Bilinç ve Gizlenen Alt Tarafı
Çalıştınız, kendinizi teknik anlamda geliştirdiniz. Artık kamera, ses ve ışık konusunda temelleriniz oluşmuştu. Basit bir görsel durumu aletlerinizle izah edebiliyordunuz.
Yetmedi!
Benden önce film yapan adamlar neler ile uğraşmışlar acaba diye geriye döndünüz: Eisenstein, Griffith bir yandan Orson Welles, Godard, De Sica, Rossellini bir yandan Sokurov, Tarkovski, Bergman, Bresson okudunuz, araştırdınız, film okumaları yaptınız.
Anlamaya çalıştınız bu adamların filmlerini. Yazılarını, röportajlarını değerlendirdiniz.
Şimdi bu seviyedeyken, bu levele geldiğinizde önemli bir rol ayrımına girmiş olursunuz.
Ya öğrendiğiniz kamera, ses ve ışık yöntemlerini anlamaya çalıştığınız bu adamlar gibi yapmayı deneyeceksiniz, ya da okuyup, araştırdığınız kısımları bir kenara bırakıp sadece kendinize güveneceksiniz.
Ya ilgilendiğiniz filmcinin yaptığı, oluşturduğu durumları nasıl yakaladığını anlamak için onu birazcık taklit edeceksiniz, ya da yöntemsel bilginizi entelektüel düzeyde bırakıp ordan burdan kafanızda kalanlarla film çekeseksiniz. Zor olsa da...
Çünkü; yönetmen sıfatını her türlü hak ettiğinizi düşünüyorsunuz.
Çünkü; yönetmenlik çok güçlü bir ego kütlesi oluşturuyor.
Çünkü; para kazanıp, ilkelerinizin bazılarından vazgeçmeniz gerekiyor. Evde çoluk, çocuk yemek bekliyor...
Çünkü...
?
Ama hazır değilsin. Halen yeterli değilsin. Evet yönetmen isimlerini ezberlemiş, bu adamların nerde, hangi filmleri yaptıklarını öğrenmiş, hangi lenslerle çalıştıklarını kavramışsın.
Eeee.
10 senedir yönetmen yardımcılığı yapıyorsun. Bak bakalım yardımcılığını yaptığın yönetmen gerçekten bir yönetmen mi?
Biraz bak! Arkasında dönüp dolaştığın adam ne yapıyor.
Sinema diyince aklına hangi yönetmen geliyor. Filmleri hangi amaçlarla çekiyor. Para kazanmak mı derdi, ünlü olmak mı?
Anlıyor musun!
Din bilgisine sahip (fakıh) ama dini uygulamıyor.
Meditasyonların 112 çeşidini ezbere biliyor ama hiçbirine göz atmamış.
Ağzında Fellini, Tarkovski ama bu adamlar neden film yapıyorlar bilmiyor. Sanatçı nedir sorusunu kendi benliğinde hissedemiyor.
100000 kitaplık kütüphanesi var, belki hepsini okumuş ama onlar gibi bir tane kitap yazamıyor.
Her filmin ismini resminden tanıyor, ama film yaratma sürecinin içine hiç girmemiş.
Yaa...
Eğer ki; kendine ait bir sinema dilinin olmasını istiyorsan, senden önce toplumun bilinç düzeyini yükseklere taşımış adamların deneyimlerine katılmak zorundasın. Aynısını yap demiyorum, zaten yapamazsın. Ama anla, sanatçıları anla, duygudaş ol onlarla.
Yoksa yaptığın yalandır sana söyleyeyim!
Ne kendin mutlu olursun, ne de bir sinema dilin olur.
Bak şimdi:
Nuri Bilge Ceylan'ın, Kaplanoğlu'nun hiçbir filminde kendi eski yapıtlarını neden yaptıklarını anlattıklarını, kimleri tavlamaya çalıştıklarını söylediklerini duydun mu?
Adamlar yapıyor, yapmak istediklerini yapıyor.
Ama ben Prensesin Uykusu filminde; Çağan Irmak'ın içinde kalan uktesini gördüm. 3 Milyon kişinin izlediği filmleri yapan adam bir önceki filminde kimlere film yaptığını anlatıyordu.
Bilinçaltını gördün mü!
Her zaman film yapabilecek parası olan bir adam, filmlerini neden yaptığını başka filmi içinde anlatıyor.
Neden bu mutsuzluk, tatminsizlik.
Her şey yolunda gözüküyor aslında neden!
Bunları iyi incele. Prensesin Uykusu filmindeki hayaletin gelmesi sahnesine bak.
