak, kendi ayakları üzerinde durmasını, toplumla yüzleşmesini sağlayan öncelikle babadır. Baba kendi dışarıya dönük tecrübelerini, gözlemlerini çocuğuna pratik deneyimler üzerinden aktarır, çünkü çocuk her istediğini her zaman yapamayacağı bir toplum içerisinde yaşamaktadır… Burada aslen karşımıza sevgi kavramı çıkıyor. Sevgi; çocuğun bir bütüne zarar vermesi, bir bireyi ya da bir organizmayı incitmesi karşısında tavır almayı da içinde barındıran bir kavramdır. Sevgi bütünseldir. Bir rol olarak değil, kızılması gerektiği için değil yani, içten gelen samimi bir duygu olarak çocuğuna kızan baba için sevmek; o an için kızmak, uyarmaktır. Annenin kollarında, annenin yumuşaklığı ile hayata atılmak çocuğun çok fazla canını acıtacaktır, çünkü; anne kendi sanat eserini, kendi yavrusunu incitebilecek bir eylemde bulunmayacak kadar, çocuğuyla özdeşleşmiş durumdadır. Burada devreye giren Baba, bu güzel hayatın, o kadar bencilce yaşanamayacağını çocuğa anlatmalıdır, göstermelidir… Doğu toplumları genelde Anaç Anne ve Baskın Baba (Ata Erkil) rollerini uygulamakta ve çocuğu aileye, anneye bağlı bir ütopyada büyütmekte, Batı toplumları ise genellikle çocuğu kendi başına kendi olan bir anne ve kendi başına kendi olan bir babanın yanına eklenen bir başka çocuk- bireyin kendi başına bir kendi olmasına izin verecek şekilde büyütmektedir. Küçük kardeşinizin gözünü çıkartsanız, baba ve annenizin size karşı tavrı ne olurdu! Bütün gün ağlasanız; annenizin size karşı tavrı ne olurdu! Filmdeki Kevin, büyük yaşta bir bireymiş, sorumluluklarını kendi alan bir adammış gibi yetiştirildiği için, attığı oklardan öldürdüğü insanların kendisine ceza verebileceğini hiç düşünmüyor. Babanın kızmadığı, küçük bir uyarı ile bilinçlendirmediği çocuk bir okul dolusu adamı öldürüyor ve toplum baba tarafından beklemediği büyük bir cezayla karşılaşıyor. Annenin verdiği küçük cezalar için, ilgi çekmeye çalışan, aslında bir nevi çocuk (bebek) olarak kale alınmaya çalışan Kevin aradığı ilgiyi- uyarıyı yaptığı uygunsuz davranışlar yüzünden ailesinde bulamadığı için, kendi çapında yapabileceği en büyük ilgi çekici eylemi uyguluyor… Lyyne Ramsay, bir Avrupa kültürünü, belki de kendi aile dinamiğini filmdeki annenin gözünden bizlere sunuyor. Bu nasıl bir duygu derseniz, birisi bir şey söylüyor ve siz o söylenenin yanlış olduğunu düşünüyorsunuz, hatta o kadar yanlış ki içinizden küfür etmek geçiyor ama siz cevap vermeniz durumunda gerçekleşek tartışma ihtimalini, strese girme ihtimalini, egonuzun yanlış düşünceniz yüzünden erimeye başlaması ihtimalini göze alamıyor ve bir nezaket timsali olarak gülümsüyorsunuz. Bu durumda siz aslında karşıdaki insanı bir birey olarak, bir çocuk bir baba, ya da anne olarak kale almıyorsunuz. Dogville’deki Nicole Kidman gibi. O kadar üstün bir egosunuz ki; sinirlenmek, kızmak ve küfür etmek size yakışmaz. Siz bir mükemmeliyet abidesisiniz… Entelektüel iletişimler genellikle iki kişinin, kişiliklerini kaybetmeden, bir dış nesne üzerinden konuşmaları ile gerçekleşir, lakin bizim toplumuzdaki dertleşme (iletişim), eksiklikleri dostlara aktarma; kişiliğin kaybolması, egonun erimesi üzerine kuruludur. Sırtınızı dayadığınız arka-taş sizin ona açıkladığınız eksik yönlerinizi, komplekslerinizi size karşı bir koz olarak kullanmaz. Buna muhabbet denir ki bu, bir nevi dua, bir nevi ego aşkınlama yöntemi olarak entelektüel iletişimlerin hepsinden üstündür. Acaba bu Avrupa yönetmenleri de toplum ve kendilerinin bilinçaltlarını, eksikliklerini bizlere anlatarak bir sohbet ortamı mı kurmaya çalışmaktadırlar. Acaba bir sanatçı için bu nasıl bir sanat adımıdır! Acaba Avrupa entelektüel iletişimlerden sıkılmış mıdır!