23 Şubat 2012 Perşembe

Ingmar Bergman- Höstsonaten (Autumn Sonata) (Güz Sonatı)

Bergman bilinçaltıyla yüzleşmeye cesaret edebilen ender yönetmenlerdendir. Bergman’ın filmlerini de Tarkovski’nin çok sıkça bahsettiği gibi bir dua (terapi) eylemi olarak görebiliriz… İnsan eksiksiz bir bütün olarak var olur, ama ilk safhada kendini tanımlayabilecek, kendine kendinden bakabilecek bir yeteneği olmadığı için dışarıdan (çevre) kendini ve çevresini tanımlamaya yönelik yöntemleri ödünç alır. Böylece insan; toplum tarafından ödünç aldığı kendinde olmayan “dil” ezberi sayesinde bütünlüğünden taviz vermek zorunda kalır. İfade etme zorunluluğundan dolayı kişinin toplumun yön verdiği “ben” algısıyla kendi deneyimsel, kesintisiz “ben” algısı birbiriyle çelişmeye başlar. İşte bu çelişkiyi yaratan ateşli kişisel arzular (olmak ya da olmamak), bireysel deneyimler ile dışarı vurulduğunda (eylem) artık etkilerini yitirirler, çünkü birey bu arzunun temelinde kendisine ait olmadığının farkına varır. İnsan, su içerken, su bileşiğinin tadına bakarken, başbakan arzusuyla yanıp tutuşuyor olabilir, başbakan olma yöntemlerini düşünüyor olabilir. Yalnız; bu işin hakikati insanın su içiyor olduğudur ve o an su içmek o insanın olabileceği en yüksek bilinçlilik halidir. Yani başbakan olma arzusu ile toplum tarafından doldurulmuş insan, su içtiği sırada; başbakan olmadığı halde bir başbakanın parti toplantısındaki gibi iç konuşmalar yapıyorsa, hem başbakan olamadığı için problem yaşıyordur, hem de kendi hakikati su içme eyleminin bütünlüğünü, zevkini ıskalıyordur. Dua eylemi, eyleme dönüşme noktasında tıkanma (büyük prodüksiyon) gösterebilecek bir arzunun tekrarı ve onun kendiliğinden kaybolması için bir ön hazırlıktır. Bergman’da filminde, kendinden büyük yaşta bir modern kadınla (büyük ihtimal anne) olan problemleri ile yüzleşiyor. Ona; daha önce söyleyemediği bastırılmış fikirlerinden bahsediyor. Seyirci ile dertleşerek, bilinçaltındaki anne ezilmişliğini dışsallaştırıyor. Filmleri ile dua ediyor işte… Autumn Sonata filmi içeriği çok ince düşünülmüş ayrıntılarla dolu. Önemli sözler ve büyük deneyimler barındırıyor içinde. Lakin Bergman’ın dualarının (film) Tarkovski’nin dualarından en büyük farkı güçsüz biçimleridir. Bergman mono-dia-logos (dialog) eylemlerine (söylem bazında dil) o kadar fazla yönlenmiş durumdaki, anlatımının biçiminde aceleci tavırlar göstermek zorunda kalmış. Bir çok sahne, konuşmanın devam edebilmesi için acemice (Bergman gibi bir yönetmene göre) planlanıyor; çünkü Bergman’ın söylemek istediği, içinden atması gerektiği birçok duası var. Film yönetmeni, bilinçaltını ne kadar hızlı dışşallaştırırsa o kadar çabuk sanat eylemine yol alır ki, kızın son mektubundaki monologlar bunun açık bir göstergesidir. İki modern kadın, birisi su içmeyi bırakıp dünya kurtarma derdine düşmüş, diğeri de su içerken kendi içine yolculuğa başlamış. İkisi de su içmeye çalışıyor, lakin annenin kızı su içme eyleminin farkındalığını yaşamaya çalışırken, anne su içtiğinden bile habersiz, o güzelim suyu yerlere döküyor…

Hiç yorum yok: