
Klasik anlatıları yık, düşünceler arası bağlantılar kur, her fikri tüm genişliği ve bağlantıları ile düşün, tüm sistem üzerine "paranormal" araştırmalar düzenle. Sonuçta; ya Ezberlersin ya Sorgularsın...
27 Şubat 2012 Pazartesi
François Truffaut- Les Quatre Cents Coups (The 400 Blows) (400 Darbe)

25 Şubat 2012 Cumartesi
Derviş Zaim- Tabutta Rövaşata

Bela Tarr- Karhozat (Damnation) (Lanet)

23 Şubat 2012 Perşembe
Ingmar Bergman- Scener ur ett Aktenskap (Scenes from a Marriage) (Bir Evlilikten Manzaralar)

Ingmar Bergman- Hour Of The Wolf (Kurt Saati)

Darren Aronofsky- Requiem For A Dream (Bir Rüya İçin Ağıt)

Ingmar Bergman- Höstsonaten (Autumn Sonata) (Güz Sonatı)

Lars von Trier- Dancer In The Dark (Karanlıkta Dans)

Steven Spielberg- War Horse (Savaş Atı)

Alejandro Gonzalez Inarritu- BIUTIFUL

21 Şubat 2012 Salı
Bela Tarr- Werckmeister Harmoniak (Karanlık Armoniler)

16 Şubat 2012 Perşembe
14 Şubat 2012 Salı
Kim Ki-Duk- Bin jip (Boş Ev)
Boş Ev (2004) - Beyazperde
Zen geleneği, yaşam sürecindeki zıtlıkların farkına varılması ve bu zıtlıkların bilinçli bir şekilde tek bir duyguya aşkınlanması için uygulayıcısına her öğreti gibi belirli yöntemler (metodoloji) verir. Kim Ki-Duk bu filminde; olay örgülü bir öykü olarak belirli bir hüküm (yasa) altına girmeyen, farklı deneyimler için farklı evlere girmeye yeltenen bir genç adamdan bahsediyor. Bu adam bir yöntem adamı... Bu genç adam; temel nedeni zihnin duruluğu- zihnin boşluğu (Boş Ev), zihnin varlığını sağlayan dil problemini aşma olan bir sessizlik yeminine adım atmış. Zihnen enerji harcamıyor. ( Düşünce- Konuşma). Bir olgu ya da şey hakkında yargıda bulunmadan, yargıda bulunabileceği bir sabitlik oluşmadan o şey veya olgunun kendisinden uzaklaşıyor. Bu adamın zihni durgun gözüküyor ve doğal olarak da bedeninin de sabitlenmesi gerek. Çünkü zihniyle harcayamadığı enerjiyi (kendisini) bedeniyle, golf topuyla dışavurmak zorunda... Hapse giriyor, hapiste hayali golf topu (bedene özdeşliği) elinden alınıyor ve böylelikle son tuzağı da atlıyor. Artık hafif, artık rüzgar gibi nedensiz. Kütlesizleşmeye başlıyor gitgide. Ve özetle son olarak da kadınıyla birlikte "0" kilogram tartmaya başlıyorlar... Aslına bakarsanız, Uzak Doğu toprakları bu filmin hikayesine benzer birçok menkibeyle doludur. Bu hikayeler, metaforiktir, simgeseldir. Simgelerin kendileri, simgelerden yararlanan birey tarafından yeniden deneyimlenmeli ve zamanına göre farklı simgelerle yeniden anlatılmalıdır. Ama bu film ve "hakikati" dramatik olarak anlatmaya yönelik bu tür filmlerde büyük bir sorun görünür. Bu sorun en derininde, "dil" sorunudur. Hikaye iyi anlatılabilir, hikaye anlatmak zihinsel bir yetenektir çünkü. Lakin "hakikati" anlatmak için, hakikatin stabil bir halini deneyimlemek zorundadır hikayeci. Yani simgesel anlatı, anlatan kişinin deneyimsel hayatına katılmak zorundadır. Yoksa anlatılan entelektüel bir dedikodu olmak zorunda kalır. Kim Ki-Duk için de geçerlidir bu. Hikayelerini anlatmak için, dramatik gelenekten (olay örgülü öykü) yararlanır, onun kurgu ayraçlarını, jest devinimlerini kullanır. Ama hakikat, siz hakikatı anlatmaya başladığınız anda kaybolur. Hakikatin kendisi, yani suretleri her "an" devinim içerisindedir. Hakikati, klasik kurguyla genel plandan, orta plana anlatmaya çalıştığınız anda, seyircinin bu iki plan arasında gerçekleşen sürece katılımını engellemiş olursunuz. Yine yani, hakikat ancak bir deneyim süreci olarak seyirciye imgeler aracılılığıyla hissettirilebilir ve teknik anlamda gösterilemez. Mesela; kadın ve erkeğin son planda tartıya çıkmaları, yönetmen tarafından bir metaforun seyirciye dikte edilmesidir. Çünkü sabit ve yakın planda kurulan bu imge bütünlüğü, seyirciyi gördüğü şeyin dışında bir deneyim sürecinin içine itmez, aksine yönetmenin anlattığı metaforun kendisini aynen (zihinsel) düşünmeye zorlar. Bu plan, kadın ve erkeğin tartıya çıkarken genel plandan başlayarak tartının sayı değerlerine doğru yavaş bir track-in (kaydırma) hareketiyle verilseydi eğer, seyirci o yavaş hareketin anlatıya kattığı dinamizmle kendinde (öznelinde) bir yorum yakalayacak, ayrıca yönetmenin işaret ettiği bütünlüğü de zorlanmadan hissetmiş olacaktı. En kısaca arkadaşlar, hakikatin sabit simgesel bir dili olamaz, hakikat ancak dil (sinema) sınırlarının zorlanması ile seyirciye yakalattığı deneyimlerin, sezimlerin kendisinde, kendisini ifade eder...
9 Şubat 2012 Perşembe
Abbas Kiarostami- Kirazın Tadı (The Taste of Cherry)

7 Şubat 2012 Salı
Krzysztof Kieslowski- Przypadek (Blind Change) (Kör Talih)

David Fincher- The Girl with the Dragon Tattoo (Ejderha Dövmeli Kız)

1 Şubat 2012 Çarşamba
A Dangerous Method- David Cronenberg
Seks İlişkisi

"A Dangerous Method" ismiyle imdb kayıtlı filmimiz Kanada'da "The Talking Cure" ismiyle biçimlendirilmiş, bizim memleketimizde de "Tehlikeli İlişki" olarak...
Temelinde ne var bu film isimlendirmenin!
Psikanaliz, direkt olarak insanın kendi (!) ve içinde bulunduğu toplumuyla olan ilişkilerini konu alan bir bilim dalıdır, bu kısımda bir kusur yok, yalnız; Cronenberg'in neden " Tehlikeli Yöntem" (Metot) ismini filmi için seçtiğini azcık düşünelim...
"Tehlikeli İlişki" ismi filmin ticari başarısını öne çıkartan, seksüel içeriği filmin kalbine yerleştiren bir isim. Bu isim afişte Keira Knightley'i gören seyirciyi, "bu filmde birkaç seks sahnesi vardır" kodlamasına itmekte. (?)
Dikkat edin, Temel İçgüdü filmi ve ardındaki televizyon kültürümüzün son dönem dizileri zihinlerimize ne tür bir "İlişki"kavramı yerleştirmiş. "İlişki" kesinlikle kadın-erkek arasında olmalı, toplumun ahlak yapısının dışına çıkan bir kaçamak sayılmalı ve de arzularımızı doyurmalıdır.
Öyle midir?
İlişki toplumsal mıdır!
Bir şey veya olguyla başka bir şey ya da olgu arasında kurulabilecek bağ (iliş), zihinseldir. Mesela aşk (ışk) nasıl bir ilişkidir zihinsel midir, "aşk" bir ilişki midir, aşk kurduğu bağını zihinsel olmakla sınırlar mı?
Matematiksel düzeyde ilişkiyi =
(eşittir), büyüktür (>), küçüktür (<) kavramları
arasından kurabiliyoruz. Lakin aşk için büyüklük, eşitlik söz
konusu olabilir mi! Büyük olan kimden büyüktür ve dahası eşit
olan kime eşittir. Eşitlik hangi düzeydedir.
Aşk zihinsel yaklaşımları kırmaktadır.
Aşk gibi bir bağ çok tehlikelidir. Hem bağın kendisi hem de yöntemi insan egosu için gerçekten tehlikelidir.
...
Hafiften sorguladığımız film ismi ve Türkiye sinemaları karşılığı aslında derininden baktığımızda filmin karşıt karakteri Freud'un insanlık üzerindeki tahliline, tahlilinin üzerimizde oluşturduğu ezbere de güzel bir gönderme yapıyor.
Evet; seksüel kimlik oluşumu (cinsel enerji yönü) gözünden incelenen insan; her şey ve şey olmayan şeyleri ilişkisel olarak "seks" kavramına bağlamaktadır.
"Tehlikeli İlişki"; tehlikeli olan cinsel bir ilişkinin nitelenmiş film ismidir ve bizim gibi cinsel anlamda bastırılmış toplumlarda neredeyse bütün ilişkiler "seks" içereklidir ve sadece ilişki olarak bile tehlikelidirler...
Acaba dini açıdan kücümsediğimiz, o batı ülkesi "Kanada" "The Talking Cure" ismini bu filme neden atamıştır. (Working Title) Yönetmenin kendi düşüncesine en yakın film ismi; "A Dangerous Method" olmalıdır; ama neden film ismini aynen bırakmayıp, "Konuşma Tedavisi- Konuşarak Tedavi" gibi filmi destekler anlam yüklemişler bu adamlar.
Sherlock Holmes'in dediği kadar var di mi! Anlam Çıkartma Sanatı her yerde iş görebiliyor, en azından istatiksel olarak...
Bana film ismini söyle sana hangi toplumda yaşadığını söyleyeyim!
Carl Jung vs Sigmund Freud
Jung filmde de gördüğünüz üzere; her analistin ilk başta olması gerekli olduğu gibi Freud'cudur. Çalışmalarına Freud'un öncelik ettiği, konuşturmaya ve konuşmaya (!) dayalı tedavi ile yön vermeye çalışmıştır.
Yalnız; Jung'un Otto Gross'un teşvikiyle yöntemden uzaklaştığı bir nokta var burada:
Freud; hastasının yüzünü görmesini istemez, tek ve istisnasız, her insana uygulanabilir bir nesnel gerçekçi yöntem uygular. Kendi konuşulanların dışında kalmalıdır, kendisini (ego) bir yöntem yürütücü patron olarak dışarda tutmalıdır.
Bu klasik yöntem, doktorun; hastanın deneyimlerine katılmasına izin vermez. Bilimsel (zihin) olmalıdır, analitik kalmalıdır. Bu şekilde, hasta ve doktor birbirinden ayrılır ki; hasta iyileşebilme potansiyelini kendi gibi hasta olan bir doktor yüzünden kaybetmesin.
İşe yaramadığı söylenemez, bu yöntem toplumsal uyuşum sorunları anlamında çoğunlukla başarılıdır.
Peki...
Jung gibi bir hastanız olursa ne olur! Yani aslında sizin zihinsel olarak aşamadığınız bir noktaya kadar gelmiş çatmış bir hastayla karşılaşırsanız.
Yani sizin tedavisini gerçekleştirebileceğiniz bir arzusu olmayan (!) sizinle aynı noktada tıkanmış bir adamla karşılaşırsanız.
Ve bu adamın sizin kendinizde (ben olan ben) farketmediğiniz bir oluşun peşinden gittiğini düşünürsek.
Ne yaparsın Freud! Hastan doktor olmaya doğru gidiyor, sen ilişkisel düzeyde doktor eşitliğinden hasta eşitliğine, hatta küçük eşite doğru savruluyorsun.
Ne yaparsın!
Yakıp söndürdüğün sigaralar (alışkanlık) seni kurtarabilir mi?
Nevrotik tavırların!
Mütevaziliğini korumak amaçlı oynadığın oyunların!
Hastanın kendisine, deneyimlerine katılmanın senin egonu ne kadar incittiğin farkında olur musun!
Hastana "aşık" olur musun!
Bu aşk, bedensel anlamda kendini cinsellik (libido) olarak ifade eder mi?
Bilimsel kalmanın bilim tarihine etkisi yadsınamaz. Her şamancının, büyücünün bilim adamı olmaması insanlık için büyük bir avantajdır. Ama söz konusu insan, psi olduğundan analitik zihnin de çıkmazları olması kaçınılmazdır.
Antik Yunan, kabaca physic (madde) ve psi (zihin) ayrımını yapmıştı.
Biz şimdi "psişik" kelimesini ruh ve zihni birbirinden ayırmak için kullanıyoruz. (Para- Psi)
Ama insan bu kadar kolayca kavramlara ayrılabiliyor mu?
Jung; gibi hastana hiç kimseye olamadığın gibi aşık da olabiliyorsun!
...
Jung'u, Freud'dan ayıran en önemli nokta; Jung'un hasta- doktor ilişkisini birey (dost) ilişkisine döndürmesi ve her hastasına (dost) kendi bireysel deneyim noktasına ulaşması için yardımcı olmaya çalışması olarak bakabiliriz.

Jung, tehlikeli bir yöntem kullandı. Kendisinin karşıdakinde kaybolmasına zemin hazırladı. Hastasını yüz yüze tedavi etmeye başladı.
Jung; hastasını karşısına aldı, onunla üzüldü, onunla sevindi, kendi hastalıklarını kendi hastası üzerinden görmeye çalıştı.
Zor oldu, aşık oldu, acı çekti ama bu yolu ona önemli bir kapı oldu...
Cronenberg
Jung'u anlatmaya çalışan bir sanatçı (bilinçli tercih), bir de Jung'tan yana olduğunu anlamlandırabilirsek, Jung'u gibi olmaya meyilli ya da Jung'un kendisi gibidir.
Bu biraz sezgisel bir anlatım oldu ama ne demek istediğimi anlayabilirsiniz!
Tarkovski, Rublev'i anlattı, Rublev gibi, anlattığı Rublev gibi buldu kendini.
Kendi ilkelerine sadık olan bir yönetmenin (!) olay örgüsü kurmaktan yana bir öykü anlatmak istediğini sanmıyorum. Filmin dramatik gelenek dışında kalan bir biçimi yok ama yönetmenin birkaç önemli tercih ile Jung'un Freud'u aşan noktalarını vurguladığını belirtmek zorundayız.
Yani yönetmen; bir Martin Luther filmindeki gibi salt belge sunmaya çalışmamış. Evet bir belge sunmuş ama Jung'un hayatından seçtiği kesitleri kendine göre yorumlamış ve yaratıcılık ilkesine adım atmış.
Dramatik gelenekten çıkmadan bireysel bir anlatımın bulunması çok zordur, ama yine de Cronenberg'in elinden geldiğince duvarlara tosladığını görmek beni sevindiriyor.
Salt bir belgesel değil izlediğimiz, beni yazmaya iten de bu zaten.
Jung'un Spielrein (Keira)'in kucağında ağlaması bilinçli bir tercihtir. (Ego Erimesi)
Freud ile anlaşmazlığın oluşması; Freud'un kendisinden (rüyasından) bahsedecek kadar cesur olmaması noktasından açımlanmıştır.
Jung'un en önemli hastasıyla kurduğu ilişkinin (aşk) yine Jung tarafından "pırlanta" olarak nitelendirilmesi önemlidir.
Jung'un son sahnede tek başına fotoğraflanması, acı ama gerçek (hakikat) yoluna tek başına dalması tercihini vurgulamaktadır.
"Sadece yaralı bir doktor iyileşmeyi umut edebilir" diyerek aşk acısını ilahi olana (aşkın- bütün) bir araç olarak kullanması önemlidir.
"Süreç içerisinde hasta ile birlikte hasta olmak" üzerine bahseden Spielrein'in sözleri önemli yönetmen tercihleridir.
...
Ya işte; Jung ve Freud tercihi zorunluluğunda; Cronenberg'in kimden yana olduğunu gördünüz.
Yazı yazan, film çeken, resim yapan, dua eden kişi kendini tedavi ediyordur. Bilinçaltını, bilinçli alanın dışındaki bastırılmış, yönlendirilmiş enerjiyi harcayarak bilinçli bir deneyim haline getiriyordur.
Aslında; sanat yapan ego (yapmaya çalışan), Jung'un yaptığını yapıyordur. Ego kendini, sanat (hasta) ile aşkınlamaya çalışıyordur. (İlkesine Sadık Sanatçı)
Tüm ego bütünlük içerisinde aşkınlanırsa, tüm bilinçaltı bilinçli eyleme dönüşürse o zaman ne olur!
O zaman sanatçı nedir?
Jung ve Şems, Jung ve Mevlana, Jung ve Buda ne tür bir ilişki kurabilirler.
Bunları üzerine düşünmek üzere sizlere bırakıyorum...
01.02. 2012
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)