27 Şubat 2012 Pazartesi

François Truffaut- Les Quatre Cents Coups (The 400 Blows) (400 Darbe)

Nedir bu yönetmen abilerimizin annelerinden çektiği. Tarkovski, Bergman, Semih Kaplanoğlu, kimi zaman Kieslovski. Truffaut da annesinden çok çekenlerden. Modern kadın, aslında modern anne, ataerkil zihniyetin gayriihtiyari yadsınmasının ürünüdür. Kadın; geleneksel bir insan figürü olarak zaten moderndir. Mitos’un disiplinini din kapsülü içinde devam ettirmesi sürecinde, siyasi bir güç simgesi olmak adına, eksikliğini hissettiği yaratıcı yetileri (sanat) kendinde bulamayan erkek, kıskandığı kadını ezmeye, onu toplum dışına atmaya çalıştı. Olanlar oldu tabii, devrimler, reformlar gerçekleşti ve kadın toplumdaki yerini “erkek” gibi olmadan, ona öykünmeden kazanamayacağını düşünüp, tepetaklak sanayiye, piyasaya daldı. Siz hiç, çocuğuna kötü bir şey olduğunda sinirlenen anneyi gördünüz mü? Bağırıp, çağırmasına gerek yoktur onun, sadece bakar, olduğu yerde durur öyle! Kaç vucüt geliştirici herifin gücüdür o duruş, yaklaşmayı denediniz mi hiç! Bence zorlamayın. İşte aynen bu dimdik duruşlu kadın, karşısındaki çok bilmiş erkeğin galesiz bakışlarını üzerine çekebilmek için bağırmaya başladı. Yırtındı. Siyaset hırsı, para, iktidar gözünü bürüdü bu arada. Kariyer yapıyordu, ayrıca doğal içgüdeleri onu çocuk yapmaya da itiyordu. Tabii bu diyalektik süreçte olanlar hep erkek çocuğa oldu. Yalnız, sevgisiz, güçsüz çocuk hırsız mı oldu, kokain satıcısı mı, yoksa seri katil mi, yoksa yönetmen mi, buna da siz karar verin artık. Neyse… Truffaut’a uzaktan bir duygudaşlık kurduğumda, onun genel kanının aksine, toplumun dinamiklerini belirlemek gibi bir önceliğinin olmadığını görebiliyorum. Zaten bilirsiniz, auterist yönetmenler öncelikle kişisel anlatımları ile ilgilenirler. Bu sırada yansıttıkları sahneler; çekimlerinin kendi doğaları gereği, içinde bulundukları toplumu da göstermiş sayılır. Astruc, Bazin, Truffaut, Godard, Resnais ve Bresson yeni dalga kapsülünde, bu adamların (auteristlerin) fikirlerini bir kuram (tez) olarak değil de, bir antitez olarak kurduklarını söyleyebiliriz. (Bresson Dışarda Tutulmalı.) Bu adamların KOD PARÇALAYICISI, siyasi muhalefeti Godard, bilinçaltı aşkınlığı peşinde koşanı (terapist) Truffaut, hakikat kovalayıcısı Bresson, duygusal analisti de Resnais’dir. Bazin söylemlerini filme aktarmadığı için zaten bu alanın dışındadır. Astruc da kendini öne çıkartacak pratik işlerde bulunamamıştır. Sinemanın düşünsel ve duygusal bazda maruz kaldığı bir devrimden bahsedeceksek eğer; Robert Bresson’u ve Jean- Luc Godard’ı en tepeye çekmek zorundayız. Genç Truffaut biraz daha gerilerde ne yazık ki!