30 Ekim 2010 Cumartesi

Tarkovski- OFFRET (KURBAN) Üzerinden Sinema Öğrenecek Olan Adama Paylaşımlar -2

 Part 2 (22.33- 43 Dakika Arası)

Devam edelim efendim! Şunu belirteyim; bu yazı filmin içeriğin analizi değildir, evet şahsımca filmi analiz altına almaktayım ama; belirli bir sinematografik bileşim de kurmaya çabalıyorum. Yani filmin benim tarafımdan algılanan yorumlarından çok filmin sekansları arasındaki uyumu yakalamak gerekmektedir. Bu fikirler yeni bir film yapmaya çalışan arkadaşıma çok daha yararlı olacaktır.

Alex'in Victor'dan aldığı kitap ile başlıyor sahnemiz. Yönetmen yeniden bir fikir yumağını gösterilen resimler arasında sunmaya devam ediyor. "Dua, ne kadar saf ve çocuksu bir masumiyet" gibi yorumlar duyuyoruz.


Keza bu yönetmen fikrinin temel ışığı şudur: Belirli bir yapıyı, bir eseri, bir yazıyı ilk okumanız sırasında kendinize kattığınız bilgi taklit temellidir. Nasıl ki; sinema öğrenmek isteyen arkadaşımın sinema tarihini bilmeden," Devrim Sineması, Avangard Sinema, Dışavurum Sineması, Klasik Akım" gibi temel öğeleri işlemeden yola çıkması vahim olacaksa da; ilk başlangıçlar her zaman insanı kendine yakın bir öğretiyi taklit etmeye sürükler. Mesela; Eisenstein'in montaj teorisi üzerinde çalışmalarım sırasında 3-4 aylık bir süreç boyunca, farkında olmadan da olsa, tüm sinema ilgili yazı ve konuşmalarımda bu teorinin taklidini, en azından kanımca taklidini yapmış oluyor olduğumu gördüm. Yani ilk okuma, ilk değerlendirme ve bunu aktarma işi işin en kaba kısmıdır. Eğer gelişme isteği ve ilgi devam ederse; bir zaman sonra o ilgili kişiyi sinema tarihi ayrıntılarından çok, kendi fikirlerin orijanliğini ararken görürüz. Görmeliyiz de...

Bilgi alınır, uyarlanır, saflaştırmaya çalışılır ve arıtılır. İşte filmdeki saflık, çocuksu masumiyet budur.

En güzel örnekle: Montaj pratiği üzerine ders alan arkadaşımın tüm filmleri plan plan görmesi ve filmden sonra yorumunu buna göre yapması işte bu yüzdendir. Asıl makul yorum teknik ve içerik olarak sinema teorisi, kamera tekniği, ışık tekniği, montaj teori ve pratiği elementlerinin bir potada eritilmesi ve artık plan plan değil de bir bütün içinde değerlendirilen bir yapıya dönüşmesidir.

Buradaki saflık mefhumu; işte bu çoğu şeyi bilen, bunun farkındalık ile kendinde geliştiren ve bu farkındalığın gücü sebebiyle tüm esersel gelişimi yorumsuz olarak takip edip, makul bir yorumlamaya tabi tutanın sahip olduğu değerdir.

Resimlerin genellikle din figürleri içermesi ve resim sanatının Tarkovski için önemini yeniden görmüş olduk.

"Hiç hayatını boşa geçirdiğini düşündün mü?" diye bir soru ile pencere kenarından devam ediyoruz (Victor). Aslında bu soruyu soran birisinin kendi yorumlarını da eklemesi gerektiği aşikardır. Ama yönetmen tarafından minimal öykünün tek bir karaktere sunulması söz konusu olduğu için Alex bu soru hakkındaki düşüncelerini söylemeye başlar.

Alex; bu durum sorusuna karşın daha önce kendini bir takım sorgulamalara tabi tuttuğunu ama küçük çocuk (sessiz çocuk) doğduğu zaman bunları bir kenara koyduğunu söylüyor. Ama çocuk büyüyünce yeniden yavaşça aynı şeyleri sorgulamaya başladığını belirtiyor.

Burada, günlük hayatta insanı bağımlı kılacak öğeler sunulmakta. Kadın, çocuk, eşya ve diğer güç öğeleri kısacası bağımlılıklar anlatılmakta. Filmin tümünün bu bağımlık öğelerinden kurtulmak ile ilgili olduğunu söylesek abartmış olmayız sanırım. Mesela bu eğer manevi bir açılım içinde yerine koyulursa; masivadan (Allah dışında her şey) kurtulmak veya ona bağlı olmak ile birşey. Murid (irade gösteren) salik (seyr-ü sülük yolunda) tasavvufi yöntem bilimde kendini bağımlı kılacak her şeyden şuur boyutunda kurtulmak için bir takım çalışmalar yapar. (Uzlet burada önemlidir, Gandhi örneğindeki gibi)

Şimdi artık Alex karakteri fazlasıyla öne çıkmaya başlamıştır. Bakalım yönetmen ne tür bir bağımlılık yönteminden bahsedecektir.

Sinema pratiği değerlendirmesi olarak bu pencere başındaki sahneyi; mizansen kurulumu olarak iyi ele almalıyız. Victor ve Alex konuşuyor, Victor'un oturduğu yerin karşısına Alex konuşma ritmi ile birlikte (konuşmanın içe dönük kısımlarında) oturuyor. Evin kızı gelip etrafta dolaşmaya başlıyor. Bu sırada Alex'in eski bir tiyatro oyuncusu olduğunu öğreniyoruz. Richardcılar ve Budalacılar yeniden tabirleniyor. Evin kızı bu oyunları hatırladığını söylüyor.

Bu noktada yönetmenin bir diyalog bütününü devam ettirmek için; kızı neden sabit olan plana soktuğunu keşfediyoruz. Victor bu konuda devam etmiş olsa eğer; o zaman fazlaca bir zorlama olduğu görülecekti.

Evin kadını ilk önce sesiyle; herkesi kendine baktırıyor. Burada sesin önce gelmesi; plan değiştirilmesi için güçlü bir dinamik hazırlıyor.

Gizli bir ayrıntı olarak ise daha sonra da örneklerini göreceğimiz Victor arkadaşımızın evin kadınını görünce ayağa kalkması önemlidir. Dikkat buyuralım bu noktaya. Saygı duruşu olarak mı değerlendirmek gerekecek bunu.

Kadının başarıyı sevmesi ve Alex ile bu yüzden evlenmesi ortaya çıkıyor repliklerden. Alex'de yine bu durumu açıklamaya başlıyor. Burada bir "her şeyi bırakmak" meselesi var ki işin özü burada. Çünkü kadın bir başarı ve güç simgesi olan tiyatrocu Alex ile evlenmişti.

Sahne kurulumu olarak incelediğimizde evin kızını biraz önce sandalye çekip oturdu yerde, Victor'u başka bir yerde, Alex'i de kızı örtecek şekilde ayakta görüyoruz. Lütfen oyunculuklara dikkat edelim. Lakin söz olmadan, repliksiz bir şekilde oyun devamlılığı nasıl sağlanıyor. Evin kadınına iyice dikkat edelim. Sahne aşağıda...

Alex budala oyunundan sonra tiyatroyu bırakıyor. Bunun nedeni de oyun karakterine olan samimiyeti.

Oyuncu kimliğinin rölünün içerisinde erimesi. Budala rölünde acz faktörünü ortaya çıkartacak bir adam için gerçekten de ne zor bir şeydir. Budala hem başroldür, hem acz, acaba başrol olmanın yüksek egosal tatmini budala gibi oyun karakteri içerisinde eriyebilir mi. Ne kadar zor bir oyun değil mi? Yani burada bir nevi "ol" ma söz konusu. Bilinçli bir saklanma söz konusu.

Alex de bu işi yapamadığını söylüyor tabi, ve ayrılıyor tiyatrodan. Burada bir kadınsılıktan bahsediliyor. Günahı çağrıştıran bir şeyler vardı diyor bu oyunda...

Şimdi işte kadın, ego, erkek denklemine gelmiş bulunuyoruz. Müthiş ve zor anlaşılan bir denklem. Yaşanıp bulunması gereken bir nokta. Tarkovskiye gerici sıfatını yükleyen denklem. Ropörtajların bir tanesi (Şiirsel Sinema Kitabı) sırf bu konuyla ilgili. Okumanızı tavsiye ederim.

Bu konuda Adam filmimde ben de bir cümle kullanmıştım yorum yapmadan yazıp geçeyim. "Kadın sevginin varlığıdır, bilginin değil"

Evin kadını da konumuza denk gelen bir yorumla konuyu devam ettiriyor.

Hemen küçük bir planla iki hizmetçiyi görüyoruz. Maria (Evin Hizmetçisi) ki önemli figürümüz; "Adamcağızı öldürecek" gibi arada sözlere karışan bir söz söylüyor. Diğer hizmetçi kaçıp gidiyor ve Maria kadrajımızda karşımızda kalıyor. Maria önemini gösterecek ilerlerde...

Kadın eleştirilere, hep aynı sözleri söylemeye ve argo tabiri ile kafa şişirmeye devam ediyor. Ne kadar sürdü bu diyolaglar kim bilir ve kadardır sürüyor.

Otto'nun gelmesi sırasında Victor'un bu ülkeden gideceğini duyuyoruz. Lakin pencere kenarında duran Julia (Evin kızı)'nın yanındaki dolap kapısından birisi aniden açılıyor.

Victorun konuşmasıyla Julia'ya dönülmesi gizli bir ilişkinin işareti olabilir. Ayrıca rüzgar ile açılan dolap kapısı bir ayrılık simgelemi olabilir.

Yönetim sırasında bazı kontrol dışı şeyler olabilir ve siz bunun olmasına engel olmazsınız, belki planladığınızdan daha iyi planı ortaya çıkartırlar, lakin bu sahne öyle değil. Çünkü kadrajın sol altta kalan kısmında dolabın alt kısmı görünmüyor. Bu da çekim sırasında birinin alttan dolabı ittirdiğini gösteriyor.

Buraya yüklenebilecek anlamlar; yanlızca görüntü biriminin kullanılmasının örneklenmesi amacını temsil etmelidir...

Otto elinde koca bir haritayla geliyor. Avrupa haritası, orjinal! ve 1600 sonlarından kalma...

Tüm hediyeler entelekt kimselerden, entelekt bir kişiye geliyor. Doğal olarak konuşmalar da üst düzey bilgi birikimlerini sergiliyor dikkat ederseniz.

Hediye ve fedekarlık ile ilgili söylemler oluyor. Dediğimiz üzere bir hediyenin kavram olarak yerine oturabilmesi için, bir fedekarlık sonucu oluşması gerekmekte. Hediyenin değeri de yapılan fedakarlığa oranla değerleniyor tabii. Sigara da nasibini alıyor diyologlardan... Otto'nun eski bir tarih öğretmeni olduğunu duyuyoruz.

Gizli bir yükleme de olsa Alex'in karısının haritaya yiyecek gibi dikkatli bakan kocasına yaptığı kur; tüm hayatını kendine harcayan ve ihmal dolu bir adamın karısıyla olan ilişkisini de ortaya sunuyor.

Maria eve gitmek için izin istemek üzere odaya geliyor. Evin hanımı  emir üzerine emir ile karakterini betimliyor. Tatminsizlik söz konusu... Maria'yı yakın planda görüyoruz, ilerde karşımıza çıkacağını betimleyerek. Otto'nun komşusu olan Maria'yı betimlemesiyle, Alex'in Maria hakkındaki yorumunu duyuyoruz. "Çok tuhaf bir kadın" Evin Kadını da ekliyor: Bazen ondan korkuyorum"

Neden korkuyor. Manevi bilinçle bakan insan için önemli bir korku bu...

Victor ile evin kadınının bakıştığı bir plan var arada. Arkada gerçek ile ilgili konuşuluyor. Avrupa'nın eski haliyle ilgili diyolaglar var. Yorum sizlerin...

Gerçek, zaman ve Hamam Böceği örneği ile anlatılıyor. Evin Hanımı hamam böceğini duyunca hemen ürküyor. Konu ile alakasızlığını belirtiyor. Sözlerde "Hamam böceği bir tabağın etrafında dönüp dolaşıyor ve amacı olarakta ileri gittiğini düşünüyor." Bu da mekan- zaman duyumu ile ilgili bir fikir ve hamam böceği ile anlatılarak bir dayatma olmaktan çıkartılıyor. Hamam böceğinin ne düşündüğünü siz ne bilirsiniz? diyor Victor. "Bu belki bir rivayettir." Otto da "Olabilir, olabilir" diye tiye alır bir şekilde cevap veriyor. Haritayı taşımaya devam ediyorlar...

Tarkovski burada alt metin olarak; en temel sorulara ben, tanrı, yaratılış gibi kavramların özünden hareketle, felsefik- salt akıl yaklaşımları sunan kişileri "Olabilir, olabilir" diyerek; tamam sizinle konuşmuyorum, dediğiniz doğrudur mantıklı bir savuşturmaya itiyor. Anlamıyorsunuz çünkü...

Küçük Adamı aramaya çıkıyor Alex, kimse nerde olduğunu bilmiyor çünkü. Ottoya gelen sorulara dönüyoruz. Otto'da biraz önceki "Olabilir" ile bağlantılı olarak bir asker annesinin, asker ile ilgili akıl almaz hikayesini anlatıyor.

Bu sekansta; mizansen kurulumuna dikkat etmek gerekir. Otto çok hareketli bir şekilde hikaye anlatıyor çünkü. İsteksizce, anlayamayacaklarını düşünerek. Evin hanımı da küçük oğlunun kaybolması gerilimiyle hikayedeki anneyi eleştirmeye başlıyor ve aslında, ayrıntılarla ilgili konuşmaktan geneli nasıl da göz ardı ettiğini yakalıyoruz bir bayan figürü olarak.

Hikayenin bitimiyle o önemli çığlık sesi yeniden geliyor. Sürreal bir yapı bizi bekliyor demektir. Otto birden şaka gibi yere düşüyor. Nedenini ise farklı alemlerden yaratıklara bağlıyor. Tabii o kadar komik ki düşüşü; sürreal olan bir gerçeği! anlatması ve inandırması zor evdekilere. Şaka olarak algılıyorlar. Bu düşüşün de Otto'nun "hepimiz aslında körüz" cümlesinden sonra olması olayı şaka realitesine götürüyor.


Bakın şimdi; bu düşüşü şaka olarak görmek kesindir, çünkü ihtiyari bir düşüş bu. Ama Otto'nun burada bahsettiği diğer alem yaratıklarının Otto'yu düşürmedikleri ne malum!  Ne şaka olarak düştüğünü, ne de diğer bir nedenle düştüğünü kesinlikle kanıtlayamazsanız. İşte Tarkovski'nin denklemi burada...

Adam filmimdeki balık tutma sahnesi gibi; bu sahnenin bu filmin reel bir öğesi olup, olmadığını kanıtlayamazsanız. Yanlızca bir tercih yaparsınız!

Alın işte size "OLABİLİR"...

29 Ekim 2010 Cuma

Tarkovski- OFFRET (KURBAN) Üzerinden Sinema Öğrenecek Olan Adama Paylaşımlar -1

Tarkovski ve Sinema

Kanımca Tarkovski sinema sanatının en önemli ismidir. Maneviyata bilinçle açmış olduğu penceresi ve geliştirdiği görsel yeteneği ile sinemada önü kapanamayan, her zaman daha iyisine açık bir altyapı kurduğunu ve bunu daima geliştirmeye çabaladığını eserlerinden rahatça farkedebiliriz. En önemlisi Tarkovski kendi benliğinin ötesinde, - bir anlamda üstünde- bir varlığının ve bu varlık sayesinde hayat bulan varlıkların varlığına inanıyordu. Sanat; bu örnekle de bilinmelidir ki; sanata inanan kişinin; inandığı şeyler için olan fedakarlığıdır. İnanç; yönetmeni kendi kısır döngüsünün içinden çıkartıp, hem teknik hem de içerik olarak zenginleşmesine olanak sağlar.
Bu bahislerden sonra Offret (Kurban) filmiyle, sinema öğrenme çabasındaki arkadaşlara bir Offret haritası çıkartacağız. Bu filmin vasıtasıyla, film içindeki sinema argümanlarının ne derece önem teşkil ettiğine değinecek, doruk noktada gördüğüm sanatçının kendi yol haritasına göz atacak ve eserlerimizi oluşturmadan önce kullanabileceğimiz bir yapı hazırlayacağız.

Hayır Ola...

Sekanslar ve önemli gördüğüm ayrıntıları anlatacağım ve belki de bu yazı Offret hakkında yazılmış en kapsamlı yazı olarak tarih sayfalarında yerini alacaktır.


Kısa bir açılış yapalım:

Tarkovski son filmi Offret ile birlikte kanser hastalığı vesilesiyle alemini değiştiriyor. (1986) 1932 doğumlu kendisi. İlk kısa filmi "Ubiytsy'i (Katiller)" 24 yaşında iki arkadaşı ile birlikte yönetiyor. Sonra 26 yaşında "Bugün Mevzilerimizi Terkedeyemeyeceğiz (Segodnya uvolneniya ne budet)" adlı VGIK'ın 40. Yıldönümü (En eski sinema okulu) için  A.Gordon'la birlikte bir orta metraj çekiyor. Sonra okulun son senesinde 28 yaşında mezuniyet filmini "(Keman ve Silindir- Katok I Skripka )"  çekiyor.  Ve ilk uzun metrajını 30 yaşında "Ivan'ın Çocukluğu" ile başlatıyor.

34 yaşında "Andrei Rublev", 40 yaşında "Solaris", 43 yaşında "Ayna", 47 yaşında "Stalker (İz Sürücü)", 51 yaşında "Nostalji" bu arada bir de belgesel "Tempo Di Viaggio " ve en son 54 yaşında "Offret" ile hem hayata hem de film çekmeye gözlerini yumuyor.

Bir sinema öğrencisi için filmlerin analizinin dışında örneklenen yönetmenin hayat adımlarını da takip etmek zorunlu olmalıdır. O yüzden hangi yaşlarda hangi filmleri çektiğini ve hangi zaman aralıklarında hangi şeylerle meşgul olduğunu da bilmek bize kendimizi oto-kontrol etmek için olanak sağlayacaktır.

Son filmini bir doruk noktası seçiyor ve ona göre yol haritamızı çıkartıyoruz.

OFFRET ( KURBAN)

Jenerik: Önce müzik (Bach- Matthäus-Passion) ardından Leonardo'nun bir eseri ve akan yazılar.

Burada dikkati çeken ayrıntının Tarkovski'nin hayatı boyunca ilgisini eksik etmediği müzik ve resim sanatı olduğunu söyleyebiliriz.

Müzik ulaştığı dolayımsızlık ile (yani herhangi bir sanat aracının; sanat eseri ile kuralacak bağlantının arasına girmemesi) sinema için önemli bir araç olduğunu gösteriyor. Sinema da kullanılacak bir araç olmasından bahsetmiyorum, bir sinema eseri ortaya koymadan önce geliştirilebilecek farkındalıktan bahsediyorum. Müzik; tek başına sinemadan ayrı bir sanattır ve filmde görüldüğü üzere jenerik sekansı dışında salt olarak kullanılmayarak müzik ile sinemanın saf ayrımı yönetmen tarafından tekrarlanmıştır.

Müzik, bir sinema fikrinin başlangıcı -sanki ruh ile kurulan direkt bağlantı gibi- için ilham kaynağı olması ve bütün bir eser olarak da sanatın dolayımsızlığını ön plana çıkartarak, sanatın gayesini apaçık ortaya koyması yönünden incelenmelidir. Sinema öğrencisi için bu önemli bir hedef noktasıdır.

Bu jenerikte kullanılan resim ve müzik bir kanalize bağlantıyı da ön plana çıkartmaktadır. Yani jenerik sekansı da, bu uygulama ile filmin bütününe, filmden farklı değilmiş gibi monte edilmiş olur.

Resim Leonardo'nun Adoration of the Magi eseridir. "Büyücüye tapınma", film çevirisinde "Üç Kralın Tapınışı" olarak çevirilmiştir. Aşağıda resim görüldüğü üzere, diğer olası yorumları bilinç öğelerinize bırakıyorum, bu resim Meryem ve İsa modülüne ve ona içsel bir secde gösteren kişilerle ilgilidir.


  • Trier'in Deccal (AntiChrist) (Tarkovski'ye ithafen) için Tarkovski bağlantısı kurması ve oradaki üç kral temsili nereye işaret etmektedir bu da gören göz için önemlidir.
 Jenerik bitimine doğru, öğe olarak kamera tilt (yukarı- aşağı devinim) hareketi ile olgunlaşmış bir ağacı gösterir. Bu ağaç film için önemlidir ve aslında tüm film fikrinin esin kaynağıdır. Sonraki planda bu ağacın daha olgunlaşmamış, yeni ekilen halini göreceğiz.

Burada sinemacı arkadaşıma gereken şey; has resim sanatı eserlerinin hem görsel kompozisyon, hem öğe yerleşimi ve mizansen kurma, hem de persfektif oluşturma için ne kadar önemli bir yer teşkil ettiği bilgisidir. İyi düşünülürse sinema pat diye yukarıdaki bir gezedenden düşen bir sanat değildir. Olgunlaşması için resim, kopyalama resim, fotoğraf gibi öğeler ile bağlantı kurmuştur.

Yani kısaca iyi bir fotoğrafçı ya da sinema eseri yönetmeni için; kendine has bir deneyim süreci yakaladığı ressamlar ile kurduğu bağlantı sayesinde görsel yeteneğini çok iyi bir şekilde geliştirme aracı yakalaması söz konusudur.

Resimlerin, has resimlerin, mizansen kurulumları, oyuncu (figür) yerleşimleri, ışık ve efektif öğelerin etkileri ve kadraj (çerçeve) kurma mekanizmaları kesinlikle incelenmeli ve uygulanabilir, yöntemsel bir teknik ile geliştirilmiş bir bilinç düzeyi yakalanması sağlanmalıdır.

EVET...

İlk Sekans: Genel planda ağaç dikmekle uğraşan yaşlı bir adam görüyoruz. Oğlunu yardım etmesi için yanına çağırıyor. Kamera genel planda kalmakta ısrarcı. Çocuk gelirken adamın bir keşiş ile ilgili anlattığı hikayeyi dinliyoruz. Hikaye sırasında sağa doğru (track) kaydırma görüyoruz. Track hareketi; objektif noktanın sabitken, nesne uzaklığının açısal olarak değişmesini sağlar. Kamera sağa doğru hafif hafif genişleyerek, soldan gelecek postacının geliş açısını genişletiyor. Bu iyi bir açılım; çünkü kamera olduğu yerde mizansenin kurulumuna devam edebilecek bir genişleme sağlıyor. Tarkovski de az plan çok iş mantığında, film içinde genel havayı oluşturacak bir konuşmanın haberciliğini yapıyor. Genel plan tekniği; kendi orijini itibariyle, alan derinliğini taşıyarak sinemacıya ön hazırlık için imkan sağlar. Alan derinliği simgelenen objenin, arkası ve önü itibariyle focus (net)unu kontrol eder. Genel planda geniş açılı objektifler (5-50mm odak uzaklığı) her yeriyle net bir çerçeve kurmaya, ayrıca öznel anlatımın da genel havasıyla nakledilmesine yarar sağlar.

Postacı gelmeden önce yaşlı amcamız sistemli davranışlardan ve bunun bir ibadete dönmesinden bahsediyor. Yönetmen ağaç ekme işine paralel olarak, filmde dünyevi ve manevi dizaynın kurulumu ile ilgili kendi düşüncelerini anlatmaya başlıyor. Burasının izahı size kalmış bir açılım tabii.

Yalnız dikkat çeken nokta şu ki; bu başlangıç ile seyirci filmin tüm havasını sembolize edebilecek bir anahtar sahibi oluyor. Bu yaşlı amca entelektüel bir geçmişe ve sistem hakkında kendine has elementlere sahip.

Amcanın doğum günü. Demek ki daha fazla kişinin de hikayeye girdiğini göreceğiz. Doğum gününe gelecekler...

Postacı geliyor ve bir mektup getiriyor. Amcamız gözlüğünü evde bırakmış. Gözlük unutulması olayı ile sesli bir şekilde bizim de dinlememiz gereken yazılar okunuyor. Yazılar Dostoyevski'nin kahramanı ve Richard' (Aslan Yürekli) tan bahsediyor.

Richardcılar ve budalacılar yazıyor. Bu da kişisel bir fikir aktarımı. Tarkovski'nin güç ve acizlik hakkında her zaman yaptığı yorumlar gibi. Gücün yanında olanlar ve güçsüzlüğü temsil edenler. Richard güç ise Mişkin aczdir. Bu durumda mektubu yazan adamdan (Richard), mektubun sahibi amca yaşlıya ( Budala) selam geliyor. Budalayla; Dostoyevski eseriyle bağlantılı olarak, kendini, benini, egosunu üstün bir hizmet ile feda eden, kendinden ve dünyasından dışardan bakılınca bir hiç uğruna vazgeçen yapıyı görüyoruz. Güç; elinde olanlarla beslenen yapıyı, acz ise bağıntı haline almamış sahipliğin, benliksiz yapısını temsil ediyor. Filmin ilerleyen kısımlarında daha da açık olarak bu noktayı keşfedeceğiz.

Çocuk, yaşlı amca ve postacı hareketiyle kamera sola track yapmaya başlıyor ve bu boşluğu, bu devinimi doldurucu postacı diyologları devreye giriyor. Amcanın geçmişinden bahsediliyor ve aslında postacının, genel bir postacı olmadığı gösteriliyor. Entelekt bir yapıya sahip...

Her zaman kullanılan basit bir eksiltme var film boyunca. Bir tasvir oluyor ve bu tasviri sahiplenen kişi "ne demek istiyorsun" diye sorarak olayı derinleştiriyor. Bu da yönetmenin kendi fikrini aktarmak için kullandığı teknik. Tüm film boyunca bu görülüyor. Ee tabi bunun olması içinde, bu konuşulanları dinlemek isteyen seyirci yani yan oyuncu ve bunları konuşabilecek karakterler gerekiyor. Demek ki entelekt düzeyi yüksek bir film izleyeceğiz. Yani tüm karakterlerin belirli bir geçmişi olmak zorunda. Hazırlıklı olmalıyız...

 Konuşmalarda Niçe (Nietchze) ve karşılıksız harekette devreye giriyor. Niçe devreye girerse ağzından konuşan Zerdüşt'te devreye girecektir ve tabi cüce de...

Karşılık beklenilmeden yapılan hareket nedir. Bu Tarkovski'nin sinema hayatı simgelemi, ya da insanlığa bir hediye olabilir mi. Hediye olması için çünkü; üst düzey fedakarlık ve hediye olanın kendinden kopmasına izin vermek ve bunu gönül huzuru ile yapmak gerekiyor.

İlk giriş konuşması sistem di, sistemli yapılan hareketler (suyu tuvalete dökmek, üç sene boyunca), ikinci konuşma temeli ise bu hareketin "tuvalatten büyüyecek bir çiçeği beklememek olduğu". Yani ilk hareketi ibadete ayine bağlayan bir yapı ve ardından yapılacak ibadeti karşılık beklemeden, bir mertebe hayaliyle koşmadan yapabilmekten bahsediliyor... Doğu bilgeliği, kadim bilgelik değil mi? Şüphesiz tüm kadim öğretiler bu sistemi değerlendirmektedir. Mesela (Anadolu Öğretisi) İlm-i Ledün; ilk önce sistemli bir şekilde dünyevi menfaatleri kenara bırakmak(Terk-i Dünya), sonra da bu faaliyetleri yerine getirirken bir ünvan peşinde koşmamak temellidir. (Terk-i Ukba- Akibetini, Olurundan Geleni Terk). Bir de Terk-i Terk var ki onu da Tasavvuf temelli yazılarımıza saklayalım.

Umut (sevinç), korku (yitirim) ve ölüm korkusu giriyor diyolaglarla devreye. Ölüm korkusunun insanın esas ölümü olmasından bahsediliyor. Ve süregelen bir tekrardan bahsediyor postacı. Bir ileri, bir geri. Yaşlı amcamız soruyor; sence bir mutlak doğru, uygulamada kesinlik ve bunun çıkış noktası bulunabilir mi?

Sinemacı eğer kendi ideolojisini seyirciye dayatmak niyetindeyse bu soruya karşılık cevaben bir kesinlik söz konusu olmalıydı. Ama Tarkovski farklı bir şey yapıyor, postacıyla; "evet diyor, bazen inanıyorum". Evet derken de oturup sabit birşeyler anlatan postacıyı yerinden kaldırıp, sanki genel geçer bir "evet"miş gibi olmasını sağlıyor repliğin.

Sinemacının dikkat etmesi gereken nokta bu; Adam filmimde buna ben de dikkat etmiştim. Fikrinizi sizinle saf bir bağlantı kurabilecek kişiye metaforik, aslında filmin içinde yokmuş gibi aktarın. Soru sorulduğu şekilde ortada kalsın, ama gizli metoforunuzu da filmin bir yerine yüklemeyi unutmayın. Sanat tekliftir, hatırlatmadır. Yol açımıdır, ama anlayana. Sizden bir cevap beklemez seyirci, sadece sizin fikirlerinizi dinlemek ister, kendi de kendi fikrinde sabit kalmalıdır tabi ki. Hem nasıl olacakta; bir seyirciye doğru olanı öğreteceksiniz. Komik. Kürt sorununu herkes biliyor ve bundan dolayı içi acıyor olmasına rağmen, izlediği bu konulu filmden sonra "evet bunlar kesin doğru, ben gidip hemen şu meseleye bir el atayım" diyen bulabilir misiniz? İşimiz Dünya'yı değiştirmek değil, ne haddimize, işimiz duyarlı, farkındalığı olan insanlarla paylaşım yapmak ve onların artması için kendimizden ödün vermek. Yoksa Türban meselesini size doğru kılmak için yüzbinlerce sayfa yazı yazabilirim. Hem sanat eserinle anlattığın; Türban meselesinin doğruluğu mu, yoksa senin doğruluğun mudur? Karar ver...

Ey sinemacı, ey insan unutma ki; amacın etrafında beğeni sürüsü oluşturmak değil, öğretini ilerilere taşıyabilecek insanlara yardım etmek olmalıdır.

Bir bilgisayar mühendisi (Enver Gülşen) hangi menfaatine karşılık sayfalarca sinema yazısı yazmış olabilir. Ve boşa gidecek diye yazılması gerekeni yazmayan arkadaş unutma ki; elbet o güzel paylaşımın bir yerde yer bulacaktır. İşte o zaman gözyaşların, ancak rahmettir...

Neyse devam edelim...

Sekans 2: Doktor ve evin hanımı geliyor güzel bir arabayla... Klasik bir Tarkovski hareketi ile sola doğru track görüyoruz.

Amcamızın yanındaki küçük çocuğun konuşamadığını duyuyoruz. Sabit planda...
Ganhdi'nin de haftada bir gün sustuğunu, hiç kimseyle konuşmadığını doktordan duyuyoruz. Farkındaysanız herkes yeterince entelekt.

Tarkovski hayata dair yine bir geçiş yolu, yeni bir manevi gelişim gösteriyor seyirciye. İnsanlardan uzaklaşmak; sessizlik. Acaba uzlet (halktan uzaklaşma) dediğimiz şey; bir insanın manevi gelişimi için önemli midir? Cevabı sizlere bırakıyorım.  Sistemli olarak uygulanarak hem de...

Sonra Alexander (Yaşlı Amca), çocuğa karısıyla birlikte nasıl buralara geldiğini anlatıyor uzun uzun. Tabi çocuk dinlemiyor, bu da monolog olan bu konuşmaların muhattabının seyirci olduğunu gösteriyor. Rüzgar ve yağmur ucundan ses verince, çocuk korkuyor.

Alexander: Korkma oğlum, ölüm diye bir şey yok. ( Yani burada öğretilerden yana locik (logic) bir taraf seçmiş bir karakteri betimlemeye başlıyoruz.)

Çocuk kaçınca Alex'in yanından, Alex kendince bir sorgulamaya giriyor. Ve önemli bir nokta olarak; nerden geldiği belli olmayan çığlık benzeri bir ses işitiyoruz. Dünya insanı ile ilgili eleştirilerden sonra boş bir çerçevede rüzgarın salladığı otları ve ağaçları görüyoruz.

Reel düzlemden bir kopmadır bu. Yani konuşulan şey devam etmektedir, lakin mekan ve zaman duyumu kopmaya başlamıştır. Tarkovski bütün filmlerinde bunu aşama aşama işlemiş her seferinde reel ve sürreel düzlemi benzeşke kurmaya zorlamıştır. Adam filmimin balık tutma sahnesi de buna benzer bir sahnedir. Bu nokta ile ilgili konuşmak isteyenler için ayrıca bir yazı gerekmektedir.

Bu kopma yaşanınca çocuk Alex'i yalnız bırakmıştır ve saklanmıştır. Çocuğu arayan Alex etrafına bakınırken çocuk birden arkadan Alex'e sarılmış ve Alex'in ani tepkisiyle yere düşüp burnunu kanatmıştır. Bunu gören Alex vicdanı tepkiyle karışık olarak geçmişinin tetiklediği bir fiziksel bayılmaya maruz kalır. Ve sürreel önemli bir sahnemiz devreye girer.

Rüya: Bir kaza alanının ve ölümün sessiz yanının metaforik göstergesidir bu sahne. Aynı çığlık sesi devam etmektedir. (Bu ses evin hizmetçisinin sesi midir) Bir açılım, bir gevşeme ve konuşmaktan sıkılmış bir sahne söz konusudur. Yalnızca tilt hareketi, dağınık bir ortam, camdan yansıyan şehir binaları ve kazayı hissettiren kan lekesi görürüz...

Bu sahne ile birlikte -film boyunca gelişecek- Alex'in ilk genişleme çağrısı, hem Alex'e hem de bizlerin  bilinçlerine aktarılmıştır...

Devam EDECEĞİZ...

DOGVİLLE

DOGVİLLE KASABASI

Küçük bir kasaba. Yapay gerçeklik yaratacak tüm detaylardan yoksun. Dikkati kasabaya, içinde yaşayanlara ve içerideyken yapılabileceklere çekmek için yapılmış bir estetik tercih. Kasaba bir dekor; tebeşirle çizilmiş, içerisine statik dengeyi kurabilmek için biraz oyalanma gereci eklenmiş. İşte böyle, içinden bir türlü çıkamadığınız küçük bir kasabanın özellikleri ile başbaşa kalıyorsunuz, koca film boyunca. 170 dakika civarında.

KİBİR

Filmin sonunda apaçık kendini gösterse de kibir öğesi, filmin giriş sekansından itibaren gizli gizli kendini ana öge olarak bizlere sunuyor. Hata işlemekten korkan bir kadın var (Nicole Kidman), yüksek manevi değerlere sahip olduğunu düşünüyor ve Dogville'e istemediği nedenlerden dolayı işi düşüyor. Hikaye başlıyor...

Toplumsal değerlerin hiçe sayılarak işlendiği bir hata karşısında kalsanız ne yaparsınız. Hem de tekrar ve tekrar. Eğer derin düşünenlerden değilseniz! bu zulüm içeren hareketlere kesinlikle bir karşılık verirsiniz. Derin düşünüp de "bu iş benim başıma neden geliyor" diye sorgularsanız eğer kendinizi; sonuç olarak bir dahaki tekrarda ya kendinizi ya da karşıdakini suçlamaya başlarsınız. Ya eğer yüksek ahlaki değerlere sahip olduğunuzu düşünüyor ve insanları her zaman hata yapabilen varlıklar olarak konumlandırıp kendinizden ayrı bir tarafa yerleştiriyorsanız. Garson yemeğinizi her zaman geç getiriyor ve ses çıkartmıyorsanız. Söz verilen yere geç kalan arkadaşınızın -hoşgörü kapsülü içinde sessiz kalarak-, tekrar aynı hataya düşmesine göz yumuyorsanız. Kendiniz hata yaptığınızda özür çeşitlerinin her türlüsünü ortaya çıkartabilirken, arkadaşınız hata yaptığında ona özür dilemek için bile fırsat tanımıyorsanız. Sizce bu merhamet, sizce bu hoşgörü, ya da sizce bu davranış biçimi yüksek bir ahlaki modülü işaret edebilir mi.


İşte gizli KİBİR. Tüm film boyunca bunu görüyoruz. Bariz hataların tekrar ve tekrar karşımıza çıkması bizi kendimizi sorgulamaya itiyor. Bu kasaba, bu insanlar, ya da bu yeni gelen kadın ne çeşit insanlar böyle...

İstemediğiniz bir hareketin tekrarlanmasına tepki koyamayıp; BEN hala nasıl affedici olamıyorum diye ikileme düşüyorsanız. Ne acayip değil mi!

Ne yazık ki bu kasaba da kendini hatalı bulan insan yok. Yalnızca Tom kendini haklı bulabilecek felfesik düşüncelere sahip. O da nasıl görünüyor kameranın arkasından bir görseniz.

Trier; benim de yaklaşık 3 sene boyunca problemini yaşadığım bir konuyu ele almış. Çok derin bir empati kuruyorum yönetmenle. Tek bir olur cevap veremediğimi hatırlıyorum, bana o kadar yapılan haksızlıklara karşın.

Gerçekten yerli yerinde bir film. Sinematografik şekillenmesini eleştirecek değilim. Görsel kompozisyonu da bir kenara  bırakmış olduğuna kızmıyor değilim. Ama sağlam derecede iyi bir entellektüel analiz ile karşı karşıyayız.

Sizde Greys (Nicole Kidman) gibi; hak edilenden daha fazlasını sabırsızlıktan dolayı uygulamaya sokmak niyetinde değilseniz; ikileme düştüğünüz ve ruhani problemler yaşadığınız en küçük olayda bile hakkınızı arayın. Lakin böyle bir hak peşinde koşmayan ve sizin hatalarınızı görmezden gelip, küçük bir içsel problem dahi yaşamayan insanlar biliyorum. Onlar da ne yazık ki; kendilerini toplumdan uzak tutuyorlar.

Aman aman; kibire karşı kibir sadakadır unutmayın. Ya göründüğüz gibi olun, yada olduğunuz gibi görünün. Yoksa ya tecavüze uğrar, ya da hak etmeyen küçücük çocukları öldürmekle sıfatlanırsınız...

27 Ekim 2010 Çarşamba

Centurion

Seviyoruz; dağları, taşları, kılıçları, bıçakları. Nostalji her zaman çeker kendine. Çünkü dövüş sahneleri daha ayrıntılı olur, yavaştırlar. Çünkü karakterler daha oturaklı olur, babacandırlar. İzlenesi olmaya çalışırlar. Lakin yapım yeterince güçlü olmazsa, olay hikayesinden, durum hikayesine zıplaman gerekir bir yerl...erde. Eee. Nerede kaldı, Hollywood'un seyircisini filme hazırlayan film türleri. Olmadı mı, arada kalırverirsiniz maazallah. İyisi mi toptan riske girmek gerek bu tür işlerde, Mel Gibson amcam gibi, kaz gelecek yerden tavuk esirgememek gerek. Tabi Hollywoodsan, yoksa estetik kuramları biraz kurcalayıp yapabilirsin bir şeyler. Kalıplaşmış seyirci hafızalarını silmek kaydıyla. İşte böyle arada bir şey...

RED

İzlediysen, yazacaksın! Az da olsa karalayacaksın kağıdını. Sinemaya çok gidemesem de şu aralar, kopardım da değil seyirci olarak bağlarımı. Red; ağır ağır işlerken konusunu; türdeşlerine oranla daha güçlü bir altyapı kurduğunu seziyorsunuz önceleri. Devam ediyorsunuz; lakin anlamsız bir uzun yazı yazmak gibi bu film...lerde; yazmaktan sıkılır gibi aniden, çevredekileri devreye sokmadan, sessizce! tüm bir binayı yıkıp, Investigation gizliliklerinde rahat rahat gezdirebiliyorlar sizi. Yapı böyle kurulmuş, o kadar ekibi oralara sığdırmak bile büyük başarı aslında. Klasik bir altyapı, yalnız kendine has şirin bir özgünlük. Denenebilir, hazır Malkovich de buralardayken...