24 Şubat 2011 Perşembe

Krzysztof Kieslowski- Dekalog- 1-BENDEN BAŞKA İLAH EDİNME!

BÖLÜM "BİR"

Hep aynı şeyler biliyorsun değil mi?

Hep aynı temele sahip şeyler. İlk iki düşünen varlığın birbiriyle olan münasebetlerini düzeltebilmek için sunulan öneriler...

Musa; Mısır'ın en "benlikli" firavunundan kaçırırken İsrail soyundan halkı; -ki İsrail, İsmail'e, İsmail'de İbrahim'e soylanır- unutulan, medeniyetsizleşen, yozlaşan insanlığa "en temel özelliklerini " hatırlatmak istedi.

Rab kelimesi; Mezopotomyadan, Babil, Mısır, Yunan'a, Araba kadar malik, sahip, güçlü anlamındadır. Lord, Server gibi. Hükmünü sürdüren manasınadır.

Benden başka sığındığın, yardım istediğin, kendine "en güçlü" varlık olarak temellendirdiğin güç benimdir.

Lord'un kim olduğudur hatırlatılan.

Musa; "öldürmeyecek, çalmayacak, komşunun hakkını gözeteceksin" diyecektir.

İlk insandan beri kurallar basittir. Herkes kolaylıkla kavrayabilir ve ahlak olarak da genetik hafızasıyla uygulayabilir.

Tabii; anlamamak için daha geçerli bir sebebimiz yoksa.

AMAÇ

Analitik; matematiksel sonuçlarla düşünen, zeki, kavramcı, düşünen bir baba var.

Bu adamı yanlışlayabilmek için "kullanılması- feda edilmesi" gereken bir çocuk.

Babanın metrekare üzerine düşecek kuvveti hesaplaması buzlanmış gölün hangi aralıklarda kuvveti tartabileceğini gösteriyor.

Çocuk babadan aldığı gazla; gölde kayarken, göle düşüyor.

Eksik olan ne; buz neden kırıldı? Bakalım hangi parametreler bu olayı etkileyebilir.

Meterolojinin hata yapması.

Astronomik kaymalar.

Ani ısınmalar.

Buz kütlesinde azalma.

Akıntılar.

Yanlış matefiziksel hesap.


Yani şunu diyorum; zaten sadece buz metrekaresine düşen kuvveti bulmak yeterli değil böyle bir hesabı yapmak için.

Hani kapalı kontrol bir hacim; sürtünmeler, tüm ani "öngörülmeyen değişkenler" yok kabul edilsin öyle basit bir deney düzeneği kuralım...

Hayır...

Bir saat aralağında gerçekleşecek tüm olasıkları hesaplayabilme ihtimalimiz nedir. Tamam giriş çıkış engellenirse ne ala, ama ya tersi olursa...

İmkansız.

Yani diyorum koca evrende güçsüz, itilip kakılan, küçük, sınırlı kabiliyetli varlıklarız. Zor durumlarımızda birinden yardım dilemeliyiz.

Koca göl ile nasıl kapışacağım ki.

Güneşle uğraşmayı düşünüyorum. Lakin daha adama 1 km yaklaşmadan yok oluyorum.

Akılla mı kapışsam. Tüm insanlık birlenip evrenin son bulma ihtimaline bir çözüm bulamıyoruz. Çünkü bizde evreniz, evrenle varolmuşuz.

Hani diyorum; eskiden kuantlar ortalıkta gözükmüyordu, insanlar güneşe, aya, yıldızlara, yükseklere yardım için yalvarıyordu...

Benim aklımdan daha büyük bir şey görüyorum o sıralarda. Güneş mesela...

Güneş gece yok, ay gündüz yok, su çekiliyor, ateş sönüyor.

Akıl dediğim yalnızca gördükleriyle düşünebiliyor.

Dünyanın da evrenin de sahibi benim. Maksimum noktaya vardım diyelim.

Ama evren de sonlu. Ömrü tükeniyor...

Üfff..

Anamın, babamın, reisimin, başbakanımın, dünyanın sahibinin el atamadığı bir durumda ne yapacağım.

Karşılaşırsam böyle bir büyük tesadüfle ne yapacağım.

Söyleceyek:

"Benden başkasını yardımcı edinmeyin" diyecek.

Ya dinleyeceğim, ya da dinlemeyecek...

Seçim benim koca aklımın!

Estetik Yorum

Kieslovski; düşünür, derin düşünür hem de.

En azından öykü temelinin altını doldurmak için diğer bilimsel ve sosyal uğraşlara da göz atar...

Bergman da inanmanın inanmama karşısındaki heyacanı sorgular hep. İnanmaktan yana kayar genellikle.

Tarkovski aklen de inanmak seçimindedir.

Bresson da güzellikle inanır.

Kieslovski de gördüğünüz üzere öngörülemez durumlardan dolayı inanmaya meyleder.

Seçimini inanmamaktan yana kullanan sinemacı az görünüyor di mi!

Yani sanatçı biraz inanmaya meylediyor sanki. Neden acaba?

Sordunuz mu hiç?

Neyse...

Kieslovski; iyi düşünmüş, şimdi artık klişe olan 1989 tarihli bir "dönüş" hikayesini anlatmış. Bilerek sonuç oluşturmak istememiş.

Sonuç cümlesini filmin biçimii arasına saklamış.

Lakin hep söylerim biraz daha "dar alanlarda takılıp" görsel fikirlerimiz için ezberleri bozmamız gerek.

Hani "metafizik" durumları klasikleşmiş "mistik" durumlardan ayırmak gerek.

Görsellik; mumların dökülüp bizleri ağlatması gibi, müzikle artan duygusallığa götürmemeli bizi.

Görsel düşünmek.

Kesinlikle öyle. Görsel düşünürsek; bir sıradan plan bile bizi 2 gün kafa yormaya zorlayacaktır.

Ne yani 10 emirden bahsediyoruz.

Muhattabımız büyük! 

24/02/2011

Hiç yorum yok: