10 Ocak 2012 Salı

Aleksandr Sokurov- Solntse- (The Sun) (Güneş)


SUNLİGHT

Fotografi; ismi kendinde foton (dalga- parçacık) ile grafik hazırlamak demektir. Işık ışınlarının sabit hızına verilen tepkiyi ayarlarsınız. Ya Absorve, ya Reflect, ya da Trans (ART) edeceksiniz. Hazır bulduğunuz güneş sistemini kendi duygusal- düşünsel yetileriniz yardımıyla eksilterek (kadraj), cihazınızın depolama aygıtına kaydedeceksiniz.

Sokurov; The Sun filminin hem yönetmeni hem de görüntü yönetmeni. Peki filmi izlemeye başladığınız anda klasik fotografi kurallarının size ne kadar uzak geldiğinizi görebildiniz mi. En nihayetinde; Altın Oran (1,61...) bakış boşluğunu, ve göğüs altı planlarda baş boşluğunu klasifiye eden bir değerdir.

Peki siz bu Japon Eksalanslarının yakın planlarına göz attınız mı!

Ya da yemek getirme sahnesine.

Gözünüz ne kadar da garipsedi değil mi kadrajı. O ne kötü bir çerçeve kurmaktır öyle dediniz...

Filme başlar başlamaz, gerildiniz, eksik bir şeyler olduğunu düşündünüz.

Aslına bakarsanız; ben yapmış olsaydım bu çerçeveleri bana görsel okuma yazması olmayan bir adam gözüyle bakacaktınız, ama Sokurov gibi Tarkovski müridi bir adamın bu çerçeveleri fotografiden bihaber yapmış olacağını kimse düşünmez.

Ee olay da zaten böyledir.

Yönetmen sizi; güneş ışınlarına verdiği anarşik tepkiyle anlattığı karakter ve olgudan (olay örgüsü) dışarıya itiyor. (Özdeş kırma) Hep söylediğimiz gibi sizi düşünsel olarak (duygusal olarak değil) anlatacağı şeylere hazırlıyor.

Bir de ilk sahnedeki, plan değişimine bakın. Yemek tepsisine, genel plandan bir geçiş var ki evlere şenlik. Melies'in , Keaton'ın kurgu geçişlerine benziyor. (Dissolve Efekt)

Bir de white balance (beyaz dengesi) ayarına, düşük pozlamalara (exposure- grain) dikkat edin.

Şimdi düşünün:

Bu Sokurov nasıl bir " The Sun" tasviri yapmaktadır.

İMPARATORUM

Fiziksel bir özür olarak imparatorumuzun tikleri var. Öyle hazıra konmuş ki doğduğundan beri kapı bile açamayacak hale gelmiş. Yürüyemiyor çoğu zaman. Yavaşlamış, vurdumduymaz tavırlara sahip.

1924'de gerçekleşen Amerika- Japonya gerilimini Pearl Horbor ve atom bombası olaylarına bağlıyoruz. Cephe almak istiyoruz doğal olarak, çünkü 2500 senelik Aristo determinesi (belirlenim) bizi iki değerli (var-yok, parça veya dalgacık) mantık oyunlarına itiyor. Bu japonlar temiz adamlar, suçsuz efendim bunlar, ya da Amerika bu adamlara biraz insanlık öğretmiş, iyi de olmuş triplerine girmek niyetindeyiz.

O klasik mantığınız ne diyor?

Böyle yalı çapkını bir imparatorun yönetttiği ülkenin zaten bir derse ihtiyacı var mıydı?

İmparatorunu Tanrı olarak gören bir memleketinin biraz sarsılmaya ihtiyacı var mıydı?

Ne diyorsunuz?


İmparotorun da kabullendiği o Japon benliği, doğru düzgün bir hazırlık yapmadan savaşa girerek yanlış mı yapmıştır?

Amerikanın sözde sosyal hiyerarşisi, Japon monarşisini dağıtarak iyi mi etmiştir?

Yoksa film bunların dışında kendi bireyselliği ile var olmaya çalışan bir bilim adamı, çocuk babası, mesleği imparator Japon vatandaşından mı bahsetmektedir?

Neyse...

Ama bu istikametteki filmler için; teknik ve estetik yorumlamalar dışında, içerik üzerine manipule edici tanımlamalar yapmak okuyucu ezbere itecektir.

Ne anlıyorsanız kendinize...

Ama iyi bir cevap almak istiyorsanız, iyi sorular sormak zorundasınız.

Usta Tarkovski

Bu noktada Sovyet Ekolünün devamı niteliğinde bir sinemacıdan bahsediyoruz. Lakin; bir akımın başlangıcı olarak, ya da felsefi bir oluşumun gündeme getirilmesi bakımından Tarkovski'yi kategorize etmek imkansızdır.

Mesela; Yesevi, Bayram Veli, Bektaş Veli, Şems, Taptuk, Yunus Emre biçim olarak benzemese de içerik olarak aynı noktaya temas eden bir ekol oluşumudur.

Dil (Edebi Anlatı) farklı kullanılıyor olsa da, mertebeler kimi zaman fak oluşturuyor olsa da, bilinç aynı teklik üzerinden hareketle açımlama yapmaktadır.

Ama Tarkovski bir Eisenstein, Pudovkin, Vertov, Dovjenko içeriğine sahip değildir!

Ve Sokurov da bir Tarkovski içeriğine sahip değildir.

Çünkü bir sanat dalı (yani duygusal- düşünsel- bedensel ifade biçimi) ego (zihinsel kimlik) düzeyindeki bilinçaltı arayışında en büyük arzu olarak Tanrıyı arzulamak temeline oturmaktadır.

Siyasi devrim, para, pul, şöhret, bilimsel devrim, iktidar Tanru arzusu yanında (Tanrı olmak ya da Tanrıdaki Varlığı Bulmak) hiçbir şey ifade etmez. Niceliksel olarak da değersizdir.

Çünkü Tanrı arayışı bütünsellik arayışıdır.

Bu yüzden Tarkovski'nin en büyük sinema sanatçısı olduğunu söyleriz. Arzusu büyük çünkü adamın...

Peki sizce, Sokurov böyle bir eklemlenme çabasına, Tanrı arzusuna sahip midir?

Yani Tarkovski, Sokurov ikilisi bir ortak düzlem kurmuş mudur?

Tarkovski'nin müridleri Sovyetlerde değil de başka yerlerde midir?

Biraz bakalım lütfen...

10.01.2012

Hiç yorum yok: