--- Angels & Demons (Melekler ve Şeytanlar)---


Yönetmen: Ron Howard

Senaryo: Dan Brown (Kitap), Akiva Goldsman

Müzik: Hans Zimmer

Oyuncular: Tom Hanks, Ayelet Zurer, Ewan McGregor, …

Konu: Din uzmanı Robert Langdon (Tom Hanks), tarihteki en güçlü yeraltı organizasyonu olan İlluminati adlı antik gizli kardeşlik cemiyetinin tekrar dirildiğini öğrenir. Fakat bu durum, onların varlığından en çok nefret eden Katolik Klisesi'nin ölüm tehdidi altında olduğu gerçeğini de ortaya çıkarır.

Robert, İlluminati'nin Vatikan üzerine kurduğu planları gerçekleştirmek için harekete geçtiğini öğrendiğindeyse Roma'ya, güzel olduğu kadar gizemli olan İtalyan bilimci Vittoria Vetra (Ayelet Zurer) ile güçlere katılmak için uçar. Dur duraksız süren bir aksiyonla Robert ve Vittoria, 400 yılık antik sembollerin izini sürerler. Bu Vatikan'ın kurtuluşunun tek anahtarıdır.

Sonuç: Edebiyat ve sinema. Birbirinden aslında bağımsız iki sanat dalı. Edebiyat özdeşleşmesini sözcük ve kavramlar üzerinden kurarken; sinema tüm gücünü edebi tasvir içermeyen görüntüler aracılığıyla kurar. Sinemanın doğum sancısının gerçekleştiği sıralarda; senaryo kıtlığı ve sinemayı hızlı bir şekilde büyütme gayreti içerisinde bulunan popüler sinemacılar; tüm kayda değer edebi eserleri hiç dokunmadan ya da bir miktar anlatım dilini değiştirerek kayda almaya başladılar. O gün bugündür, sinema; edebiyat ile genç kafalarımıza yerleşen apaçık bir bağ kurmaya çabaladı. Acaba edebiyat sinemanın içine ne kadar yerleşebilirdi ve ne kadar yerleşmeliydi?

Bir senaryo imgesel ayraçlarını edebi tasvirler üzerinden kurmaya çalışmaz. Senaryo her anlamıyla bir taslak; bir tümdengelim ön hazırlığıdır. Yani aslında bir senaryo; iyi bir roman olabilecek haldeyse o artık sanat dalını değiştirmiş yazım sanatlarının içine dâhil olmuştur. Bu durumda hiç dokunmadan kameraya kaydedilmiş bir edebi eser ancak edebi sözcüklerin teknik bir cihaz ile depolanması anlamına gelir.

Hollywood işin ticari tarafını düşündüğü için; okuyamama alışkanlığının en büyük çözümü kolay okunan polisiye romanları hızlı bir şekilde kameraya kaydeder. Çünkü edebi olarak satan ve görevini tamamlamış bir eser bir miktarda sinemadan kazandıracaktır. İşte kafalarımıza yerleşmiş öyküleme ve edebi tasvirleşme bu mantık çerçevesinde sinemanın kendisini ele geçirmiş ve bizi gerçek sinemadan alıkoymuştur.

Melekler ve Şeytanlar; edebi eser olarak kolay okunabilen rahat bir kitaptır. Küçük birkaç değişiklik ile resmedilmesi de kitabı okumayanlar için kolay, soluk soluğa izlenebilecek bir film halinde sunulmasına sebep olmuştur. Güçlü oyunculuk ve iyi müzikler ile film teknik anlamda da görevini tamamlamıştır.

Sinema temeli ne yazık ki asla bu değildir. Her zaman Hollywood filmlerini izlemeyi; kendime işim için bir miktar gaz depolamayı sevmişimdir. Seviyor olmam; bu işi yapacağım anlamına gelmez. Seviyor olmam ve izliyor olmam da; bunun iyi bir sinema eseri olduğu anlamına gelmez. En iyisi mi sizde sinemanın ne olduğunu bu filmi iki kere izlemek yerine birazcık araştırıverin.

Mehmet Emin Yıldırım

meyproduction@gmail.com