Unutma dostum; sanat yalnızca sanat içindir.
Sen kendini ortaya koy, sen yalnızca kendin ol, ne gelmiş geçmiş en iyi filmi yapmak olsun amacın, ne Altın Palmiye kazanmak ne de gişe rekorları kırmak.
Enerjini sana ait olmayan şeylere harcama. Enerjini evrene hediye edeceğin esere harca.
Sen sanatını yap, ben kefilim; balık bilmezse halik bilir...
Dede ve İnsanları
Atmosfer kurulmuş, oyunculuklar her zaman ki gibi inandırıcı. Eskilerde; toplumda yer etmiş derin bir konu peşinde koşuluyor.
Toplumun, Egenin geçmişi, Türk kültürünün mesnetleri analiz ediliyor.
Dede ve insanları başrolde...
Lafım yok.
Harcanan emeğe, güzelliklere saygım sonsuz.
Ama öyle noktalar geliyor ki karşıma; hemen sıkılmaya başlıyorum.
Bir çocuk var, çırak olarak giriyor Dede'nin yanına ve Dede camlardan bir seyir aleti yapıyor torunu ve çırağına.
Çocuk torunun çöpe attığı camlı çerçeveyi alıp götürecekken, Dedeyle muhabbet etmek zorunda kalıyor.
Ve kendi ağzı (dil) ile kardeşinin falanını, filanını anlatmaya başlıyor.
Sıkılmadın mı yönetmen!
Hep aynı yerlerden vurmaya. Yaptığın sahneyi kurarken neye göre kuruyorsun. Ağlatacak, ağlayacak adamlar mı arıyorsun!
Ben sıkıldım. Hani amacına bir şey demiyeceğim ama bari daha yaratıcı görsel fikirlerle süsle de seyirci kendi anlamını kendi çıkartsın.
Film böyle sahnelerle dolu. Geçmişe dönme sahnesi. Dede'nin geçmişini anlatması.
Bu film; televizyonda izlediğiniz her hangi bir dizideki mantıkla kurulmuş. Daha da iyisi! Sinema da o güzel annem bulaşık yıkarken izlemiyor bu filmi.
Müzikler, güzel fotoğraflar...
Bakalım bu Uluslararası alanda başarılı olamama durumunu, gerçek sinemacılardan kabul görememe durumunu hangi filminde savunacaksın yönetmen.
Ben söyleyeyim:
1- Öykü anlatmayı bilmek; etrafına adam toplayıp onlara söylediklerini dinletmek yeterli değildir; çünkü sinema kendi başına kendi ilkelerine bağlı bir dildir.
2- Bu filmi aynı senaryo hazırlık sürecine girmiş herhangi bir yönetmen tarafından da çekebilir. Filmin esas yönetmeni oyuncu koçu olması koşuluyla! (Oyuncuları Tanıdığı İçin)
3- Sinema ancak sıkıştığı yerde konuşur, esas temeli göstermeye dayalıdır. (Dramatik gelenek)
4- Sanatçının asli görevi karakterler üzerinden özdeşleşme kuracak olsa dahi seyirciyi bir yaratıcı görsel fikir sonucuna götürmektir.
5- Toplumun içine kapandığı durumu analiz etmek sanatçı için yeterli değildir; çünkü sanatçı toplumun bu durumunu (anlatacağı) kendine ait bir çözüme ulaştırmış olmalıdır.
...
Daha bir çok şeyi söylemekten de vazgeçtim.
Eskiden çok basit bir sinema olayı olduğunu bildiğim halde bu tür filmleri sıkılmadan izliyordum ama bu filmde 20.dakikadan sonra patlayacak gibi oldum.
Net ve açık söylüyorum:
Ben ve benim gibi seyircilerin; temeli toplumsal süreçler ile sağlamlaştırılmış manipulasyon video kliplerine ihtiyacımız yok.
Bu da böyle biline.
Son Söz
Söyledim söyleceğimi. Yazdıklarıma biraz kafa yoran bir adamın televizyon dizilerininin sinemaya taşınmasının gereksizliğini anlayacağını sanıyorum.
Ve güzel sinemacı insanlar;
Artık bir çok kamera o görüntüleri sağlayabiliyor.
Paranız ve ekibiniz varsa o mübadele sahnelerini çok rahat çekebilirsiniz.
Oyuncularımız da zaten verecekleri oyunları artık dizilerden kavramış bulunmaktalar.
Senaryoya biraz eğilip, tarihi ve coğrafi koşulları tanıyan bir kaç insanla fikir alışverişinde bulunmanız yeterli.
Haydi kolay gelsin...
28.11.2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder