Klasik anlatıları yık, düşünceler arası bağlantılar kur, her fikri tüm genişliği ve bağlantıları ile düşün, tüm sistem üzerine "paranormal" araştırmalar düzenle. Sonuçta; ya Ezberlersin ya Sorgularsın...
9 Şubat 2012 Perşembe
Abbas Kiarostami- Kirazın Tadı (The Taste of Cherry)
Bir müslüman toplum üyesinin intihar etmesini beklemek, eşeğin suya gidip geri gelmesini beklemekle eşdeğerdir. Eşek geri dönene kadar intiharı aklının ucundan geçirmiş -sunne veya şia- toplum üyesi müslüman kardeş, bir şekilde inanç (iman değil) öğelerine kahvede, yolda yürürken ya da denk gelen bir fakir derviş tarafından geri döndürülecektir. İntihar eğilimli kişiler genellikle maddi anlamda zengindir ki; müslüman toplumların tarihte birkaç güzel dönem haricinde zengin oldukları da görülmemiştir. Zengin olacaksın ki, arzulayacağın hedefin, maddi ve manevi isteklerin bitsin, geriye koca bir boşluk kalsın. Yoksa otobüs kuyruklarında, aç- susuz bekleyen güzel müslüman kardeşimin ulaşacağı maddi ve manevi amaçları için zamana ihtiyacı vardır. O kolay kolay intihar edemez… Abbas Kiarostami’nin karakterini, biraz zengin, ayrıca şehirli ve entelektüel düzeyde gelişmiş bir üyeden seçmesi de bundandır. İşte en büyük hata da burada bence, film (Bedii) karakterinin intihar etmek istediğini söylediği anda filmin tüm büyüsü bozuluyor. Hayır bu adamı öldü bile gösterseniz filmin sonunda, yine de birçok müslüman seyirciyi inandıramazsınız… Neymiş o zaman doğu toplumu için batı öyküsü tasarlamak yalnızca entellektüel bir panaroma yapmaktan öteye geçemezmiş. Eğer ki, son yaşlı derviş amcamız arabada nasihatlara başlamasaydı ve Bedii; bana iki taş at da uyandır triplerine girmeseydi filmde; birazcık zeka kıvılcımı hissedecektik ama ne yazık… Bu filmlere olan büyük bir saygı var sinema seyircisinde ve bu saygının sinema için büyük bir bela olduğunu düşünüyorum. Burada, yani bu filmde, Kirazın Tadı yok arkadaşlar, Kirazın Tadı’nı aldığını sanan bir bilmiş yönetmen var. İçinden geçtiğim için biliyorum, içinden dışına çıktığım için iyi biliyorum, bu şekilde bir anlatı, seyirciye kendi izlenimini konumlandıracak bir alan bırakmıyor. Ve sinema ve hatta Türk Sineması, bu şekilde filmler yapmayı sanatın eşiğinde olmak ile özdeşleştirir durumda. Burada karşılaştığı kiraz, dut, güneşin batışı, ay ışığı gibi güzelliklere hayran bir göz yok, her zaman hayret dolu bir sevinç ile (iman- inanç değil) etrafı tarayan bir gönül yok. Burada ezbere bulduğu söylemlerin, doğruluğunu gizliden de olsa dayatan entelektüel bir bağnaz var. Bu noktaya dikkat edin. Tek bir görsel dinamik sizi hissetmeye itiyor mu, yoksa sizin yerinize hisseden bir yönetmen mi var başınızda. Özdeşleşmeyi (Dramatik Gelenek- Sinema Dili) belgesel- (film çalışanları) kurmaca dinamiği ile yıkmaya çalışsan da; çaresizsin Kiorastami. Doğunun hissiyatını severim, ama yanında Batının sorgulayan aklı da bulunursa…
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder