24 Şubat 2011 Perşembe

The King's Speech- Zoraki Kral


Göz Aşinası
Öyle bol bol bakınca güzelim çerçeve doldurma işlemlerine gözünüz artık belirli bir estetik haz yakalıyor. Hani tamam fotoğraf çekip bırakmasın ama biraz da göz zevkime ayak uydursun diye geçiriyorsunuz aklınızdan…
Oskar yolcularının arasından öyle gözümü doyuracak bir şey çıkmayacak olsa da “düşük prodüksiyonlu” örnekleri de incelemek gerek diye düşünürüm. Karşısına geçmem için karşıtımın ne olduğunu iyi bilmem gerek derim ve bağımsız olmayı severim…
Düşündüğüm gibi; ilk sinemaya başladığımda da ben de böyleydim. Senaryomu kurar, her sahnemde “olay örgümü” “hikayemi” sonuca vardırmak için uğraşır dururdum. Kameranın nereye koyulduğuna önem veren yok tabii…
Genelden dış çekim, özele doğru orta plan, detay ile yakın plan. Aks atlama. Gözü bozma. Kafayı kurcalama.
Nuri Bilge’nin Mayıs Sıkıntısı’nın çitlerin üstünde baba- oğul konuşmasına dikkat edin. 180 dereceyi nasıl da oynatıyor. Nasıl da göz kalmıyor adamda. Bozuyor aksınızı…
Ödülsüz mü bu adam şimdi.
Yaa; işte Hollywood iyi hikayeyi bulmak için uğraşa dursun.
Otör sinemacıların bazıları da kopyalarından resim oluştursun…
Yapamaz da ölürsem; en azından “denedim” diyeceğim.
Peki sen ne diyeceksin Hollywood…
UZAKLARDAN GELEN SOPHAKLES
Ari ırkı; Mezopotamya’ya bağlamak için; bilimi ve doğal olarak büyük gelişimleri antik yunana bağlamamız lazım.
Avrupalılar onlar; Amerikada da yaşıyor olsalar, beyazlar, ariler ve klasikler…
Aralarında sistemi bozanlar var tabii.
Lakin sistemi bozmak için; bozulan sistemin içinden bir yönetmen çıkartmak gerekiyor. Bence Hollywood şu sıralar Türk Sinemasının gelişme evresini yakalamalı ve “küçük” bebelerini buralarda yetiştirmeli.
Söylememiştim değil mi?
50 yıllık sinemayı 60, 70, 80 kuşakları ile elimizde tutuyoruz. 2050 benim görebildiğim. Bir aksilik olmazsa…
1923′ten gelen ilk kuşağın, çocuklarının arada kalması yüzünden, ancak 60′lardan önemli gözde sanatçılar çıkartabildik.
50 sene boyunca Hititler’in Anadolusundan iyi sanatçı yetişecek. Hem de sinemacı, 8. sanatçı…
Peki bir ülkede sinema gelişirse; yani sanat çok ileriye giderse ne olur!
Yorum artık sizindir.
Ama antik yunana değil, daha geriye gidin lütfen…
SPEECH
Konuşamıyoruz.
Kral da konuşamadı.
Birisi Kral olmayı beceremeyecek kadar “bahtsız” bir göçmen. Birisi de konuşamayacak kadar şanslı bir soylu…
Tamamlanmak için birbirlerini beklediler.
Buldular, savaşa hazırlandılar. İngiltere ve Almanya’ya göndermeler yaptılar…
Kral; konuştu, konuşturan da KRAL oldu.
Büyük bir Şekspir krallığı kurdular…
Klasik olumlu öyküleme; giriş, ön yükselme, yükselme, ön düşme, düşüş ve yükselmeye dayanır.
Kralın eksikliği tanıtıldı. Giriş
Kral; sahte Doctor ile tanıştı. Ön Yükselme (Kurtardı şimdi dedik)
Buradan kavga ile ön düşmeye geçildi. İyice dikkat ederseniz; hikayede bir kopma, bir itme gerçekleşiyor burada…
Sonra barıştılar Yükselme ve yarı düşmeli yükselme ile bitirdiler…
Niye söylüyorum bunları!
Hani görselliği, sinema dinamiğini beğenmedim ama “hikaye de o kadar iyi anlatılmamış”.
O da tam değil…
Yoksa ben böyle yırtıcı Rocky filmlerinde hep ağlardım be kardeşim!
OYUNCULUK ve TANIMLAMA
Oyunculuk teorik bir altyapıya sahiptir. Her şeyin bir teoriği vardır aslında. Yani düşünüyorum;
Stanislavski, Grotovski, Brecht, Bergson olmadan da olur mu. Aktör stüdyoların sistemlerini düşünüyorum.
Yani hiçbir şey bilmeyen adam bir filmdeki oyunculuğa ne gözle bakar.
İnandırıcılıkla değil mi!
Yaptığınız rol; seyirciyi inandırır ya da baştan oyundan kopartır.
Sizi itse de sizi çekse de; rol inandırıcı ise oyunculuk tamamdır.
Hani okuyoruz ya; işte şu adam muhteşem oynamış, şu kadın harika, süper…
Adamın bütün sözleri bunlardan ibaret, öyle yazıyor.
Ama sen daha beni inandıramıyosun ki oyuncunun seni inandırdığını nerden bileceğiz…
Yine de sistem bellidir; nasıl bir atmosfer kurmak istiyorsunuz; oyunculuk da o sistem içerisinde değerlendirilir.
Bu yüzden; oyunculuk hakkında atıp tutanları affediyorum…
Sizin de sezgileriniz var değil mi?
Dip Soru: “Sezgileriniz bilinçli mi?”
YATAY OLARAK
Evet güzel bir konu. İşleniş de idare eder. Oturup, eski güzel hikayeleri dinlemek yerine göz atılabilir. Tarihi olurluluğu da var.
Ben dikey bakmayı hep sevmişimdir; dikey çerçeveler de hoşuma gider.
Yanlızca tek boyuttan bakıp sizi herkes gibi kandırmak istemiyorum.
Yatay olarak izlenebilir görüyorum.
Düşey olarak da “siyah- beyaz” .
Bu arada niyedir bilmem; yönetmen de bahsetmedim!
24/02/2011

Hiç yorum yok: